Gizli korku ve isteklerini olağanüstü yeteneklere sahip kahramanlara yansıtmak, insanlar için her zaman bir ihtiyaç oldu. Bir zamanların destan kahramanları, bugün fantastik edebiyat, çizgi roman ve sinema karakterlerine dönüştü. Ama misyonu ne kadar değerli, kendisi ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir süper kahraman kusursuz değildi, hepsinin insani zaafları vardı.
Tarihî ve modern efsaneler
Yunan mitolojisine göre Akhilleus, Tesalya’daki Myrmidones’lerin kralı Peleus’un oğluydu. Ancak annesi Thetis bir su perisiydi ve oğlunun kendisi gibi ölümsüz olmasını istediğinden doğar doğmaz bir ayağından tutarak bebeği Styks ırmağına sokup çıkarmıştı. Ne yazık ki bu süper kahramanın büyülü suya girmeyen topuğu bedeninin diğer parçaları gibi ölümsüz değildi ve Akhilleus’un hayatı topuğuna giren bir okla sona erecekti.
İsfendiyar, Firdevsi’nin Şehname’si sayesinde bugün de adı yaşayan bir süper kahramandı. Zerdüşt’ün gözde bir müridi olarak onun tarafından olağanüstü güçlerle donatılmıştı. Ancak Zerdüşt’ün mucizevi yenilmezlik havuzuna daldığında, maalesef gözlerini kapatmıştı. Sonunda ölümü gözlerinden olacaktı: Rüstem’in fırlattığı simurg tüyünden yapılma okla kör olup ölecekti.
Rüstem ve İsfendiyar
Rüstem, İsfendiyar’ı gözlerine ok atarak yeniyor (solda). İsfendiyar, vahşi hayvanlarla savaşıyor (Şehname, 16. yüzyıl). Her ikisi de yedişer sınavdan geçen bu iki kahramanın karşı karşıya gelmesi, Şehname’nin en önemli bölümlerinden biridir. İsfendiyar babasının zorlamasıyla Rüstem’i esir almak ister ama Rüstem İsfendiyar’ı gözlerinden vurur. İsfendiyar ölmeden önce Rüstem’e kendisini suçlamamasını, gerçek suçlunun babası olduğunu söyler.
Almanya ve İskandinavya’daki Nibelungen veya Volsung Sigurd efsanelerine göre, bir zamanlar Siegfried (veya Sigurd) diye bir kahraman yaşıyordu. Bu kahraman bir ejderha öldürmüş, sonra da onun kanında yıkanmıştı. Ne yazık ki, bu kanlı banyo sırasında bir yaprak sırtına yapışmıştı. Siegfried’in bedeninde yenilebileceği tek yer, sırtıydı.
Yüzyıllar sonra 1938’de yazar Jerry Siegel ve çizer Joe Shuster, Süpermen (Superman) adında bir çizgi kahramanın serüvenlerinin ilkini yayınladılar. Süpermen başka bir gezegende dünyaya gelmişti ve kesinlikle yenilmesi mümkün değildi. Bir süre sonra, yazar Siegel, yarattığı karakterin kırılgan bir noktası, bir zaafı olması gerektiğini farketti; aksi takdirde okurlar sıkıntıdan patlayacaklardı. 1943’te “kriptonit” adlı bir maddeyi öyküye soktu: Bu madde, Süpermen’in gezegeni Kripton’da bulunan bir radyoaktif elementti. Bu maddeden yayılan radyasyona maruz kaldığında Süpermen’in bütün doğaüstü gücü yok oluyordu.
Goscinny ve Uderzo’nun ünlü çizgi roman dizisi Asteriks’te (Asterix), Romalılar tarafından sarılmış bir Galya köyünde, büyülü iksir bir kazanda pişirilerek hazırlanıyordu. Bunu içen Galyalı köylüler, “üç köpük içen Köroğlu” gibi insanüstü güçlere sahip oluyordu, ancak bu güç geçiciydi. Obeliks ise küçükken bu kazana düştüğünden, onun güç kazanması için ikide bir iksirden içmesi gerekmiyordu. Bu hikaye yukarıdakilerin aksine mizahiydi. Ancak Obeliks’in aslında “ciddi” süper kahramanlardan farkı yoktu, küçükken büyü kazanına düşmüş ve kalıcı bir insanüstü güç kazanmıştı.
