Kudret, korku ve kin tutuculukla özdeşleşen filler Afrika-Avrasya dünyasının en sembolik hayvanlarından biriydi. Ağır hareketi, güçlü yapısı ve kendi âlemi içindeki rakipsizliğiyle insanları kıskandırıyordu. Sonunda insan ona sahip oldu. Bozkırda at üstünde oradan oraya hareket eden ve yerleşecek yeni yurtlar arayan hızlı-aceleci Türkler ve Moğollar için pek kullanışlı sayılmazlardı.
Latince elephas’tan Batı dillerine, Akkadca pîru’dan Arapçaya ve oradan Türkçe gibi başka kimi Doğu dillerine “fil” diye geçen hortumlu yaratığın evrimsel kökleri 56 milyon yıl öncesine uzanır. Mamutlar kadar şanssız olmayan türler varlığını sürdürdü ve insanlarla ilişki kurmaya başladıktan sonra devasa cüsseleriyle dikkatleri çektiler. Karada onlardan büyüğü yoktu, hayvanlar âleminde onlara yan gözle bakacak bir rakipleri de bulunmuyordu. Bu yürüyen kulelerin tek korktuğu şey, kulaklarına girip rahatsızlık veren küçük orman fareleriydi.
Asya ve Afrika fili olarak iki ana gruba ayrılan bu familyanın birincisi 7.5 ton ve 3-4 metre, ikinci tür olanı 5 ton ağırlığında ve ortalama 3 metredir. Asya fili zeki, sadık, uysal ve son derece kinci olmasıyla tanınır. 60-70 yıl yaşar, dişiler 7 senede bir doğurur ve 2 yıl kadar yavrularını emzirir. Sadece yeni doğanlarla değil, ölüleriyle bile onları yoklayarak ilgilenirler. Bu özellikleri filleri insana ve insansı maymunlara yaklaştırır; onlarda kendisi dışında bir başkasının zihin sahibi olduğunu kavrama becerisi bulunduğunu düşündürür. Omuz ve kalçaları dışında eklemleri olmadığı için ayakta uyurlar; yan düşerlerse ancak türdeşlerinin yardımıyla ayağa kalkabilirler. Bu açıdan sosyal varlıklardır, yardımlaşırlar. Büyük fil grupları anaerkildir ve yavrular grup üyeleri tarafından ortaklaşa bakılır.
Travmadan terapiye
Belgrad’daki savaş esirlerini fillere ezdiren Kanunî Sultan Süleyman, düşmanlarına istisnai bir ceza veriyor. İki Hintli sürücü tarafından idare edilen fil, muhtemelen saraya Babürlüler veya Safevilerden armağan gelmiş. Bir Timurlunun ya da Osmanlılara karşı Timur imgesine sığınan bir devletin gönderdiği fil, ona büyük büyük dedesi Yıldırım’ın meşhur yenilgisini hatırlatabilirdi ama, o acı hatırayı tersine çevirip dünyaya “sahipkıran”ın kim olduğunu göstermeye çalışıyor gibi (Arifî, Süleymannâme, res. ?, 1558. TSMK H. 1517).
İnsan türünün çoğalıp oraya-buraya yayılmasıyla bu iri gövdeli mahlukatın göç yolları da işgal edilmiş oldu. İnsanların tarlaları dev ayaklar tarafından ezilince fillerle insanlar çatıştılar. Ancak kimi sivri zekalılar rakip kabilelere karşı bu görkemden faydalanmak istedi: Derin çukurlar açtılar ve içine sebze-meyve doldurup fillerin buraya düşmesini beklediler. Fil düşünce farklı renklerde kıyafetler giyinen üç-dört kişi uzun sopalarla acımasızca tuzağa düşeni dövdü. Beyaz giyimli bir başka insan ortaya çıkıp bu renkli giyenleri kovalayınca filin gözüne dost göründü ve bu bakıcı hileyle onun sırtına binmeyi başardı.
