Kasım
sayımız çıktı

Edebiyatın aykırıları: Merkezdeki ‘marjinal’ler…

KAPSAMLI BİR ANSİKLOPEDİ İHTİYACI İÇİN

“Marjinallik” -köken itibarıyla tıpkı “ex-centrique” gibi- toplum düzeninde merkezden kenara itilmişliğin, sınıra püskürtülmüşlüğün ifadesi bir iktisadi-toplumsal kategoriyi oluşturma anlamıyla kısıtlanamaz. Zamanla, özellikle modern çağda, “çizgidışı” ya da “aykırı” duruşu benimseyenleri de içermiştir. Türk edebiyatındaki anlamlar, katmanlar…

Kagit_Uzerinde_1
İrfan Alkaya’nın 1967’de yayımlanan Ters Horoz adlı kitabı.

Aykırılar, rate’ler ve mar­jinaller üzerine düşün­celerimi çatarken kimi örneklerden hareket etmiştim:

“Marjinallik”, köken itibarıyla tıpkı “ex-centrique” gibi, toplum düzeninde merkezden kenara itilmişliğin, sınıra püskürtül­müşlüğün ifadesi bir iktisa­di-toplumsal kategoriyi oluş­turma anlamıyla kısıtlanamaz şüphesiz: Zamanla, özellikle modern çağda, “çizgidışı” ya da “aykırı” duruşu benimseyenleri de içermiştir. Ece Ayhan’ın ta­nım bocalaması (deyiş yerin­deyse), bunlardan birini dışarıda tutma, “ayırma” kaygısından doğuyor: Serkeşler, serseriler, berduşlar, uyuşturucu bağım­lıları ve benzerleri de “genelde” marjinallik çatısının altına girenler. Ait oldukları kesitten dışlayamayız hiçbirini.

Buna karşılık, Ece Ayhan’ın “ismen” marjinal statüsüne yerleştirdiği Nilgün Marmara, Sezai Karakoç, Fikret Ürgüp ya da Aktedron Fikret’in, bırakalım azami olanlarını, asgari müş­terekleri olduğunu söylemek güçtür. Herbirinin “sıradışı” kimi özellikler taşımaları aynı çatı altında tasnif edilmeleri için yeterli değildir. Ece Ayhan, kaldı ki, bu tür saptamalarında sık sık duygusal çalkantılarının tutsağı olmuştur: “Marjinallik” taslamayan Can Yücel’e bu bağ­lamda “alkol” üzerinden dirsek atması, şair bozuntusu semiz bir reklamcıyı “marjinal” sayması açmaz örneklerden yalnızca ikisi. “Mülk sahibi” olmayan (ki doğru mu bilmiyoruz) Sezai Karakoç’un “siyasal parti sahibi” olduğunu farketmemiş miydi? Aktedron hem de nasıl marji­nal biriydi; ama hem mal-mülk sahibiydi, hep de hapçı ve şırın­gacı. Sözün özü, Ece’de ölçüler dağınık manzara arzetmiştir.

Kagit_Uzerinde_6
Ayşe Şaşa
Kagit_Uzerinde_5
Alp Zeki Heper

Bana öyle geliyor ki, kulla­nım biçimi gözönünde tutuldu­ğunda, iki farklı anlam tabakası kurmuş “marjinallik”. İlki, daha yaygın olanı, bir toplumsal-ik­tisadi katmanı işaretliyor; yarıyarıya sınıfsal, yarıyarıya aktörel vurgularla. İkincisi, “burjuvazi içi” bir özellik taşıyor ve “aykırılık” üzerinden temel­lendiriliyor. Ortak yönleri yok mu, var, ama belirleyici görün­müyor. Ece Ayhan’ın “doğru” ve “dürüst” sıfatlarını kullanması da hepten dayanaksız: Sülün Osman da, Ayşe Şasa da, Oğuz Alplaçin de “marjinal”diler.

“Marjinal”lerimizi ve “rate dahi”lerimizi derleyecek bir ansiklopediye gereksinme var. Sakallı Celâl’den Hayalet Oğuz’a doyum verici biyografi çalışmaları yapıldı (çalıştığım yayınevlerinden çıktı bu ikisi). Majör figürler bu andıklarım; onlara Fikret Ürgüp, Akted­ron Fikret, Alp Zeki Heper, Ece Ayhan, Sitare Ağaoğlu, Ergüder Yoldaş eklenebilir.