Bu efsanevi kahramanlar arasındaki ortak nokta çok açıktı: İnsan (ölümlü) olarak doğmuş, ölümsüzlüğe ve yenilmezliğe ulaşmak için tanrısal bir suya girmişti; ama son derece sıradan, insani nedenlerle bedenlerinin bir parçası açıkta kalmıştı. Bu yüzden ölümsüzlüğe ulaşamamış, tanrılaşamamışlardı. Hepsinin de insani, ölümlü ve zayıf bir noktaları vardı.
Bazen bu kahramanların anlı şanlı ailevi kökenleri olabilirdi. Örneğin en eski efsanelerden birine adını veren Gılgamış bir süper kahramandı ama, üçte iki tanrı, üçte bir insandı ve ölümsüzlük peşindeki yolculuğu ölümlülüğü kabul etmesiyle sonuçlanıyordu. Hayalî kahramanların öykülerini dinleyenleri, okuyanları ve seyredenleri yüzyıllarca cezbeden, onlarla özdeşleşmelerini sağlayan, işte bu kusurlu yanlarıydı.
Dünyanın çeşitli toplum ve dönemlerini kapsayan bu öykülerdeki ortak özellikler, İsviçreli düşünür, psikiyatri ve psikolojinin babalarından Carl Jung’un “ortak bilinçaltı” kuramını geliştirmesine yol açtı. Ona göre “kahraman arketipi”, insanoğlunun ortak bilinçaltının bir ürünüydü. Ortak korku, kaygı ve isteklerimizi ifade ediyordu. Bu görüşe dayanan Amerikalı düşünür ve mitoloji uzmanı Joseph Campbell 1949’da Bin Yüzlü Kahraman (The Hero with a Thousand Faces) adlı kitabını yayınladı. Bu kitapta bütün mitolojilerin ortak noktalarını arıyor, “kahraman”ın binbir yüze sahip olsa da, aslında tek bir arketipe indirgenebileceğini öne sürüyor, onun serüvenini 17 adımda özetlemeye çalışıyordu. Bu kitabın etkisi büyük oldu. Örneğin “Yıldız Savaşları” filmlerinin yaratıcılarından George Lucas, fantastik öyküsünün ana hatlarını oluştururken Campbell’den esinlendiğini belirtti.
Süper kahraman, bir tanrı değildi. Hatta çoğu zaman sıradan bir insanoğlu olarak dünyaya geliyordu. Zor koşullar altında doğup büyüyordu. Annesinin emziremeden öldüğü, hayvanların sütüyle beslenerek hayatta kalan kahraman hikayeleri çoktu. Bir yetim veya yoksul bir ailenin çocuğu olarak büyüyen genç, ergenlik çağına tam ulaştığı sırada bütün yaşamını değiştiren bir olayla karşılaşıyordu. Örneğin Anadolu’da anlatılan Köroğlu öykülerinden birinde olduğu gibi: Babası Bolu beylerinin atlarından sorumlu imrahor olarak çalışan genç Ali (yaşı yöreye ve hikayeye göre 12-15 arasında değişiyordu), babasının gözlerine haksız yere mil çektirilip kör edilince, bu adaletsizliğe isyan ediyor ve süper kahramanlığa doğru yolculuğu başlıyordu. Bir bey veya kralın haksız, adaletsiz yönetimi nedeniyle düzeni temsil eden köyü ve kenti bırakıp, doğa yasasının geçerli olduğu dağlara ve kırlara kaçan süper kahraman tipi, bütün kültürlere özgüydü. Bu nedenle Köroğlu destanının bazı kollarına göre bu kahraman Celâlî isyanları döneminin bir tipi olarak karşımıza çıkıyordu. Kısacası, İngiltere’de köylü ayaklanmalarıyla geçen Ortaçağ’ın son yıllarında baladları söylenen Robin Hood’dan pek farkı yoktu. Kahramanı yolculuğa çıkaran, büyük dönüşümünü başlatan kıvılcım, kendisinin veya ailesinin uğradığı haksızlık olabilirdi; ama bu yeterli değildi. Bir de hedefi, misyonu olmalıydı. Bu misyon bazen Odysseus gibi evine dönmek, bazen halkı haksızlıklara karşı korumak, kimi zaman sadece şöhret kazanmak, bazen de dinin hizmetinde savaşmak olabilirdi. Hatta bazı öykülerde kahramanın hedefinin gerçekleşmesi imkansızdı. Güneşe ulaşmak, ölümsüzlüğe kavuşmak gibi haddini aşan hedeflere odaklanan kahramanların başarıya ulaşması mümkün değildi. Bu durumda, yolculuğun kendisi bir hedef haline geliyordu.