Hinduizmin tanrılarından Ganeşa’nın fil başlı olmasının, Buda’nın insan formuna bürünmeden önce fil olduğu inancına dayandığı söylenir. Kuran’da fillerle Kâbe’yi saran Ebrehe’nin ordusuna karşı gönderilen Ebabil kuşlarından bahsedilir. Fil etinin yenmesi Müslüman mezheplerin çoğunda haram ya da mekruh olarak nitelenmiştir. Dişinin kullanılması konusunda çeşitli görüşler vardır (günümüzde Afrika’nın bazı bölgelerinde kontrolsüz fildişi avcılığı nedeniyle bazı filler evrimleşerek diş çıkarmamaya başladı).
Bir zamanlarki satrancı icat eden isimsiz Hintli ya da Hintliler, buraya savaş elemanlarını temsilen atı ve fili eklemişler. 6. yüzyıla dayanan Hint kökenli Kelile ve Dimne masalları arasında yer alan tarlakuşu öyküsünde fil, zalim hükümdarı ve onun ettiklerinin yanına kalmayacağını simgeler: Yuvası fil tarafından ezilen tarlakuşu, türdeşleriyle gagabirliği edip filin gözlerini oyar; kurbağalar uçurum kenarında vıraklayarak kör filin suya yaklaştığını sanmasına yol açar; fil uçurumdan düşüp ölür.
Gel zaman git zaman bu masal yaratıkları kibirli hükümdarların gösteriş ve korku timsaline dönüşür. Büyük İskender, Pers hükümdar 3. Daryüs’ün ordusunda filler bulunduğunu görünce bir hile düşünmüştü. Samanlara gizlediği askerleri aniden dışarı çıkıp bağırınca korkan filler arkadan kendilerini takip eden piyadeleri ezmiş ve İskender’e zaferi getirmişti. Bu olayı, bir savaşta develeri önden gönderip korunmayı amaçlayan 1. Murad’a karşı usta savaşçı Evrenos Bey hatırlatmış, sultanı fikrinden döndürmüştür. Taberî (öl. 923), Araplarla Sasanîler arasındaki 635 tarihli Kadisiye Savaşı’nda İran ordusunda 30 filin bulunduğunu ve ilk korkularını atlatan Arapların fillerin gözlerini hançerlediğini söyler. Kartacalı Hannibal (öl. MÖ 183), Avrupa tarihinde ilk ve son defa savaş fili kullanandır.
En çok savaş fili kullanan İslâm devleti ise Gazneliler idi. Gazne yakınlarındaki geçit törenine “Sultan Mahmud’un 1.300 teçhizatlı fili katılmış” derler. Büyük Selçuklu Sultanı Sencer 1119’da yeğeni Mahmud’la yaptığı Sâve Savaşı’nda 40 fil kullanır. Harizmşah Alaaddin Muhammed bir vakitler ganimet olarak eline geçen filleri 1220’deki Semerkand savunmasında Moğollara karşı harekete geçirir ama başarılı olamaz. Harekete ve hıza düşkün Cengiz Han, eline geçen hantal filleri beslemeyi uygun görmeyip bozkıra salıvermiştir. Onun soyuna damat olan Timur ise 1402 Ankara Savaşı’nda 30’dan fazla fil kullanır.
Anadolu’da yetişmeyen bu hayvanlar Osmanlılar üzerinde büyük bir korku-travma oluşturmuş olmalıdır. Selanikî’ye (öl. 1600) göre Osmanlı sarayı ahırlarında İran şahlarının hediyesi filler vardı. Bu filler şüphesiz olası bir savaşta sivri dişleri İran memleketine döndürülsün diye gönderilmemişti. Hem şahın görkemini ve cömertliğini simgeliyor hem de Şah İsmail’in Selim’e kendisini “doğudaki Timurvârî güç” olarak sunduğu imajını taze tutuyordu.