1526’da Osmanlıların Macarları yendiği Mohaç Savaşı, tarihteki en kesin sonuç alıcı savaşlardan biridir. Budin Kalesi’nin anahtarlarını Osmanlılara teslim eden şehrin Yahudi halkından Salamon oğlu Yasef ve soyundan gelenlerin tamamı cizye hariç tüm vergilerden muaf kılındı. Hatta Budin’in elimizden çıktığı 1686’dan sonra da bu muafiyetler ortadan kaldırılmadı. Bir devlet geleneği, bir aile hikayesi…
Osmanlıların Balkanlar’ı adım adım fethetmeye başlamasından itibaren karşılarında yer alan Haçlı ittifakındaki en önemli güç Macarlardı. Bilhassa 2. Murat devrinden itibaren Avusturya, Fransa, İtalya ve İspanya’nın önünde Osmanlılara karşı bir set oluşturması itibarıyla, Hıristiyan Avrupa’nın Macarlara verdiği değer de artmıştı.
Kanunî’ye kadar Macaristan topraklarına yönelik seferlerde pek başarılı olunamamış, Fatih Sultan Mehmet 1456’da Macarlara ait Belgrad’ı ele geçirememişti. 1521’de Belgrad’ı alan Kanunî’nin gözü doğrudan doğruya Avusturya’ya dikilmişti; ama öncelikle -iki ülke arasında bulunan Macarların tabiiyeti reddetmesiyle- Macar Krallığı’nın ortadan kaldırılması kaçınılmaz olmuştu. Bu durumda Avrupa’da oluşan Macaristan-Avusturya-İspanya ittifakının karşısındaki Fransa’nın İstanbul’a müttefik kılınması gerekliydi.
O sıralarda Fransa Kralı François, İspanya Kralı Şarlken’e yenilip esir düşmüştü. François’nın annesi Louise de Savoie, Kanunî’ye yazdığı mektup ve gönderdiği elçi heyeti ile yardım isteyince Aralık 1525’te bu ittifak kuruldu. Kanunî’nin baskısıyla Şubat 1526’da François serbest bırakılsa da, Nisan 1526’da Macaristan Seferi’ne çıkılmıştı.
Belgrad kalesinden itibaren Macar topraklarında birçok kale fethedildi. 29 Ağustos 1526’da Güney Macaristan’da Tuna nehri kıyısındaki Mohaç Ovası’nda Osmanlı ve Macar orduları karşı karşıya geldi. İki saatlik bir meydan savaşında -çok azının kaçıp kurtulabildiği asilzade ve askerler dışında- Macar askerî gücü tamamen yok edildi. Böylesine bir imhaya maruz kalsalar da savaşın başlarında Macar şövalyelerinden 35 kişilik bir grubun Kanunî’nin otağının kenarına kadar gelebilmeleri ve içlerinden sağ kalabilen üç şövalyeyi bizzat padişahın kılıçla vuruşarak öldürmesi, savaşın seyri açısından dikkati çekici bir dönüm noktasıdır.
Savaşı kaybettiğini anlayan Kral Layoş, kaçarken atıyla birlikte bataklıkta boğuldu. Osmanlılar savaş meydanındaki ölüleri ortada bırakmayıp topluca gömdüler. Mohaç’a yaklaşık 200 km. uzaklıktaki, Osmanlıların Budin/Budun, Macarların Buda dedikleri başkentin ele geçirilmesi için bir engel kalmadı. Burası Tuna nehri kenarında eski bir yerleşim yeri olan Buda karşısındaki Peşte ve Eski Buda şehirleriyle birlikte günümüzde de Macaristan’ın başkenti olan Budapeşte şehridir. Macar Krallığı’nın başkenti olduktan sonra, bilhassa Kral Matyas zamanından itibaren anıtsal eserler, katedraller, kütüphaneler, saraylar ve köşklerle donatılmış zengin bir şehirdi.