Digenes Akritas ve Battal Gazi Yarı Rum yarı Arap Digenes Akritas ile Emevilerin kölesi olarak doğan Battal Gazi, Arap-Bizans savaşları sırasında ortaya çıkmıştır. Her ikisi de aynı kahramanın iki versiyonudur.
Ortaçağ boyunca Hıristiyanlık ve İslâmiyet öğeleriyle dolu pekçok süper kahraman ortaya çıktı. Bu kahramanları harekete geçiren neden diniî inançları, ulaşmak istedikleri amaç ise Tanrı’nın sevgili kulu olmaktı. Anadolu’daki Battal Gazi (Delhemma ve Digenes Akritas destanları) gibi ilk gazi efsanelerinin, sonraki alp efsanelerinin başlıca temalarından biri buydu. Hıristiyanların tarafında ise kutsal kâse peşinde koşan Percival/ Perceval gibi kahramanlar yer alıyordu.
Her iki dinin en büyük isimleri de halk efsanelerine konu oldular. Hıristiyanların en önemli azizlerinden Kapadokyalı (veya Kudüslü) hatip Yorgo, öyküye göre bir gün Libya’daki Silenos kentine geldi. Halkı perişan eden, her gün iki koyun yiyen ejderhayı kılıcıyla öldürdü ve bütün halkın vaftiz olmasını sağladı.
Hz. Ali’nin ejderhayla cengi de Anadolu’da destanlara konu olmuş, hatta Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sine bile girmişti. Bunlardan 15. yüzyılda Kirdeci Ali’nin yazıya geçirdiği düşünülen Destan-ı Ejderha’ya göre, yedi başlı otuz iki dişli, günde elli deve yiyen bir ejderha peydah olmuştu. Bunu duyan sahabeler hemen yola koyuldular. Ancak Zülfikâr adlı kılıcıyla ejderhanın üzerine atlayan Hz. Ali bile başarılı olamadı, çünkü peygamberden izin almamıştı. Cebrail hemen gökten yere indi, peygambere gitti, o da atına atlayıp geldi. Onu görünce herkesin cesaret buldu. “Ya Ali” dedi Hz. Muhammed, “Zülfikârı sal, ejderhadan öcünü al”. Hz. Ali salavat getirip bir kere vurdu, ejderha iki parçaya ayrıldı.
Kahraman üstün güçlere, güçlü rehber ve yardımcılara, haklı bir davaya sahip olabilirdi ama yine de ölümlü, kusurlu ve eksikti. Kısa bir süre için şeytana ayak uydurduğunda, yanlış bir yola saptığında, hatta ufak da olsa bir hata yaptığında, dinleyenler, okuyanlar, seyredenler daha çok zevk alıyordu. Örneğin Gılgamış aşırı derecede gururluydu, hatta öykünün başında Uruk halkının yaka silktiği, yeni gelinlerin peşinde koşan, şımarık bir prensti. İlyada destanının belki en “süper” kahramanı olan Akhilleus da gururluydu, sinirliydi, alıngandı. Troya’yı kuşatan Akhaların ordusuyla birlikte yola çıkmıştı; ama bir kız yüzünden orduların başkomutanı Agamemnon ile çatışmış, çadırına kapanarak savaşmayı reddetmişti. Onu çadırından çıkaran, sevgili dostu Patroklos’un öldürülmesi olmuştu. Troya Kralı Priamos’un oğlu Hektor’a meydan okuyuşu, teketek dövüşe çağırışı, Akhaların kuşatmasına destek vermek değil, arkadaşının intikamını almak istemesinden kaynaklanıyordu. Yenilen Hektor, son anda ona cesedini anne babasına teslim etmesi için yalvarırken, Akhilleus “döşeğine yatıp ağlayamayacak seni doğuran; köpekler, kuşlar yiyecek bedenini!” diye hırlamıştı. Akhilleus’un merhamet göstermesi için Hektor’un yaşlı babasının önünde yerlere kapanıp ağlaması gerekmişti.
