Kasım
sayımız çıktı

Arkeoloji de IŞİD’e direniyor

Gaziantep’te sınırın diğer tarafında, Suriye ve Irak’ta arkeolojik ve tarihsel değerler barbarca yok edilirken, yağmalanırken ve satılırken, IŞİD’in elindeki Cerablus kentine sıfır noktasındaki Karkamış antik kentinde kazılar sürdürülüyor. 

İstanbul Üniversitesi ile Bologna Üniversitesi’nin ortak projesi olan Karkamış kazılarının 5. Sezonu, Haziran sonunda tanıtıldı. Gaziantep ilinin sınır bölgesindeki Karkamış, aynı adı taşıyan ilçenin doğusunda, ünlü Bağdat Demiryolu’nun Suriye sınırı ile buluştuğu Fırat geçidi üzerinde yer alıyor. Örenyeri, Fırat’ın batı kıyısında Kale (akropol), bunun güneyinde uzanan İç Kent ve burayı güney ve batıya doğru çeviren Dış Kent’ten oluşmakta. Günümüzde, üzerinde sınır güvenliğini sağlayan bir askerî karakolun yer aldığı Kale ile İç Kent Türkiye tarafında, Dış Kent ise Suriye topraklarında. Cerablus kasabasının bir kısmı Karkamış Dış Kenti’nin üzerine kurulmuş. Örenyerinin neredeyse her noktası 1956 yılında mayınlarla döşenmişti. 2010’da Gaziantep İl Özel İdaresi tarafından yapılan çalışmalarla Karkamış mayınlardan arındırıldı.

Beş dönemlik kazılar sırasında önemli arkeolojik keşifler yapıldı. Kral Katuwa’nın MÖ 900’de inşa edilmiş olan sarayının MÖ 717’de ünlü Assur kralı II. Sargon tarafından kullanılmış olduğunun saptanması, bu keşiflerin en önemlisi. Katuwa’nın sarayında açığa çıkarılan sakallı insan yüzlü keçi-tanrı, Geç Hitit sanatı için eşsiz bir örnek. Sarayın ana odasında, derinliği 14 metreye ulaşan taştan inşa edilmiş bir kuyu da ortaya çıkarıldı. Kuyunun içinde II. Sargon’a ait çiviyazılı kil silindir bulundu. Çiviyazılı bu önemli belge Anadolu ve Önasya tarihine yeni bir sayfa açmaya adaydır. Çözümlenmesi halen devam eden metin, Tabal (Kappadokia) ve Muşki (Frig) ülkeleri ile ilgili yeni ve önemli bilgiler sunacak gibi görünmektedir.

İnsan yüzü keçi tanrı Kazılarda açığa çıkarılan sakallı insan yüzlü keçi- tanrı, Geç Hitit sanatı için eşsiz bir örnek.

Karkamış kazıları, özellikle 1911’den itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun yakın geleceğini etkileyecek önemli şahıslara ev sahipliği yapmıştır. Bu şahıslardan en ünlüsü Arabistanlı Lawrence olarak bilinen Thomas Edward Lawrence’tır (1888 – 1935). 1911’den 1914’e kadar kazılarda bilfiil çalışan ve arazi fotoğrafçılığı görevini de üstlenen Lawrence, planını kendisinin çizdiği bir kazıevi inşa ettirmişti. Cerablus köy evi tarzında inşa edilen kazıevinin misafir odasına ise Bağdat Demiryolu inşası sırasında Dış Kent’te açığa çıkarılan bir Roma mozaiği yerleştirilmişti. Geçen 100 yıl içinde harabeye dönen kazıevinde yapılan çalışmalar sonucunda, söz konusu mozaiğin yanısıra 500’e yakın eser de bulundu.

Sınırın diğer tarafında, Suriye ve Irak’ta arkeolojik ve tarihsel değerler barbarca yok edilirken, yağmalanırken ve satılırken, IŞİD’in elindeki Cerablus kentine sıfır noktasındaki Karkamış antik kentinde arkeolojik kazılara devam edilmesi, üstüne üstlük arkeopark ile konservasyon çalışmalarının hız kesmeden devam etmesi, Türkiye’nin gücünü, kültürüne ve tarihine verdiği önemi dünyaya en doğru biçimde anlatmaktadır.

BİLİNENLERİN EN ESKİSİ

640’ta yazılan Kuran-ı Kerim harfi harfine aynı

İngiltere’de, Birmingham Üniversitesi’nde dünyadaki en eski Kur’an-ı Kerim olabileceği düşünülen esere ait sayfaların bulunması heyecan yarattı. Yapılan karbon testleri, hayvan derisinden yapılan parşömen üzerine yazılı sayfaların 640-645 yıllarına tarihlendiğini gösteriyor.

Görüşüne başvurduğumuz, konunun uluslararası seviyedeki en önemli uzmanı ve eski Diyanet İşleri Başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç, bulunan sayfalarda Kehf, Taha ve Meryem surelerindeki ayetlerin yer aldığını belirtti. Hicazî imlayla yazılmış, noktasız ve harekesiz yazı ile karbon testinin, sayfaların orijinalliğini kanıtladığını söyleyen Altıkulaç, okunan bölümlerin bugün elimizdeki Kuran-ı Kerim’le harfi harfine aynı olduğunu da teyit ediyor.