Kasım
sayımız çıktı

Aynı kök, karın ve kan ama kardeşler düşman

Kandan, sütten veya ortak itikattan gelmiş olsun, kardeşlik Türk kültüründe büyük anlam ifade eden sıkı bir ilişkiydi. Ancak paylaşılamayan miraslar kardeşleri kaçınılmaz biçimde karşı karşıya getirdi. Nakkaşlar ve tarih yazarları kavgaları betimleyip ölümsüzleştirmeyi pek yeğlemediler. Bunu ancak merkezî söyleme dışardan katılan bir yazar ve ona eşlik eden nakkaş yapabildi.

Kardeş kelimesi, Kaşgarlı Mahmud tarafından ya­zılan Türkçenin en eski sözlüğüne göre “aynı karında bu­lunmuş kişiler” anlamına gelir. Ancak aynı babadan gelip farklı annelerin karnında vücut bulan­lara da kardeş denilmiştir. Türk kültüründe genellikle öz kardeş, üvey kardeş, süt kardeş (emik­deş) ve kan kardeşlik (kan yalaş­mak) kavramları hâkimdir. İslâ­miyet’in kabulüyle birlikte buna din kardeşliği de eklenmiştir.

Kitabi dinlerde kardeşlik, insanlığın karşılaştığı ilk cina­yet vakasıyla özdeşleşir: Kâbil, Tanrı’ya kardeşi Hâbil ile bir­likte sunular sunmuş, ancak ba­şaklardan oluşan kendi sunusu yerine Kâbil’in koyunu kabul edilince karnı almayıp kardeşi­ni öldürmüştü. En meşhur dinî kıssalardan birinde Yakub’un gözde oğlu Yusuf, diğer kardeş­leri tarafından öldürülmek is­tenmiş; içlerinden merhametli bir kardeş, onu öldürmeyip kör bir kuyuya bırakmayı önermiş­tir. Belki bu menkıbelerin tesi­riyledir ki Osmanlı Türkçesin­de kardeşlerle mesafeli olmanın yararını anlatmak için “ihvan ile ihtilat kılmamak” deyimi ve kardeşler arasındaki ilişkinin hep bir haset barındırdığı yö­nünde “Kardeş kardeşin ne öl­düğünü ister ne onduğunu” ata­sözü gelişmiştir. Öte yandan Hz. Musa ile kendisi gibi peygam­ber olan kardeşi Harun kıssa­sı dinî anlatıda iyi bir kardeşlik örneği olarak sunulur. “Kardeş kardeşi atmış yar başında tut­muş” atasözü, kardeşler arasın­daki kırgınlıkların geçiciliğine vurgu yapar.

 Kötü bir başlangıç

Tevrat’a göre Kâbil, kardeşi Hâbil’i öldürdükten sonra “yeryüzünde kaçak ve serseri olarak yaşamaya” mahkûm edilmiş, Aden’in doğusuna sürülmüştür. Kuran’da ise Kâbil kardeşini öldürdükten sonra iki kardeş karga dövüşür ve ölen karganın kardeşini nasıl gömdüğünü öğrenen Kâbil yaptıklarından pişmanlık duyar. Yorumlara göre Kâbil ve ikiz kızkardeşi cennette, Hâbil ve ikiz kızkardeşi dünyada doğmuştu; aralarında sınıfsal bir ayrım vardı. Kardeşler ancak diğer doğumdan olan karşı cins ile evlenebiliyor, ikizleriyle evlenemiyordu. Hâbil, Kâbil’in ikiz kız kardeşini kendine isteyince araları bozuldu. Diğer bir görüşe göre ise çoban Hâbil, çiftçi Kâbil’in ekinlerini koyunlarına yediriyor, sularını içiriyordu ve aralarındaki çekişme klasik göçer-yerli geriliminin bir görünümüydü. Bir diğer görüş, Kâbil’in kuraklık nedeniyle Hâbil’i topraklarının bereketi için kurban verdiğini ve kendisini de feda ettiğini söyler. Temelde kıssa, Sümer mitolojisindeki Dumuzi ve Enkimdu efsanesiyle benzerlik taşımaktadır. Bir fal kitabında yer alan bu minyatür ise fal sahibinin Kâbil gibi düşmanlarına yenileceğini söyler (Falnâme, haz. Kalender Paşa, 1614-16, res.?, TSMK H. 1703).

Heredotos’a (MÖ 484-420?) göre bir çanak içine kanlarını toplayan İskitler, bunu karşılık­lı içerek kan kardeş oluyordu. Artık kardeşler gibi birbirlerinin arkasında durmaları gerekirdi. Bu, “seçme iradesine” dayandı­ğı için manevi olarak belki soy yoluyla geçen asıl kardeşlikten daha üstün bir kardeşlikti. Süt kardeşlerse, geçmişlerinin bir döneminde hayatın getirdiği zor­luklar karşısında aynı memeden emmek zorunda kalmış kişiler­di. Onlar da aynı anaya minne­tin getirdiği bir hisle ebediyen kardeş gibi oluyor, öz kardeşler gibi birbirleriyle ve birbirlerinin çocuklarıyla evlenemiyorlardı. Dinlerse kardeşlik için herhangi bir vücut sıvısında birlik aramı­yor, inanç birliğini kardeşlik için temel koşul olarak konumlandı­rıyordu.