Yunan-Roma mitolojisinin büyük süper kahramanı Herakles’in öyküsü de ilginçti. Herakles serüvenine aslında bir karşı-kahraman olarak başlamıştı. Bir delilik anında karısı Megara’yı, oğlunu ve kızını öldürmüştü. Kendine geldiğinde duyduğu derin pişmanlık, ona doğru yolu göstermişti. Başarıyla verdiği 12 sınav, aslında Herakles’in ödediği kefaretti.
Don Kişot
İspanyol yazar Cervantes, Don Kişot’un ilk kitabını yayınladığında o kadar büyük bir ilgi gördü ki, kahramanın maceralarını yazmayı sürdürdü. Don Kişot’un en bilinen serüveni, yeldeğermenleriyle yaptığı savaştı.
Kahramanla karşı-kahraman arasındaki fark, ince bir çizgiden ibaretti. Baştan çıkarılması, şehvete veya gücün sarhoşluğuna kapılması an meselesiydi. Baştan çıkarma işini bazen bir kadın üstleniyordu. Evine dönmek için yola koyulan Odysseus’u esir alan Kirke, Haçlı Seferi için gittiği Doğu’da Orlando/ Renaud/ Rinaldo adlı şövalyeyi büyüleyen Armida/ Alcina, kötü güçlerin emrinde birer büyücüydü. Kahramanların önce bu büyüye kapılıp sonra titreyerek kendilerine dönmesi, epik yolculuklarının bir parçasıydı.
Yolculuk zaten bir dizi sınavdan ibaretti. Kimi hikayelerde bu sınavlar bir liste halinde açıktan açığa kahramanımızın eline veriliyordu. İsfendiyar çeşitli kurt, ejderha, aslan, simurg ve büyücüleri öldürdükten sonra, bir çölden geçmek ve üç gün boyunca fırtınaya dayanmak gibi yedi görevi başarıyla yerine getirmiş, ancak ondan sonra yenilmez kaleye girebilmişti. Rüstem, ordusuyla birlikte devlere esir düşan Keykâvus’u kurtarmak için aynen onun gibi yedi sınavdan geçmişti. Herakles ise aralarında elma ve koyun çalmak, kuş, aslan, boğa vb. öldürmek gibi görevlerin de bulunduğu 12 işi tamamlamıştı. Bu sınavlar, bir yandan da öykü karakterinin büyümesini, olgunlaşmasını, bilgeliğe erişmesini, kendisini dönüştürmesini, kısacası kahramanlaşmasını sağlayan birer araçtı.
Cervantes, Don Kişot’un (Don Quijote de la Mancha) ilk kitabını 1605’de yayınladı. Yukarıda anlattığımız türden hikayeleri okuya okuya dünyasını şaşıran elli yaşlarındaki Alonso Quijano, tıpkı süper kahramanlar gibi bir at (kemikleri sayılan Rosinante), bir yardımcı (şişko Sancho Panza) ve bir zırh edinerek yollara düşüyor, önüne geleni “kurtarmaya” kalkıyordu. Ancak bu hikayede herşey tersine işliyor, bütün efsaneler yıkılıyor, yenilmesi gereken bütün devler sıradan değirmenlerine dönüşüyordu. Don Kişot’un durumu, bir anlam da “tüfek (modernite) icat oldu mertlik bozuldu” diyerek sır olup kırklara karışan Köroğlu’nunkine benziyordu.
“İlk modern roman” denilen Don Kişot’la, yani modern zamanların kapıyı çalmasıyla en azından Avrupa’da süper kahramanların sonu mu gelmişti? Bu soruya evet cevabını vermek kolaysa da, aslında sonu gelen kahraman tipi değildi. Modern çağda çocuklar peri masallarını ve çizgi romanları, yetişkinler doğaüstü güçlere sahip olmasa bile yine de “süper” sayılabilecek kahramanların öykülerini okumaya devam etti. Örneğin Yaşar Kemal’in 1955’te yayınladığı İnce Memed, yeniden anlatılan epik bir süper kahraman hikayesiydi; Abdi Ağa adlı bir beyin zulmüne uğrayarak dağa çıkan genç delikanlının misyonunu tamamladıktan sonra “bir kara bulut gibi köyün içinden süzülüp gözden yitmesi,” bir daha ondan haber alınamaması, Anadolu destanlarının birçok özelliğini barındırıyordu.