Kagit_Uzerinde_4
Aktedron Fikret

Minör figürlere odaklan­makta zorlanılıyor; çünkü bıraktıkları izlerden tanıyor olsak da onları, yaşamöykü­lerine ilişkin yeterli veriye ulaşmak oldukça güç aradan zaman geçince. Böyle bir an­siklopedi yapılmalı ve yönetimi Kaya Tanış’a verilmeli. Sıkı bir danışman kadrosuyla: Ekrem Işın, Taner Ay, Ümit Bayazoğlu, Gökhan Akçura. Fikir babası fakir de fahri danışman olur!

Kagit_Uzerinde_8
Ergüder Yoldaş

Bir başka vesile, bazı marji­nal şairler üzerinde durmam gerekti: Gong’un Yasin Yasin’i, Ters Horoz’un İrfan Alkaya’sı, Laga Luga’nın Selçuk Uçku’su ve sırra kadem basan İsmail Te­oman beni bir defa daha konuya taşıdı.

Kagit_Uzerinde_9
Fikret Ürgüp

Kurcalarken karşılaştım Utku Varlık’ın İrfan Alkaya’yla ilgili portre yazısına. Savruk yazılmış ama önemli bir metin. Akademi’de aynı dönemden ve yakınlarmış besbelli. Ters Horoz’u birlikte tasarladıkla­rını aktarıyor Mehmet Güler­yüz’le. Çarpıcı bir Atatürk büstü anekdotu var yazıda; anı kitabı Zero Hipotez Fragmanlar’da başka bilgiler yeralıyor Alkaya hakkında.

Kagit_Uzerinde_7
Ece Ayhan

Utku Varlık’ın “Selçuk Uçku da kimmiş” tavrı çiğ ve güdük: Laga Luga’daki şiirleri gör­meden yargı getirince böyle boşluğa düşülüveriyor. Buna karşılık, İrfan Alkaya’ya ilişkin portre denemesi değerli; geniş bir bölümü burada ağırlıyorum:

Kagit_Uzerinde_2
Sakallı Celal
Kagit_Uzerinde_3
Oğuz Alplaçin

“Orta boylu, her zaman bir haftalık bir sakal, saçlarını kendisi kestiği için ortaçağı anımsatan bir kafa, uzun sü­redir kırılan gözlüğün camla­rına telden yaptığı bir gözlük, camları nasıl tutturduğunu da merak etmedik. Çok uzun bir asker kaputu, eski postal­ları bile göremezdik, içinde ne zaman yıkandığı meçhul bir gömlek. İrfan bu dış kabuğun içinde yüzerdi; uzun süredir kendi halinde gelişen şeker hastalığı onu yavaş yavaş kemi­riyordu. İki elinin parmakların­daki yaralar iyileşmiyor, kirli sargıların içinde bazı parmak­ların eridiği gözle görülüyordu. Bir kolunu kullanamıyordu, omuzundan askıya alınmış bu kolun görevi; İrfan’ın üstün­de önemle çalıştığı “Bizans müziğinin” notalarını karala­dığı bir defteri taşımaktı. Şiir çalışmaları da buna eklenince, kaputun iki cebi de arşiv göre­vini yapıyordu. Bu kolla bazen bozuk bir mandolin de taşırdı, bu parmaklarla bir çalgı işlevi olamayacağı için kimse sesini çıkartmazdı. Bir de ağzında her zaman yanan bir sigara olma­sıydı, elini kullanmadığı için, sigaranın nasıl olur da ağzını yakmadığını merak ederdim. İrfan her zaman meşguldü, kimsenin haberi olmadığı Bizans müziğini çalışmalarına katkıda olmak için aramızda bir Bizans Korosu kurmak kararı aldık, İrfan yönetecekti koroyu, çaycı Ahmet’in yan mekanında toplandık, önemli olan müziğe saygıydı, şamata yapmadan ve de İrfan’ı ürkütmeden. Ne yazık ilk toplantıda koroda kimin önde kimin arkada olacağı ko­nusunda çıkan tartışmada İrfan tarafsız kaldı ve de oyun bozan­ları korodan çıkarttık. Dalga geçmek bir yana kimse de bu Bizans müziğinin ne olduğunu anlayamadı ama şair tarafının önemini; İrfan’ı yüreklendire­rek, Ters Horoz kitabının basıl­masına ve de Akademi’de bir “hommage” günü yapılmasına kadar gerçekleşti. İrfan “absürt şiir”de kendinin öncü olduğunu savunurdu, örneğin:

