Kandan, sütten veya ortak itikattan gelmiş olsun, kardeşlik Türk kültüründe büyük anlam ifade eden sıkı bir ilişkiydi. Ancak paylaşılamayan miraslar kardeşleri kaçınılmaz biçimde karşı karşıya getirdi. Nakkaşlar ve tarih yazarları kavgaları betimleyip ölümsüzleştirmeyi pek yeğlemediler. Bunu ancak merkezî söyleme dışardan katılan bir yazar ve ona eşlik eden nakkaş yapabildi.
Kardeş kelimesi, Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Türkçenin en eski sözlüğüne göre “aynı karında bulunmuş kişiler” anlamına gelir. Ancak aynı babadan gelip farklı annelerin karnında vücut bulanlara da kardeş denilmiştir. Türk kültüründe genellikle öz kardeş, üvey kardeş, süt kardeş (emikdeş) ve kan kardeşlik (kan yalaşmak) kavramları hâkimdir. İslâmiyet’in kabulüyle birlikte buna din kardeşliği de eklenmiştir.
Kitabi dinlerde kardeşlik, insanlığın karşılaştığı ilk cinayet vakasıyla özdeşleşir: Kâbil, Tanrı’ya kardeşi Hâbil ile birlikte sunular sunmuş, ancak başaklardan oluşan kendi sunusu yerine Kâbil’in koyunu kabul edilince karnı almayıp kardeşini öldürmüştü. En meşhur dinî kıssalardan birinde Yakub’un gözde oğlu Yusuf, diğer kardeşleri tarafından öldürülmek istenmiş; içlerinden merhametli bir kardeş, onu öldürmeyip kör bir kuyuya bırakmayı önermiştir. Belki bu menkıbelerin tesiriyledir ki Osmanlı Türkçesinde kardeşlerle mesafeli olmanın yararını anlatmak için “ihvan ile ihtilat kılmamak” deyimi ve kardeşler arasındaki ilişkinin hep bir haset barındırdığı yönünde “Kardeş kardeşin ne öldüğünü ister ne onduğunu” atasözü gelişmiştir. Öte yandan Hz. Musa ile kendisi gibi peygamber olan kardeşi Harun kıssası dinî anlatıda iyi bir kardeşlik örneği olarak sunulur. “Kardeş kardeşi atmış yar başında tutmuş” atasözü, kardeşler arasındaki kırgınlıkların geçiciliğine vurgu yapar.
Kötü bir başlangıç
Tevrat’a göre Kâbil, kardeşi Hâbil’i öldürdükten sonra “yeryüzünde kaçak ve serseri olarak yaşamaya” mahkûm edilmiş, Aden’in doğusuna sürülmüştür. Kuran’da ise Kâbil kardeşini öldürdükten sonra iki kardeş karga dövüşür ve ölen karganın kardeşini nasıl gömdüğünü öğrenen Kâbil yaptıklarından pişmanlık duyar. Yorumlara göre Kâbil ve ikiz kızkardeşi cennette, Hâbil ve ikiz kızkardeşi dünyada doğmuştu; aralarında sınıfsal bir ayrım vardı. Kardeşler ancak diğer doğumdan olan karşı cins ile evlenebiliyor, ikizleriyle evlenemiyordu. Hâbil, Kâbil’in ikiz kız kardeşini kendine isteyince araları bozuldu. Diğer bir görüşe göre ise çoban Hâbil, çiftçi Kâbil’in ekinlerini koyunlarına yediriyor, sularını içiriyordu ve aralarındaki çekişme klasik göçer-yerli geriliminin bir görünümüydü. Bir diğer görüş, Kâbil’in kuraklık nedeniyle Hâbil’i topraklarının bereketi için kurban verdiğini ve kendisini de feda ettiğini söyler. Temelde kıssa, Sümer mitolojisindeki Dumuzi ve Enkimdu efsanesiyle benzerlik taşımaktadır. Bir fal kitabında yer alan bu minyatür ise fal sahibinin Kâbil gibi düşmanlarına yenileceğini söyler (Falnâme, haz. Kalender Paşa, 1614-16, res.?, TSMK H. 1703).
Heredotos’a (MÖ 484-420?) göre bir çanak içine kanlarını toplayan İskitler, bunu karşılıklı içerek kan kardeş oluyordu. Artık kardeşler gibi birbirlerinin arkasında durmaları gerekirdi. Bu, “seçme iradesine” dayandığı için manevi olarak belki soy yoluyla geçen asıl kardeşlikten daha üstün bir kardeşlikti. Süt kardeşlerse, geçmişlerinin bir döneminde hayatın getirdiği zorluklar karşısında aynı memeden emmek zorunda kalmış kişilerdi. Onlar da aynı anaya minnetin getirdiği bir hisle ebediyen kardeş gibi oluyor, öz kardeşler gibi birbirleriyle ve birbirlerinin çocuklarıyla evlenemiyorlardı. Dinlerse kardeşlik için herhangi bir vücut sıvısında birlik aramıyor, inanç birliğini kardeşlik için temel koşul olarak konumlandırıyordu.