Günümüzde insanlığın yüzlerce yıldır aşina olduğu destanları yeniden kaleme alan fantastik edebiyatın ve çizgi roman karakterlerinden esinlenen yüksek bütçeli filmlerin gördüğü ilgi, süper kahraman arketipinin hâlâ yaşadığını gösteriyor. Bugünün okurları, artık Donkişot gibi devlere ve ejderhalara inanmıyorlar ama yine de alnında kader çizgisini gösteren bir yara iziyle doğan Harry Potter’ın (yedi romanlık dizi, 1997-2007) “kötülüğü” yenme misyonuyla çıktığı yolculuğu heyecanla izlemeye devam ediyorlar.
HER ADIM BİR SINAV
Süper kahramanın 17 aşamalı yolculuğu
1- Maceraya Çağrı: Bir insanın yaşamını temelden değiştiren olay.
2- Çağrının Reddi: Müstakbel kahraman, kendisine yapılan çağrıyı önce reddeder. Korkar veya mevcut yaşamındaki görevlerini öne sürer.
3- Doğaüstü Yardım: Sonunda kahraman yolculuğuna başlar. Ona doğaüstü bir rehber yardım eder.
4- İlk eşik: Bu ilk sınavda kahraman bilinmeyen bir dünyaya girer.
5- Balinanın Karnı: Kahramanın en kötü anıdır. Ancak bu noktada yeni bir benliğe kavuşmayı kabul eder.
6- Sınavlar Yolu: Sınavlar yolu önünde açılır. Bunlar kahramanın dönüşmesi için bir dizi görev veya zorluktur.
7- Tanrılarla Buluşma: Tanrı veya tanrılar, koşulsuz sevgi ve kahramanın kendi kendisiyle barışmasını temsil eder.
8- Baştan Çıkarıcı Kadın: Kahramanı yolundan döndürmek için karşısına birçok hile ve büyü çıkar. Kadın baştan çıkarma metaforudur.
9- Babayla Karşılaşma: Kahraman kendi üzerinde en büyük güce sahip kişi/kurum/olay/ şeyle yüzleşir. Baba figürü bunun simgesidir.
10- Zirve noktası: Kahraman tanrısal özellikler kazanır.
11- Son Lütuf: Yolculuğun misyonu gerçekleşir, aranan şey bulunur.
12- Dönmeyi reddetmek: Kahraman ulaştığı zirve noktasından geriye dönmek istemez.
13- Sihirli Uçuş: Bazen kahraman ulaştığı “şey”den kaçmak zorunda kalır; dönüş yolculuğu gidiş kadar tehlikeli olabilir.
14- Kurtulma: Kahraman eğer yaralanmış veya zayıflamışsa rehberlerinin desteğine ihtiyaç duyar.
15- Dönüş Eşiği: Kahraman geri dönerken, arayış sırasında kazandığı bilgeliği kaybetmemek zorundadır. Bu da bazen çok zor olur.
16- İki Dünyanın Efendisi: Kahraman, maddi ve ruhani dünya arasında bir denge bulmalı, her iki dünyaya da egemen olmalıdır.
17- Yaşama Özgürlüğü: Kahraman ulaştığı bilgelik sayesinde ölüm korkusundan kurtulur, dönüşünde de yaşama özgürlüğüne sahip olur. Artık ne geçmişten pişmanlık duyar ne de geleceğe bel bağlar.
ÇİZGİ ROMANDAKİ TARİH
Kaptan Amerika: Bir süper vatansever
Kaptan Amerika komünistlere karşı
Çizgi roman kahramanı Kaptan Amerika’nın Hitler’i yumrukladığı ilk sayı, 1941. Soğuk Savaş döneminde Kaptan Amerika komünistlerle mücadele ediyor.
Amerikalı tarihçi Bradford Wright’ın Comic Book Nation (2001) adlı kitabına göre, süper kahramanların maceralarını anlatan “resimli romanlar tarihtir”, 20. yüzyıl Amerikan tarihine bir pencere açarlar. “Bir dünya görüşünün çerçevesini çizmeye yardım etmiş, onlarla büyüyen kuşakların özbilincini tanımlamışlardır”.