Mohaç’tan Budin’e 12 gün süren yürüyüş esnasında öncü kuvvetler savaş meydanından kaçan Macarların peşine düştü. Sadrazam Makbul İbrahim Paşa’nın birliği en önde ilerliyordu. Osmanlıların yaklaştığını haber alan, krallarını ve ordularını kaybeden Macarların ve Almanların çoğu başkentlerini boşaltıp firar etmişti. Şehirde kalan Yahudiler, artık çoğunluğu elde etmişlerdi. Bunlardan bir grup, Sadrazam İbrahim Paşa’yı Földwar kasabasında karşılayıp Budin kalesinin anahtarını teslim edip aman dilemişlerdi. Geriden gelen Kanunî’ye ulaştırılan bu anahtarla şehrin teslim olması ve halkın aman dilemesi üzerine, ganimet amaçlı yağma eylemleri şiddetle yasaklandı. Yine de ordu içinde söz geçirilemeyen bazı askerlerin yağma ve tahrip faaliyetlerine giriştikleri görüldü. Sefer esnasında orduda bulunan Celalzade Salih Çelebi’nin Tarih-i Feth-i Budun (TSMK, Revan 1280; III. Ahmed 3096) adlı eserinde, Mohaç’tan Budin’e yürüyüş esnasında askere yağma ve tahribin yasaklanmasına rağmen yol boyunca yanmış yıkılmış köylere, şehirlere rast geldiklerini ama bunları kimlerin yaktığının bir türlü anlaşılamadığını söyleyip bu tahribatın “rical-i gayb” adı verilen erenlerin kahrından olduğunun anlaşıldığını belirtmesi ilginçtir.
Ordu 11 Eylül 1526’da Budin’e girdikten sonra asayiş sağlandı ve şehir halkının teveccühünün kazanılmasına çalışıldı. Kanunî ilk anda Macaristan’ı bağlı devlet olarak yönetmek istediyse de sonraki süreçte Habsburg-Osmanlı çekişmesi had safhaya varınca 1541’de Budin Beylerbeyliği kurularak Macar toprakları Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında bölündü.
Osmanlılar fetihlerinde kendilerine yardımcı olan gayrimüslimleri bir şekilde ödüllendirirdi. Fatih devrinde bazı Yahudi hekimlerinin sülalelerine vergi muafiyeti (ayrı tutulma, kendisine uygulanmama) verildiği kayıtlıdır. Kanunî de iki hafta kaldığı Budin’den dönüşünde fetihte yararlılık gösterdikleri gerekçesiyle Budin’in yerli halkı Macar ve Yahudilerin birçoklarını Selanik, Edirne, İstanbul gibi şehirlere yerleştirdi. Yahudiler arasında en imtiyazlısı, kalenin anahtarlarını teslim eden ve aman dileyen Budin Yahudilerinden Salamon oğlu Yasef oldu. Kendinden sonra gelen kız ve erkek nesillerinin tamamına Osmanlı Devleti’nde cizye hariç tüm vergilerden muaf olarak yaşama imkânı sağlandı. Davalarının kadı mahkemesi yerine doğrudan doğruya Divan-ı Hümayun’da görülmesi ile gayrimüslim cariye ve esir edinebilmeleri ayrıcalığı da tanındı.
Klasik çağda tebaanın aynî, nakdî ve bedenî vergi ile angarya yükümlülükleri çok fazlaydı. 6 Kasım 1850 tarihli matbu bir listede, Tanzimat döneminde yürürlükten kaldırılan 174 çeşit vergi ismi yer alır. Listedeki vergilerin bazıları sadece belirli bölgelere özgü olsa da genelde ahalinin ağır ve çok çeşitli vergiler altında bunaldığı inkâr kabul etmez. Böylesi bir ortamda tebaadan birine bahşedilen vergi muafiyeti, hele hele nesiller boyu sülalesine de lütfedilmişse gerçekten büyük bir ikram sayılırdı. Budin Kalesi anahtarını teslim etmekle bu ikrama nail olan Salamon oğlu Yasef’in çocukları
Budin anahtarının teslimi dolayısıyla verilen muafname ve etrafında gelişen olaylara dair Osmanlı Arşivi’ndeki çeşitli tasniflerde uzun yıllara yayılan belge zinciri mevcuttur. Konuya dair tespit edebildiğimiz en eski belge, Haziran 1693 tarihli bir Mühimme Defteri hükmüdür (A.DVNS.MHMd, 104/1231). 2. Ahmed’in saltanatı sırasında verilen bu ferman, kendiyle Kanunî arasındaki tüm padişahları zikrederek, onların kabul ettiği şekliyle ailenin, cizyelerini ödemek kaydıyla diğer tüm vergilerden muaf olduklarını yeniden tescil etmiştir. Üstelik bu fermanın tarihinden az önce, 1686’da Avusturyalılar tarafından işgali ile Budin’in kesin olarak Osmanlıların elinden çıkmasına rağmen, eski hukuka bağlı kalınarak muafname talebi reddedilmemiştir. Bu tarihten sonra da her padişah değişikliğinde yeni padişahın tuğrasını taşıyan muafnameler verilmiştir.
