0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Atatürk’ün silinmez izinde…

Anadolu coğrafyasına gelen Türkler son 721 yıl boyunca bu coğrafyada devlet kurdu, oturdu; Balkanlar’a yayıldı, İstanbul’u fethetti; 3 kıtada söz sahibi oldu; sonrasında tekrar Anadolu’ya doğru küçülse de varlığını korudu. Kendilerini tanımladıkları isimler değişse de; kültürel devamlılık konusundaki bütün sınavlardan ikmale hatta sonrasında sınıfta kalsalar da; mevcudiyetlerini sürdürmeyi başardılar. Hayatta kalma mücadelesinde hem anaları-ataları hem de çocukları -torunları pek dikkate al(a)mayan biz Türkler, hep “şimdiki zaman” denilen zamanda varolduk; yaşadığımız coğrafyayı, dolayısıyla kendimizi de pek tanıyamadık. Muhafaza etmeden muhafazakar, geçmişi reddederek “gerici”, geleceği tasarlamadan “ilerici”, devrimi planlamadan” devrimci” olduk. Tüm bu uzun “oluşma” süresince;” dış” dediğimiz, “yabancı” dediğimiz, “kökü dışarda” dediğimiz insanlardan-unsurlardan ziyade birbirimizle uğraştık; birbirimizi hallettik; yani kendimizi yiyip bitirdik.

Kıra kırıla, döküle saçıla ulaştığımız 19. yüzyıl ortalarında artık mevcudiyetimizin sonlarına doğru geldiğimizi, başka bir rotaya girmemiz lazım geldiğini biraz idrak etmeye başlamıştık ki; 1878′ den itibaren tüm dünyayı etkileyecek farklı bir savaşlar ve paylaşımlar dönemine girdik. Aslında bu “uzatmalar” daki kondisyonumuz o kadar da kötü değildi ama, 1911-12′ den itibaren kaçınılmaz sonu daha fazla öteleyemeyeceğimiz anlaşılmıştı. Durum artık pek fenaydı. insan olarak, asker olarak, ekonomi olarak, kısacası teknik olarak yokoluşa doğru büzüşüyorduk.

20. yüzyıl masasında Türklere yer yoktu ve sahip oldukları yerler de birer birer ellerinden alınmaya başlamıştı. Mülteci durumuna düşen Türkler, Ege’ den, Balkanlar’ dan, Kafkasya’ dan ve Ortadoğu’ dan Anadolu’ya doğru akmaya başlamış; felaketli günler gelip çatmıştı. Osmanlı yönetimi de çatırdamış; padişahlar dönemi sadece kağıt üzerinde ve sembolik kalmış; ancak askerlerin ve sivillerin çabaları da bu büyük enkazı sırtlayacak ve büyük devletlere kafa tutacak kalite ve vizyona ulaşamamıştı. Kısacası, kaçınılmaz sona doğru gidiyorduk.

Sonradan 1. Dünya Savaşı adını alacak Büyük Savaş’ın hemen ilk aylarındaydık. İngiltere ve Fransa, Avrupa cephesinde sıkışan muharebeleri çözmek; Kafkasya-Ortadoğu bölgelerine hakim olmak; Almanya’yı ezmek yolunda Osmanlı Devleti’ni devreden çıkarmak için İstanbul’u hedefe koymuştu. Başkente giden en kısa, en zahmetsiz, en ucuz, kara harekatına gerek duymayan yol, deniz yoluydu. İngilizlerin donanması 20 km. uzaktan bile her şeyi parçalayıp geçiyordu. Çanakkale’ den de geçeriz sandılar.

Sonrası malum. O sırada bu sıraya uymayan, sıradışı bir insan evladı çıktı ortaya: Mustafa Kemal! Çanakkale cephesinin direnişi, sonraki yenilgiler ne olursa olsun İstiklal Harbi için benzersiz bir umut, benzersiz bir lider ortaya çıkarmıştı.

Cumhuriyet de bu inançla, bu özgüvenle, “yaptık, yine yaparız” diyen, “bu coğrafyanın sahibi biziz” diyen Mustafa Kemal ve Türk milleti tarafından kuruldu. Hep birlikte, ilelebet!

Devamını Oku

Son Haberler