Bu kahramanlardan biri olan ve son yıllarda filmleri Türkiye’de de ilgiyle izlenen Captain America’yı (Kaptan Amerika) örnek alalım. Karakter, 2. Dünya Savaşı sırasında doğdu. ABD savaşa girmeden dokuz ay önce yayınlanan ilk sayının kapağında (Mart 1941) Kaptan Amerika, Hitler’in suratına yumruğu yapıştırıyordu. Bu kahraman, Steve Rogers adıyla New York’ta İrlandalı bir göçmen çocuğu olarak doğmuştu. Prof. Josef Reinstein’ın yönettiği bir bilimsel deneye katılmış, süper asker serumunu kendi bedenine enjekte edince güçlü bir erkeğe dönüşmüştü. Gestapo Prof. Reinstein’ı öldürmüştü ancak Steve Rogers Amerikan bayrağının renk ve simgelerini kuşanarak ABD’yi korumayı görev edinmişti. Yaratıcısı Jack Kirby “Amerika’nın bir süper vatansevere ihtiyacı vardı” diye yazıyordu.
Soğuk Savaş döneminde Kaptan Amerika “komünist avcısına” dönüştü. Göğsünde kırmızı bir orak-çekiç bulunan kötülük simgesi Elector’a karşı savaştı. Ancak ünlü kahraman 1960’ların sonunda Vietnam savaşı konusunda sessiz kaldı. Watergate skandalı sırasında kendisini “göçebe, ülkesiz insan” olarak tanımladı. 21. yüzyıl başında ona yeni bir rol bulmak çok zordu. Dizinin yazarı Ed Brubaker şöyle açıklıyordu: “Solcu hayranları, Kaptan’ın sokak köşelerinde George Bush yönetimine karşı nutuk atmasını istiyor, sağcı hayranları ise Bağdat sokaklarında Saddam Hüseyin’le savaşmasını…” Bu nedenle Mart 2007’de yayınlanan bir sayıda yazarlar onu öldürdüler. Ancak 2009’da yeniden dünyaya geldi çünkü 2008 ekonomik krizi, bu “vatanseverin” dönüşü için uygun bir ortam yaratmıştı.
KIRAT’TAN BATMOBİLE’A
Kahramanın yoldaşları: Önce atlar, sonra arabalar
Süper kahramana yolculuğu sırasında doğaüstü güçlerle donanmış pek çok yaratık yardım eder. Eski efsanelerde bunlar çoğu zaman hayvanlar, özel olarak da attır. Kahramanın atını, daha doğrusu atın kahramanını seçmesi, sık sık tekrarlanan bir kalıptır. Örneğin Plutarkhos’un (MS 1. yüzyıl) anlattığına göre, Makedonya Kralı Filip’e kimseyi sırtına bindirmeyen genç bir vahşi at getirirler. Kralın 12 yaşındaki oğlu İskender, babasından izin isteyerek atın üzerine atlar. Bukephalus adlı at, onu kabul eder. Bu öyküde, gerçek bir tarihî kişilik olan Büyük İskender, artık efsaneleşmiş bir süper kahramandır; Bukephalus ise bu efsanenin bir parçasıdır.
Batman için özel olarak tasarlanmış “Batmobile” adlı aracın, Köroğlu’nun atı Kırat’tan farkı yoktur: Her ikisi de kahramanın hayatını kurtarır.
Aynı öyküyü Şehname’de okuruz: Zal, küçük oğlu Rüstem’e uygun bir at bulmaya söz verir. Rüstem, kimseyi yanına yaklaştırmayan Rahş’ı seçer ve ona binmeyi başarır. Köroğlu’nun Kırat’ı da böyle bir öyküyle hikayenin parçası olur: Beyin beğenmediği tayı karanlıkta büyüten delikanlı, onunla adeta bütünleşir. Kırat pekçok kere Köroğlu’nun hayatını kurtaracaktır. İşte çağımız süper kahramanlarının, örneğin Batman veya James Bond’un olağanüstü teknolojik özelliklere sahip otomobilleri, eski kahramanların atlarından farksızdır.