Eski Türklerde kardeşlik, sıkı bağlar ve fedakarlık hissini çağrıştıran bir olguydu. Bilge Ka­ğan, devlet işlerinde yardımları­nı gördüğü kardeşi Kül Tigin’in ölümü üzerine onun yasını tutan ve hizmetlerini anlatan bir taşı 732’de Orhon Vadisi’ne diktir­mişti. Selçuklular, kardeşleriyle kimi zaman dostane kimi zaman hasmane olmuş iseler de, birbir­lerini katletmelerini söyleyen bir yasaya değil, aksine her karde­şin eşit haklarına işaret eden tö­relere sahipti. Kurucular Tuğrul ve Çağrı Beyler, iki kardeş olarak devletin serpilmesini sağlamış­tı. Ancak daha sonra bölüşümcü kardeşlik geleneği, devletin kü­çülmesinin öncü nedenlerinden oldu. 15. yüzyılda Anadolu’nun doğusunda yazıya geçirilen Dede Korkut Kitabı’nda kardeşler, ha­rici düşmanlardan birbirlerinin intikamını alır, fedakarlık yapar ve kardeşi olmayan karakterler kadersizliklerinden yakınır.

İslâmiyet’in doğduğu toprak­larda kabile savaşları had saf­hadaydı ve kan bağına dayanan asabiyet dayanışması sonu gel­mez düşmanlıkların da kökenini oluşturuyordu. Peygamber bu­nun yerine inanca dayalı bir kar­deşlik tesis etti. Abbasi Halifesi Nasır-dinillah tarafından kuru­lan tasavvufi fütüvvet (gençlik) teşkilatı 1204’te Anadolu Sel­çukluları tarafından da benim­senmiş ve ahilik (kardeşlik) ku­rumu bir ticari-sosyal hareket olarak Anadolu’da yaygınlaşmış­tı. Bu teşkilatın ruhen izlerini ta­şıyan Yeniçeri Ocağı mensupları birbirlerine “yol kardeşim” diyor, evlenip çocukları olduğunda di­ğer yoldaşlar bu çocukları “kul oğlu” veya “kul kardeşi” diyerek benimsiyordu.

Osmanlı kardeşliği

Osmanlı hanedanında, başlangıçta Orhan ve Alaeddin kardeşlerin devlet işlerinde dayanışması iyi bir başlangıç gibi görünüyordu. Ardından 1. Murad, iktidarına başkaldıran İbrahim ve Halil ismindeki küçük kardeşlerini öldürttü. Daha sonra Yıldırım Bayezid, Kosova’da babasının öldürülmesi üzerine düşmanı takip edip geri dönen kardeşi Yakub’a kötü bir sürpriz yaptı (1389). Fatih, gelenekleşen bu olguyu kanun hâline getirdi ve kendisinin de beşikteki kardeşini boğdurttuğu yazılıdır. Ancak Selim tahta geçerken ondan önce İstanbul’a gelen Korkud ile cangüvenliği ve bağlılığa dayalı bir ahitname imzaladı. Korkud bir âlimdi ve Davetü’n-nefs adlı bir risale yazarak tüm siyasi öldürmelerin şeriata aykırı olduğunu söylüyor ve ima yoluyla Fatih Kanunnamesi’ni eleştiriyordu. Ancak büyük ağabeyi Ahmed 1513’te Yenişehir ovasında yenildikten sonra Selim, çeşitli saltanat davetlerine olumlu yanıt verdiği gerekçesiyle Korkud’u öldürttü. Böylece Fatih Kanunnamesi’ne karşı son direniş yıkılmış oldu. 3. Mehmed tahta geçerken 19 kardeşini katletti (1595). Bu felaket, 1. Ahmed döneminde (1603-1617) kafes sisteminin getirilmesini sağladı, ancak bu, ölümden sadece biraz farklıydı. Osmanlı yazar ve nakkaşları böyle acı bir olguyu görünür kılmamakta uzlaşır. Ahmed ile Selim’in savaşını anlatan bu minyatür, baba-oğul kavgalarının çokluğunun aksine, hanedandaki bir kardeş kavgasını betimleyen ender bir örnektir. Bunu belki de yazarın merkez söyleme çeperden katılan biri olmasına borçluyuzdur (Şükrî-yi Bitlisî, Selimnâme, res. Pir Ahmed, 1530, TSMK, H. 1597-98).