İstanbul’u dinliyorum

Gözlerim kapalı

Maçka’ya gidemiyorum

Kagit_Uzerinde_10

Karaköy tıkalı

Tak tik tak biraz sonra

Nemçe kralı da orda

Ya da başka bir şiir, yine Ters Horoz kitabından:

GANGSTER

Bir gün

Gidiyordum “Mançester”de

Bir gangster gördüm

Kagit_Uzerinde_11

Yatıyordu yerde

Ey Mançester Mançester

Bu ne biçim gangster

Paçasını almışlar

Aşşık kemiği nerde.

O yıllar ilgilenmediğimiz “petrol” ve Ortadoğu’nun far­kındaydı İrfan:

Şattülarap

Halim harap

Nasibim olsun

Bi yudum petrol

(…)

Akademi’deki yıllarımdaki büyük dostum Necati Ayden’le (Kürt Neco) İrfan’ı nasıl tiyatro­ya bağlayabiliriz kurgularını, hemen üstüne gitmeden, önce anlatarak, sevdirerek yapmayı kararlaştırdık. Yine o günlerde beraberce, morgda kavanoz­lardaki fetüsleri süper 8 mm. çekmiştik ama bu çekimleri senaryosunu yazdığım “Giz” fil­minde kullanacaktık. Bu her iki projede de İrfan’a önemli bir rol düşüyordu. Sonuçta bu yakla­şımlar tersine döndü, İrfan önce kendisinin de bu konuda bir oyun yazdığını, nasıl olur da bir Alman bunu kendi yazmış gibi gösterdiğini, bize defterlerin­den bunu bulup göstereceğini söyledi. Gençtik, biraz naiftik ve de aklı dağıtan tüm bozukluk­lardan haberimiz yoktu. Mimar bölümünden bir arkadaşımız bize İrfan’ın ileri derecede şizof­ren olduğunu kanıtladığında, daha başka bakmaya başladık İrfan’a ve de ona bir başka türlü yardıma karar verdik. Evet, Aka­demi Heykel bölümünde herkes Atatürk büstlerinden yolunu buluyordu; neden İrfan bundan nasibini almamıştı? Karar ve­rilmişti, önce hocalara soruldu, çok ilginç onlar İrfan’ı bizden iyi tanıyorlardı, yanıt “Atatürk ve İrfan, nasıl olabilir?” Evet olabi­lirdi ve biz daha çoğunluktay­dık. Konkur mu unuttum ama İrfan bir Atatürk büstü yaptı ve bronz dökümüne kadar peşini bırakmadık, sonuçta Emirgan Parkı’na konulmak üzere resmî bir anlaşma yapıldı, bir törenle büstün açılışı yapılacaktı.”

Zero Hipotez, Fragmanlar (2018 Bozlu Art Project) önemli bir anı kitabı genel hatlarında. Bu eksenden taşan bölümleri de var, biri de ne yazık ki Orhan Pamuk-Anselm Kiefer buluşma­sıyla ilgili: Alman sanatçının ya­pıtına talihsiz yaklaşım bence.

Buna karşılık, kitabın Cellât Ali (s. 98-105), Hayalet Oğuz (s. 151-155), Cihat Burak (özellikle s. 114-115), Orhan Veli’nin ölüm maskesi (s. 177-178), Paris’teki Türk elçiliğinde kavga (s. 190- 199) bölümleri hem iyi anla­tılmış, hem belgesel nitelikler taşıyor.

Cihat Burak’ın kedi mace­raları ve onlarla muhaveresi (!) başlıbaşına bir antologya parçası.

Orhan Veli’nin ölüm maske­sini kızkardeşi Firuzan Hanım, Ömer Koç’a emanet etmiş.