Napoléon Bonaparte, 200 yıl önce sürgüne gittiğinde, geride zorla ve hızla modernleştirilmiş bir Avrupa bıraktı. Fransız devriminin içinden çıkmış, bir askerî darbeyle iktidara gelmiş, devrimin yeniliklerini eski kıtanın her yerine taşımıştı. Bu yönü, komutanlığından çok daha kalıcı izler bıraktı.
Napoléon Bonaparte, üzerinde hâlâ anlaşmaya varılamamış bir tarihî kişiliktir. “Düşmanları” arasında, baş aşağı bir benzetme yaparak onu Hitler ve Stalin ile aynı sınıfa sokanlar vardır. Yaşadığı sırada “gulyabani”, “gasıp”, “Boney” (kemik torbası) gibi aşağılayıcı sıfatlarla anılmıştı. “Napolyon kompleksi” diye bir hastalık icat edilmiş, Avrupa’yı kısa boyu nedeniyle ele geçirmeye kalkıştığı öne sürülmüştü. Napoléon’un kuşkusuz kompleksleri vardı; ama muhaliflerinin de onun karşısında ciddi komplekse kapıldığı açıktır.
Bonaparte, devrim sonrası kurulan Fransız Cumhuriyeti ile onu ezmeye çalışan Avrupa koalisyonu arasındaki savaşlar sayesinde sahneye çıktı. Bir askerî darbeyle iktidarı ele geçirip, kendini “ömür boyu konsül” seçtirdiğinde, dünyanın kapıldığı şaşkınlığı bugün anlamamız zordur. Biz mütevazı aile çocuklarının meteor gibi yükselebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Oysa 18. yüzyıl sonu Avrupa’sının kast sisteminde böyle bir ihtimale yer yoktu.
Napoléon, bu anlamda modern bir önderdi. Öte yandan bütün diktatörler gibi megalomandı. Kendi imajını yaratmak için ince ince düşünmüş olmalıydı. Emrindeki askerler tarafından tapınılmanın önemini biliyordu. Örneğin Yafa’da askerleri ve baya yakalandığında aralarına girip dokunarak paniği engellemiş, bu sahnenin bir resmini yaptırmayı da ihmal etmemişti. Askerlere attığı nutuklar ünlüydü:
“Bu piramitlerin üstünden kırk yüzyıl sizi seyrediyor!” (Mısır’da Ehramlar muharebesinden önce).
“Askerler! Yiyeceğiniz yok, giyeceğiniz yok. Depolarımız boş. Ama düşmanın depolarında her şey var. Ele geçirmek size düşüyor. İstiyorsunuz, istiyorsunuz; gidelim!”
(İtalya seferinde). “Austerlitz’deydim demeniz yetecek: İşte bir kahraman, diyecekler” (Austerlitz savaşından sonra).
Basının gücünü keşfeden Bonaparte, Courier de l’armée d’Italie ve Journal de Bonaparte et des hommes vertueux gibi gazeteler çıkararak, kendi efsanesini yazmaya daha 1797’de başlamıştı. Çevresini bu efsaneyi yansıtacak ressamlarla doldurdu. Roma imparatorları gibi başına çelenk taktı, kartalı simge haline getirdi. Askerleri sancak direklerini süsleyen bu kartalları kaybetmemek için canlarını vermeye hazırdı. Dolayısıyla, Fransa’nın iki yasama meclisinden biri olan Tribunat’nın, yeni imparator olmuş Napoléon’a “size bundan sonra Le Grand (Büyük) diyelim” diye teklif etmesi, onun da bunu büyük bir ciddiyetle kabul etmesinde (1805) şaşılacak bir şey yoktu.
Napoléon’un imha savaşına verdiği önem bilinir: Tek bir savaşta sadece düşman ordusunu değil, düşman ülkeyi de dize getirmeyi amaçlamış, bunu yapamadığında (Rusya ve İspanya’daki yıpratma savaşları) yenilmişti. Ele geçirdiği her ülkeyi, bir devrimcinin hızı, bir askerin tepeden inmeci yöntemiyle modernleştirmeye çalıştı. Bu bazen kalıcı, bazen acılı sonuçlar verdi. Örneğin Mısırlıların, “sizi Türk ve Memluk boyunduruğundan kurtarmaya, aydınlatmaya geldim” şeklindeki tavrından pek bir şey anladığı söylenemez. “Tapu kadastro sistemi başlasın! Doğan bütün çocuklar nüfusa kaydedilsin! Nil üzerindeki felukalar numaralandırılsın! Herkes damga puluyla ödediği vergiyi kanıtlasın!” Bunlar, Kahire’de şiddetle bastırdığı bir ayaklanmayla sonuçlandı.
Buna karşılık Avrupa’da Ortaçağ kalıntılarını süpürdü: Bin yıllık Venedik Cumhuriyeti’ni (1797), 850 yıllık Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nu (1806), Orta Avrupa’da Yahudilerin gettolara kapatılma uygulamasını (1806), 330 yıllık İspanyol engizisyonunu (1808) kaldırdı. Prensliklerden oluşan İtalya ve Almanya’daki kısa egemenliği, ulusal uyanışa ve bu ülkelerin birliğine doğru giden yolu açtı.
