Türklerin tarihi, şimdiye kadar esas olarak Batılı biliminsanları tarafından yazıldı. Çok daha eski devirlerden, 1893’te Orhun Yazıtla-rı’nın bulunup çözülmesi de dahil geçen uzun sürede; Türklerin ta-rihiyle ilgili çalışmaları Türkler yapmamıştır.Türkiyeli Türklerin kendileriyle ilgili bir tarihsel kimlik oluşturma vekendi tarihine sahip çıkma süreci, cumhuriyetin yedinci-sekizinci yıllarında bir devlet politikası olarak başladı. Şüphesiz bu tarihden önce de bizdeçeşitli adlandırmalar ve yayınlar vardır ama, bunlar bilimsel olmaktan ziyade ideolojik, sanatsal yaklaşımlar içerir. 1930’lu yılların havasını yansıtan “Türk! Öğün, Çalış, Güven” motto’suve yakın dönemde sakıncalı veya sıkıcı bulunarak okullardan kaldırılan“Andımız”, Türk kimliğini bir sıfat olmaktan çıkarıp “benlik”leştirmeye çalışıyordu. Bununla birlikte, kendisi bir Türkiye Türk’ü olmayan Zeki VelidîTogan ve birkaç değerli ismin çalışmaları dışında, türkoloji araştırmaları ülkemizde pek gelişemedi.İçinde bulunduğumuz “kendini bilmezlik” girdabında, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” diyerek reaktif bir milliyetçilik hattına girmemiz belki de kaçınılmazdı. Bu akımın politikacıları uzun yıllar boyunca Türk kimliğinin “ne olduğunu” değil; başta komünizm “neye karşı olduğunu” ifade ettiler. Tarihsel yol gösterici vasfından ziyade “ısırgan” ve “tehditkar” özellikleriyle anılan; bir türlü proaktif bir kimlik kazanamayan vegiderek tüyleri dökülmüş, mahzunlaşmış ve belki de kavminden umudunu kesmiş bir hale düşen Asena; son yıllarda daha ziyade bir el işareti olarak yaşamakta.Prof. Dr. Şevket Dönmez’in bu ay kapak konusu olarak işlediğimiz yazısı, zaten devşirme olan “Bozkurt efsanesi”ni Orta Asya’da bırakıyor. Arkeolojik kazı bulguları, sanat eserleri ve tarih literatürünün incelenmesiyle ortaya konan hipotez, Türklerin ata yurdunun çok daha batıda, Hazar’ın doğusunda bulunduğunu öngörüyor. Bizi yıllardır “doğuya iteleyen” Batılılara nispet Moğollarla akraba çıkmadığımıza mı sevinelim, yoksa Bozkurt efsanesinin artık tamamen boşa çıktığına mı üzülelim? İkisi de değil.Kendimizi, geçmişimizi bilmek ve geleceği inşa etmek yolunda politi-kaya değil bilgiye, ideolojilere değil bilime güvenelim. İnsanları da dünya görüşleri veya inançlarıyla değil, çalışmaları ve işleriyle değerlendirelim. Belki o vakit analarımıza, atalarımıza layık olduk diyebilir, çocuklarımızada daha yaşanır bir ülke bırakabiliriz.