Eski Türklerde kardeşlik, sıkı bağlar ve fedakarlık hissini çağrıştıran bir olguydu. Bilge Kağan, devlet işlerinde yardımlarını gördüğü kardeşi Kül Tigin’in ölümü üzerine onun yasını tutan ve hizmetlerini anlatan bir taşı 732’de Orhon Vadisi’ne diktirmişti. Selçuklular, kardeşleriyle kimi zaman dostane kimi zaman hasmane olmuş iseler de, birbirlerini katletmelerini söyleyen bir yasaya değil, aksine her kardeşin eşit haklarına işaret eden törelere sahipti. Kurucular Tuğrul ve Çağrı Beyler, iki kardeş olarak devletin serpilmesini sağlamıştı. Ancak daha sonra bölüşümcü kardeşlik geleneği, devletin küçülmesinin öncü nedenlerinden oldu. 15. yüzyılda Anadolu’nun doğusunda yazıya geçirilen Dede Korkut Kitabı’nda kardeşler, harici düşmanlardan birbirlerinin intikamını alır, fedakarlık yapar ve kardeşi olmayan karakterler kadersizliklerinden yakınır.
İslâmiyet’in doğduğu topraklarda kabile savaşları had safhadaydı ve kan bağına dayanan asabiyet dayanışması sonu gelmez düşmanlıkların da kökenini oluşturuyordu. Peygamber bunun yerine inanca dayalı bir kardeşlik tesis etti. Abbasi Halifesi Nasır-dinillah tarafından kurulan tasavvufi fütüvvet (gençlik) teşkilatı 1204’te Anadolu Selçukluları tarafından da benimsenmiş ve ahilik (kardeşlik) kurumu bir ticari-sosyal hareket olarak Anadolu’da yaygınlaşmıştı. Bu teşkilatın ruhen izlerini taşıyan Yeniçeri Ocağı mensupları birbirlerine “yol kardeşim” diyor, evlenip çocukları olduğunda diğer yoldaşlar bu çocukları “kul oğlu” veya “kul kardeşi” diyerek benimsiyordu.
Osmanlı kardeşliği
Osmanlı hanedanında, başlangıçta Orhan ve Alaeddin kardeşlerin devlet işlerinde dayanışması iyi bir başlangıç gibi görünüyordu. Ardından 1. Murad, iktidarına başkaldıran İbrahim ve Halil ismindeki küçük kardeşlerini öldürttü. Daha sonra Yıldırım Bayezid, Kosova’da babasının öldürülmesi üzerine düşmanı takip edip geri dönen kardeşi Yakub’a kötü bir sürpriz yaptı (1389). Fatih, gelenekleşen bu olguyu kanun hâline getirdi ve kendisinin de beşikteki kardeşini boğdurttuğu yazılıdır. Ancak Selim tahta geçerken ondan önce İstanbul’a gelen Korkud ile cangüvenliği ve bağlılığa dayalı bir ahitname imzaladı. Korkud bir âlimdi ve Davetü’n-nefs adlı bir risale yazarak tüm siyasi öldürmelerin şeriata aykırı olduğunu söylüyor ve ima yoluyla Fatih Kanunnamesi’ni eleştiriyordu. Ancak büyük ağabeyi Ahmed 1513’te Yenişehir ovasında yenildikten sonra Selim, çeşitli saltanat davetlerine olumlu yanıt verdiği gerekçesiyle Korkud’u öldürttü. Böylece Fatih Kanunnamesi’ne karşı son direniş yıkılmış oldu. 3. Mehmed tahta geçerken 19 kardeşini katletti (1595). Bu felaket, 1. Ahmed döneminde (1603-1617) kafes sisteminin getirilmesini sağladı, ancak bu, ölümden sadece biraz farklıydı. Osmanlı yazar ve nakkaşları böyle acı bir olguyu görünür kılmamakta uzlaşır. Ahmed ile Selim’in savaşını anlatan bu minyatür, baba-oğul kavgalarının çokluğunun aksine, hanedandaki bir kardeş kavgasını betimleyen ender bir örnektir. Bunu belki de yazarın merkez söyleme çeperden katılan biri olmasına borçluyuzdur (Şükrî-yi Bitlisî, Selimnâme, res. Pir Ahmed, 1530, TSMK, H. 1597-98).