Napoléon şöhretini asker oluşuna borçluydu. Gerçi sonunda Waterloo’da yenilmişti ama Hannibal gibi onun da eski zaferlerinin ünü yok olmamıştı. Düşman ordusunu kanatlarına doğru çektiği, sonra da düşmanın merkezini tek bir saldırıyla darmadağın ettiği Austerlitz savaşı, sanki askerî akademilerde okutulsun diye yazılmış bir dersti. Fransız Devrimi’nden, yani erkeklerin askere alınmasıyla kurulan vatandaş ordusundan, subaylığın aristokratların elinden çıkıp bütün yeteneklere açılmasından, topçuluk başta olmak üzere Devrim savaşlarının getirdiği teknik yeniliklerden yararlanmıştı. Kendi kendine yeten bir askerî birim olarak modern kolorduyu, savaşta komutanı destekleyen modern genelkurmay heyetini geliştirmişti.
Ancak onu asıl farklı kılan, devlet kurucusu olarak önemiydi. Ücretleri, çalışma saatleri, hiyerarşisi belli memurlardan oluşan modern bürokrasi yarattı, parasal birliği sağlayan Fransa Merkez Bankası’nın temelini attı (1800). Devlet okullarını, özellikle “lise”yi kurdu, millî eğitim kavramını oluşturdu. En önemlisi “Napoléon Kodu” denilen Medenî Kanunun yürürlüğe girişiydi (21 Mart 1804). Onu Ceza ve Ceza Muhakemeleri kanunları izledi. Fransız Devrimi’nin getirdiği bazı yenilikleri (kişisel özgürlük, özel mülkiyet güvencesi, ayrıcalıkların kaldırılması, dinî özgürlük) yasalaştıran bu metinler, bir yandan da kadın haklarını kısıtlıyor, devrimin özgürleştirdiği siyah köleleri yeniden köleleştiriyordu. Napoléon Kodeksi, sayısız ülkeye ilham kaynağı oldu. Osmanlı İmparatorluğu ve ondan türeyen devletler buna dahildi. Diğerleri arasında İtalya, Hollanda, Belçika, İspanya, Portekiz, bütün Güney Amerika ülkeleri, ABD’nin Louisiana eyaleti, İsviçre sayılabilir.
Bu modernlik makinesi 1815’te Afrika açıklarında bir adaya sürüldüğünde, Avrupa’nın eski rejimleri, takvimi 1789 öncesine döndürdü. Öyle aşırıya kaçtılar ki, İspanya Kralı engizisyonu yeniden kurdu, Hessen Büyük Dükü, uyruklarına “peruk takacaksınız” diye emretti. Ancak 15 yıl geçmeden Polonya’dan İtalya’ya, Fransa’dan İspanya’ya, hatta İngiltere’ye kadar devrimler, ayaklanmalar, reform talepleri ve sosyal patlamalar başladı. Engizisyon ve peruk yeniden çöpe atıldı. O sırada Napoléon, “Tarih, üzerinde anlaşmaya varılmış bir yalandır” gibi özdeyişlerle dolu anılarını yazdırdıktan sonra Atlas Okyanusu’nun güneyindeki adasında çoktan ölmüştü.
Entelektüellerle aşk/nefret ilişkisi
Fransız aydınların, Chateaubriand ve Balzac gibi kralcı olanların bile, Napoléon’a duydukları hayranlık anlaşılabilir. Ancak başka –düşman- uluslardan da hayranları vardı. Alman filozof Hegel, Prusyalıları yendikten sonra Jena kentini dolaşan Napoléon için şöyle yazmıştı: “İmparator –dünyanın ruhuat üstünde şehirden geçiyor; böyle bir adamı görmek harika bir duygu.” Goethe, 1808’de Erfurt’ta tanıştığı İmparatordan bir légion d’honneur nişanı alırken, onun Werther ile ilgili akıllıca yorumlarına çok memnun olmuştu. Alman besteci Beethoven (Eroica senfoni) ile İngiliz şair Byron’ın (Ode to Napoleon Bonaparte) ortak yönü, Napoléon saplantılarıydı. Bu romantikler, devrimci generali dehanın ete kemiğe bürünmüş hali olarak selamlamış ama imparator olunca, eski düzene teslim olduğu için hayalkırıklığına uğramışlardı.
Savaş ve Barış’ta olumsuz bir Napoléon portresi çizen Tolstoy, dönemin bu hissiyatını gözden kaçırmamıştı. Roman karakterlerinden “Pierre” Bezuhov bir Napoléon hayranıyken, sonradan kahramanının gerçek yüzünü görüyordu. Fransız barbarlığını tablolarında (Dos de Mayo, Tres de Mayo) ölümsüzleştiren Goya bile, Napoléon’dan sonra İspanya’ya geri gelen eski düzene dayanamayıp Fransa’ya taşınmıştı. Napoléon’un kendisi ise ağabeyi Joseph’e şöyle yazıyordu: “Edebiyatçılar ve bilginlerle azla zaman geçiriyorsun. Bu adamlar kokettir. Onlarla flört edersin ama evlenmezsin ya da onları bakan yapmazsın.”