Ancak Sultan Abdülaziz tuğralı muafname verildikten sonra bazı ihtilaflar yaşanmaya başlanır. Öncelikle bu kadar uzun zaman geçtiği halde muafiyet talep edenlerin Salamon oğlu Yasef’e nesep bağı iddialarının doğruluğunun tasdiki istenilir. Bu maksatla Edirne Hahambaşılığı’na gönderilen tezkireye verilen cevapta, Edirne’de 102, Tekirdağ’da 4, Gelibolu’da 1, Filibe’de 9 olmak üzere 116 ailenin Almanyalı İsrail neslinden geldiği belirtilir (BOA.ŞD. 1906/5). Osmanlı kayıtlarında o yıllarda sadece 65 hane tescilli olduğu halde aradaki farkın neden ileri geldiğinin açıklaması yoktur. Kudüs ve İstanbul’da bazı mahallelerde, bu soydan olmadığı halde bir şekilde muafiyet elde etmiş aileler tespit edilir.
Kanunî zamanında verilen ilk beratta dinî bir vergi olan cizyenin muafiyeti verilmemiş olmalı ki 2. Ahmed’in beratında da cizye hariç kaydı vardır. 1856’da cizyenin kaldırılmasıyla gayrimüslimler için getirilen askerlik bedeli vergisi, muaf Yahudi ailelerinden talep edilir. Bunlar da ardı ardına eskiden beri cizyeden de muaf oldukları iddiasıyla askerlik bedeli ödememek için muafiyet isteğinde bulunurlar. Ayrıca yeni yeni kurulmaya başlanılan belediye teşkilatlarının talep ettiği emlak vergisinden de muaf olduklarını iddia ederler. Böylelikle Sultan 2. Abdülhamid’in saltanat yıllarında da mahkemelerde muafiyet davaları sürer gider. Nihayet 15 Nisan 1891’de Meclis-i Vükela’nın kararıyla, bunlara geçmişte verilen muafiyete konu vergi ve hizmetlerin terk edildiği, hâlihazırda karşılığı bulunmadığı ve günün şartlarına uygun vergileri ödemeleri gerektiğinden muafname beratlarının yenilenmesine lüzum kalmadığı belirtilerek, Kanunî devrinden beri süren kadirşinas bir hatıranın sonu getirilir.
20. yüzyıla geldiğimizde bu aileye mensup bazı şahısların ellerinde kalan muafiyet beratlarının ortalıkta görülmesi ile konu yeniden canlandı. Avram Galanti Türkler ve Yahudiler adlı eserinde bu muafnamenin yarısını Sakız adasında, ayrı bir nüshasını hukukçu Serkis Karakoç’un koleksiyonunda bulduğunu söyler. Belge üzerindeki ilk incelemeyi de kendisi yayımlamıştır. İ. Hakkı Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi kitabında Galanti’nin verdiği metnin çevriyazısını tenkit eder. Zeki Teoman Tarih Mecmuası’nın Haziran 1977 tarihli sayısında İstanbullu Eli Ventura adlı bir Musevinin soyuna ait olduğunu iddia ettiği hüccetten bahseder.
Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi ise Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri kitabının 1. cildinde, Zeki Teoman’ın yazısındaki bazı tutarsızlıkları haklı olarak eleştirmiştir. Ayrıca üst tarafına anahtar resmi nakşedilmiş bir mukarrernâmenin Konya’da İzzet Koyunoğlu koleksiyonundan alınan bir duvar takvimine basılan fotoğrafını kitabında neşretmiştir. Ayverdi, kendinden önce Galanti, Uzunçarşılı ve Zeki Teoman’ın okunuşuna itiraz etmedikleri Salti isminin fotoğrafını verdiği belgedeki talik yazının gözardı edilen özellikleri dolayısıyla yanlış okunduğunu aslında Sabatay olması gerektiğini iddia eder. Osmanlı Arşivi’nde tespit ettiğimiz konuyla ilgili belgeleri incelediğimizde, sadece birinde (A.MKT.UM 363/50) Sabetay okunabilecek şekilde yazıldığını, onun dışındaki tüm belgelerde Salti olarak yazıldığını söylemeliyiz.
Hatıranın izini sürmek isteyenler için Topkapı Sarayı veya Askerî Müze’de mevcut kale anahtarları arasında olması gereken Budin Kalesi anahtarının da günümüze intikal etmediğini belirtmeliyiz.
1 BELGENİN BELGESİ
Kalenin anahtarını getirdi soyundan gelenler rahat etti
Salamon oğlu Yasef’in sülalesine Kanunî’den itibaren her padişah döneminde 174 çeşit vergiden muaf olduklarına dair verilen muafiyet beratının en temiz örneği Sultan II. Mahmud’un tuğrasını taşıyor. 11-21 Eylül 1808 tarihinde verilen bu belge, Sultan Abdülmecid’in tahta çıkışından hemen sonra yeni padişahın tuğrasıyla yenilenmiştir.
1. Nişân-ı şerîf-i âlîşân-ı sâmî-mekân-ı sultânî ve tuğrâ-yı garrâ-yı cihânsitân-ı hakanî hükmi oldur ki
2. Ecdâd-ı izâmımdan cennet-mekân firdevs-âşiyân merhûm ve mağfûrunleh Sultan Süleyman Han tâbe serâhu Budun Kal‘ası’nı feth eyledikde râfi‘-i tevkî’-i refî’ü’ş-şân-ı hakanî Salti veled-i Yasef Yehûdi’nin dedesi Yasef veled-i [Salamon kal‘a-i mezbûrenin miftâhların getürüp-(bu satırdaki silik kısım atik muafnameden iktibas edildi)]
3. teslîm idüp hizmetde bulunduğundan gayrı karındaşı Alâmân dimekle ma‘rûf İsrâil veled-i Yasef dahi ale’d-devâm atebe-i aliyyede hizmetden hâlî olmadığına binâ’en vâsıl-ı rahmet-i Rahmân ceddim Sultan Mehmed Han ale’r-rahmeti ve’l-gufrân zamânında kendüsi ve evlâdı oğul oğula
4. ve kız kıza zükûr ve inâsı mu‘âf ve müsellem olup ol mu‘âfnâmeyi cedd-i emcedim Sultan İbrahim Han tâbe-serâhu mukarrer tutup kendüsi ve evlâdı karnen ba‘de karnin ve neslen ba‘de neslin ulakdan ve sahradan ve evine elçi ve acemi oğlanı ve sâ’irleri konmakdan ve celep
5. akçesinden ve bedel-i haracdan ve salgun ve kürekçiden ve saray ve mahkeme beklemekden ve cerehordan ve cerehor akçesinden ordu akçesinden ve hisar yapmasından ve subaşı ve naib kolluğundan ve kassâb ve kazâ akçesinden ve yamak akçesi ve çayır biçmekden ve bedel eşmekden ve çayır handekleri teklifinden
6. oğul oğula ve kız kıza muaf ve müsellem olup İslâm’ı kabul etmeyen on nefer cariye ve beş nefer forsa esîrleri satun alup kimesne mânî‘ olmayup ve bir kimesne bunlardan bir nesne da‘vâ eder ise Dîvân-ı Hümâyûn’dan gayri bir yerde istimâ‘ olunmaya ve bunlardan biri mürd oldukda kassâm resm-i
