Kasım
sayımız çıktı

Bir Güney Sibirya mirası ve ‘elçi’nin değişen anlamı

TÜRKÇE RUNİK YAZITLAR

“Ėlçi”, “yalavaç” gibi kağan soyundan gelmeyenlere atamayla verilen ünvandı. Ėltėriş’in adında da bulunan “ėl”den (kağanın hakimiyet alanı, ülke) türetilmişti ve modern anlamından farklı olarak “Bakan” nezdinde bir makama tekabül ediyordu. 13. yüzyıl öncesi ve sonrasında, kelimenin etimolojisi ve kimliği…

Güney Sibirya coğrafyası, Moğolistan’da bulunan 200 civarındaki yazıtla adeta yarışırcasına 225 kadar Türkçe Runik yazıta evsahipliği yapar. Tuva ve Hakasya’daki müzelerde sergilenen bu yazıtlar, bilim dünyasına P. J. von Strah­lenberg adlı İsveçli bir coğrafyacı tarafından 1730’da duyuruldu. Yenisey Nehri kıyılarında bulun­dukları için bu ırmağın adıyla da anıldılar.

Bu yazıtları Moğolistan’daki­lerden ayıran en önemli özellik, belli görevlere atandıktan sonra ünvan verilen, yani kağanlık sülalesinden gelmeyen kişilerin mezartaşları da olmaları; ölen kişinin yaşı, ailesi, malvarlığı, hatta ongun hayvanı hakkında bilgiler içermeleridir. Mesleklere dair kayıtlarda, kuş avcılığından sefaret ve nezaret görevine kadar sıralanan birkaç sözcüğe rast­larız. Karşımıza çıkan meslek adları arasında “ėlçi” (Bakan) ve “yalavaç” da (diplomatik elçi) var­dır. “Yalavaç”ı, Moğolistan yazıt­larında da görürüz. Bilge Kağan, Yılan Yılı’nda (717) “yalavaç”ları ve dostane mesajları gelmediği için Tatabı halkına sefer düzen­lediğini ve onların sürülerine ve mallarına elkoyduğunu söyler. Orta Hakasya’da Abakan Irmağı civarında bulunan mezartaş­larından biri ise, Tibet kralına “yalavaç” giden ama geri döne­mediği için öldüğü varsayılıp gıyabında yoğ töreni düzenlenen bir elçiye aittir.

Turk_Dili_Tarihi_1
Semerkant’taki Sogd Sarayı’na gelen Türk elçiler. Duvar resimlerinden rekonstrüksiyon,
Turk_Dili_Tarihi_2
Ögedey ve hatunu, elçileri kabul ediyor (Câmiu’t-Tevârîh,14.yüzyıl).

“Yalavaç”, sonraki asırlarda Maniheist ve Müslüman Türkle­rin “peygamber” için kullandığı bir sözcük olur. İslâm öncesi metinlerde Mani ve Buda, İslâm sonrasındakilerde ise İsa, Musa, Muhammed ve diğerleri “ya­lavaç” diye anılır. Bu değişim, özgün anlamı “elçi” olan Farsça “peygāmber” ve Arapça “resūl”ün ikincil anlamının “yalavaç”a transfer edilmesiyle gerçekleşir.

“Ėlçi” de, “yalavaç” gibi kağan soyundan gelmeyenlere ata­mayla verilen ünvandı. Ėltėriş’in adında da bulunan “ėl”den (kağa­nın hakimiyet alanı, ülke) türe­tilmişti ve modern anlamından farklı olarak “Bakan” nezdinde bir makama tekabül ediyordu. Sondaki eki ise aşçı-demirci gibi meslek adlarından ve yasak­çı-yalancı gibi zihniyet, zaaf-sa­dakat gibi karakter tanımlama­larından biliyoruz. Bu bağlamda “ėlçi”yi harfiyen “ülkeci” değil, “kağanlığa sadakatla hizmet eden (bürokrat)” olarak anlamak gerekir.

“Ėlçi”nin bu anlamı 13. yüzyıl Moğol istilalarını izleyen dö­nemde kaybolur ve karşımıza yepyeni bir kimlik çıkar. Kökteki sözcüğün (ėl), Moğol dillerindeki “barış- uyum” anlamı “elçi”ye aktarılır. Böylece “elçi”, “uzlaştırı­cı-sefir” karşılığında Moğolların egemenlik kurduğu tüm bölgele­re yayılarak “yalavaç”ı tahtından indirir. Bu sözcüğün fonetik ba­kımdan Türkçeye henüz entegre olamadığı, “/ç/” sesini koruma­sından anlaşılır; çünkü “Solcu”, “yolcu” gibi örneklerde görülece­ği üzere “elci” olması beklenirdi. Bu evrimleşme, Marcel Erdal’ın ‘Die türkisch-mongolischen Titel elxan und elči’ (1991) adlı maka­lesinde kapsamlı değerlendirilir. Sonuç olarak, “elçi”, halklararası temasların evrensel yan etkileri olan linguistik alaşımlardan ve Türk-Moğol sembiyozunun far­kında olmaksızın kullandığımız ürünlerinden biridir.