Genellikle “şimdiki zamanın sonsuzluğu”nda yaşayan biz Türkler, tarihi hep bugünün denge ve hissiyatlarıyla algılayıp yorumlarız. Bunu içten içe sezdiğimizden de, yarın endişesi ve yarın belirsizliği, hemen her konuda gündelik hayatımızı etkiler. Zira kendi tarihimizle ilgili nereden-nasıl geldiğimizi bilmediğimiz için, nereye gittiğimizi de anlayamayız. Halbuki bu “içten içe sezgiler” yerine biraz olsun tarih bilgisi koyabilseydik kafamıza, çoluk-çocuk baştan itibaren yaşadığı ülkenin en azından yakın geçmişine dair bir zemin görebilirdi.
Yakın tarihimiz, erken cumhuriyet devrinde iyi-kötü kurumsallaşan resmî-sivil yapıların varlığı ve buradan yetişen yöneticilerin iradesiyle şekillendi. 1920’lerin, 30’ların devlet kadroları, Osmanlı döneminin son kremasıydı. Bunlar Balkan Savaşı’ndan itibaren 10 yıllık bir savaş döneminden sağ çıkabilmiş, genellikle askerî eğitim almış, bağımsızlık mücadelesine katılmış saha insanları veya kalem efendileriydi. Bu insanlar çok zorlu koşullar ve yokluk içerisinde, enkaz bile devralmadan, yeniden yeni bir millet olabilmenin şartlarını yaratmaya çalıştılar. Türkiye bugün yaşanan onca rezilliğe rağmen hâlâ ayakta durabiliyorsa, bunu o dönemin yapısal ve toplumsal reformlarına; o kimi zaman dalga geçilen “demir ağlar”a; Anadolu adındaki coğrafyanın “yurt” sayılmasına ve burada yaşayan insanların “adam” yerine konmasına borçludur.
Cumhuriyet yönetimlerinin elbette hataları, günahları vardır. Bunları bilmek ve bunlarla hesaplaşmak da daha iyi bir gelecek için ön şarttır. Dokuz yıllık yayın hayatımızda bu tür örneklerin çoğunu belgeleriyle, tanıklıklarıyla, uzman yazılarıyla dile getirdik; getirmeye de devam edeceğiz. Ancak bizden bu hata ve olumsuzluklardan hareketle, cumhuriyet dönemini ve başta Mustafa Kemal olmak üzere cumhuriyet kadrolarını külliyen karalamamızı; sanki ortada kadim bir imparatorluk ve kültürü varmışçasına, kalmışçasına bir hava yaratmamızı; sadece cumhuriyet elitinin yanlışlarını bahane ederek bir tür reaksiyon tarihçiliği yapmamızı bekleyenler hayal kırıklığına uğramaya devam edecek.
Tarihsel dönemleri, tarihî şahsiyetleri sadece günümüzün irili ufaklı iktidar hesapları doğrultusunda değerlendirenler -bırakın kötü anılmayı tamamen unutulur gider. Bugün ülkemizin içine sokulduğu kaotik, değerlerini yitirmiş, hukuksuz, günlük ucuz siyaset ve paraya endekslenmiş, içine kapanmış durum, ancak “Eski Türkiye”nin başlangıç koordinatları ve değerleri temel alınarak düzelebilir.
Kültürsüz, tarihsiz bir millet değiliz. Ancak çok ciddi ahlaki problemlerimiz var. Çoğu kişi “okumuşları da görüyoruz, okumayla ahlaklı olunmuyor” dese de, eğitimsiz ama temiz insanların Türkiye’nin geçmişinde kaldığı bir gerçek. Yine de tüm bu olumsuzluklar, cumhuriyeti kuranların karşılaştıkları zorluklarla mukayese edilemez. Bu bakımdan durmak yok, tarihe devam…