Çok kısa değildi
‘El yelekte’ pozunu o yaratmadı
Aşk romanı yazdı
Yafa’da Osmanlı esirlerini süngületti
HER ŞEYİ 20 YILA SIĞDIRDI
15 AĞUSTOS 1769
Napoleone di Buonaparte, Korsika adasında Ajaccio’da dünyaya geliyor. (Soyadını 1796’da Fransızlaştırarak Bonaparte yapacak).
1779
Fransa’da eğitime gidiyor. 1784’te askeri akademiye (École Militaire) geçiyor.
1785
58 kişilik sınıfının 42’ncisi ve topçu asteğmeni olarak mezun oluyor.
14 TEMMUZ 1789
Fransız Devrimi başlıyor. Bir süre sonra Fransa, Avrupa devletlerinin kurduğu ittifaka karşı savaşa giriyor.
1793
İngilizlerin elindeki Toulon kenti kuşatmasında yaralanıyor, general oluyor.
5 EKİM 1795
Paris’te kralcıların bir ayaklanmasını bastırınca dönemin güçlü adamı Paul Barras’ın gözüne giriyor ve onun metresi Josephine de Beauharnais ile tanışıyor.
9 MART 1796
Josephine ile evleniyor.
17 KASIM 1796
İtalya ordusu komutanı olarak Avusturyalıları Arcole’de (İtalya) yeniyor.
21 TEMMUZ 1798
Mısır’a çıkarak Gize piramitlerinin yakınında Memluk süvarilerini yeniyor.
1 AĞUSTOS 1798
İngiliz donanması Ebukır’da Fransız donanmasını yok ediyor. Mısır’a sıkışan Napoléon bir yıl sonra gizlice Fransa’ya dönebiliyor.
9 KASIM 1799
18 Brumaire darbesini yapıyor. Direktuar meclisini askerleriyle basarak yeni konsüllük yönetimini kabul ettiriyor. “Birinci Konsül” oluyor.
2 AĞUSTOS 1802
Ömür boyu konsül olmak üzere yaptığı referandumda 8400 hayıra karşılık 3.500.000 evet oyu alıyor.
18 MAYIS 1804
“Fransızların İmparatoru” ilan ediliyor, 2 Aralık’ta taç giyiyor.
2 ARALIK 1805
Austerlitz’de (Çek Cumhuriyeti’nde) Avusturya-Rusya ordusunu yeniyor.
14 EKIM 1806
Prusya ordusunu Iéana’da yeniyor ve 27 Ekim’de Berlin’e giriyor.
7 TEMMUZ 1807
Rus ve Fransız imparatorları Tilsit’te antlaşarak Avrupa’yı kağıt üzerinde paylaşıyor.
2 MAYIS 1808
Madrid’de İspanyollar Fransızlara karşı ayaklanıyor. Beş yıl sonra İngiliz desteğiyle, Fransızları ülkelerinden kovuyorlar.
15 ARALIK 1809
Napoléon, Josephine’den boşanıyor.
2 NİSAN 1810
41 yaşındaki İmparator, 19 yaşındaki Avusturya Arşidüşesi Marie-Louise ile evleniyor.
20 MART 1811
Küçük Napoléon doğuyor ve “Roma Kralı” ünvanını alıyor.
24 HAZİRAN 1812
Rusya seferi başlıyor. Napoléon 14 Eylül’de Moskova’ya giriyor. Ama Çar görüşmelere yanaşmıyor.
30 ARALIK 1812
Ordusu eriyen Napoléon, Rusya’yı terkediyor.
16-19 EKİM 1813
Leipzig yakınında birleşik Avrupa orduları Napoléon’u yeniyor.
6 NİSAN 1814
Napoléon tahttan feragat ediyor, 4 Mayıs’ta Elbe (bugün İtalya, Elba) adasına sürgüne gidiyor.
1 MART 1815
Napoléon Elbe’den kaçıp Fransa’ya ayak basıyor. 20 Mart’ta Paris’e girip yeniden tahta çıkıyor.
18 HAZİRAN 1815
Waterloo savaşında (bugün Belçika) birleşik Avrupa ordusu, imparatoru yeniyor.
15 EKİM 1815
Napoléon, Atlas Okyanusu’nun güneyindeki İngilizlere ait Saint Helena (Sainte Hélène) adasına gönderiliyor.
5 MAYIS 1821
Eski İmparator sürgünde mide kanserinden ölüyor. Tuttuğu notlar ertesi yıl Le Mémorial de Sainte-Hélène adıyla yayınlanıyor. Külleri 1840’ta Paris’te Invalides’e taşınıyor.