7. kısmet istemeye her kim hilâfın eder ise ve etmek diler ise indallahi’l-meliki’l-mu‘în i’dâd-ı mücrimînden ve zümre-i âsimînden ola fe aleyhi la‘netu’l-lahi ve’l-melâ’iketi ve’n-nâsi ecma‘în deyü bin yirmi dört senesi cumâde’l-âhiresinde mu‘âfname-i hümâyûn verilip ba‘dehu ol mu‘âfnâme-i hümâyûn
8. merhûm ve mağfûrun lehüm Sultan Osman Han ve Sultan Mehemmed Han ve Sultan Süleyman Han ve Sultan Ahmed Han ve Sultan Mustafa Han tâbe serâhüm zamanlarında mukarrer tutulup bin yüz otuz senesi Rebi‘ü’l-âhirinde cedd-i emcedim merhûm ve mağfiret-nişân Sultan Ahmed Han
9. aleyhi’r-rahmeti ve’l-gufrân zamanında dahi ber-minvâl-i muharrer mukarrer tutulup yüz otuz altı senesinde zayi‘inden ibkâ ve ba’dehu merhum ve mağfûrun-lehümâ Sultan Mahmud Han ve Sultan Osman Han tâbe-serâhümâ zamanlarında dahi müceddeden mu‘âfnâme-i hümâyûn verilüp ba‘dehu mesfûr
10. Salti veled-i Yasef Yahudi’nin karındaşı mesfûr İsrail veled-i Yasef mürd olup ve merkûm Salti dahi Yasef’in oğlu olduğuna binaen yedinde mevcûd mu‘âfnâme-i hümâyûn mûcebince bin yüz doksan senesi Receb’inin yirmi yedinci gününde peder-i emcedim Cennet-mekân Sultan
11. Abdülhamid Han aleyhi’r-rahmeti ve’l-gufran zamanında ber-vech-i muharrer mu‘âf ve müsellem olup hilafına ferd dahl u ta‘arruz etmeye deyü mesfûr Salti veled-i Yasef Yahudi’ye mu‘âfnâme-i hümâyûn verilüp ba’dehu bin iki yüz yedi senesi Ramazan’ının on sekizinci gününde Hüdâvendigâr-ı sâbık
12. ammizâdem merhûm Cennet-mekân Selim Han aleyhi’r-rahmeti ve’l-gufran zamanında dahi ber-vech-i meşrûh mu’âf ve müsellem olup hilâfına hiç ferd dahl u ta’arruz ve tebdîl etmeye deyu mesfûr Salti veled-i Yasef Yahudi’ye dahi mu’âfnâme-i hümâyûn verilmekle taht-ı âlî-baht-ı Osmanî üzre
13. cülûs-ı hümâyûn-ı sa‘âdet-makrûmum vâkî‘ olup umûmen tecdîd-i ahkâm ve berevât fermânım olmağın yedinde olan mu‘âfnâme-i hümâyûnun tecdîdi bâbında inâyet ricâ etmeğin mûcebince tecdîd idüp müceddeden işbu mu‘âfnâme-i hümâyûn-ı şevket-makrûnu virdüm ve buyurdum ki mesfûr Salti ve evlâdı
14. karnen ba‘de karnin ve neslen ba‘de neslin ber-minvâl-i muharrer ve ber-vech-i meşrûh mu‘âf ve müsellem olup mu‘afnâme-i hümâyûnumun hilâfına efrâd-ı âferîdeden hiç ahad mânî‘ ve müzâhim olmayup bir vechile dahl u ta‘arruz kılmaya her kim tebdîl ve tağyîr eder ise dâreynde şermsâr ve mazhar-ı azab-ı Rabbi’l-enâm olalar. Şöyle bileler
15. alâmet-i şerîfe i‘timâd kılalar. Tahrîren fî evâhir-i şehr-i Recebi’l-ferd sene selâse ve ışrîn ve mieteyn ve elf. [20-30 Receb 1223/11-21 Eylül 1808]
[Beratın ilk satırının üstünde 16 rakamıyla numaraladığımız derkenârda II. Mahmud’un ölümüyle tahta geçen oğlu Abdülmecid’in saltanatının ilk aylarında beratın yenilendiği kayıtlıdır.]
16. Cülûs-ı Hümâyûn vukû’una mebnî tecdîd-i berât eylemişdir. Evâsıt-ı N. sene [1]255 [17-27 Kasım 1839]