Kasım
sayımız çıktı

Eski yollarda yürümeyelim gelecek yılları yitirmeyelim

Hayatta kendi başına, kendi çabasıyla pek bir şey üretememiş insanlar, belli bir yaşa gelince varoluşlarını “sosyal” kılmak ister. Say­gınlık yani itibar denen durum, onlar için esas olarak “etraf”tan gelen bir olumlama, bir sosyal statü bileşenidir. Ülkemizde bu kombinasyon için, bilindiği gibi 3 temel alan bulunur: Devlet, din, para. Tabii en iyisi, bunların hepsini birarada “idare eden” bir varoluş biçimidir ki, bu duruma şimdilerde “Yeni Türkiye” diyoruz.

Tabii herkes bu varoluş vaziyeti için yeterince şanslı doğmu­yor. Yersiz-yurtsuz-parasız olmak; önceden gelene bir -ek ya­pamamak; devamsızlık, sıradanlık ve bir tür çaresizlik içerisin­de bir “kapı” arama mecburiyeti… Tüm bunlar din olgusunu bir motif değil de kumaşın kendisi olarak dayatınca; bir tür saygı, özsaygı ve giderek bir hakimiyet alanı yani bir iktidar keyfiye­ti-kıyafeti de ortaya konmuş oluyor.

Tarikatler ve cemaatler, biz Türkler için İslâmiyet içindeki heterodoks istikametler olmuş. Bu iki kavramın kökeninde de “yol” ve “birlik” var. Ancak sadece bugün değil, tarihimizin her döneminde siyaset dediğimiz çukur, bu yolları ve birlik-bera­berliği bozmuş, hâlletmiş. Özellikle İstanbul’un fethiyle deği­şen devran, din alanında da yeni formatları, yeni çatışmaları ve tarikat-cemaatlerin farklı inisiyatiflerini harekete geçirmiş. Fatih dönemindeki revizyonlardan Mustafa Kemal Atatürk’e yaklaşık 4.5 asırlık dönem, devlet organizasyonu içindeki ve dışındaki “paralel” veya “dikine” örgütlenmelerle doludur. Sadece bu iki müstesna lider, dini devlet işlerinden ayırma ira­desi göstermiş; daha doğru bir ifadeyle, bu inisiyatiflere devlet kontrolü getirmeye çabalamıştır. Günümüzdeki Diyanet yapısı da, aslında bu “laiklik” anlayışının bir sonucudur. Dolayısıyla bugün “tarikat ve cemaatlere destek olacağız” diyen anlayışın aslında Diyanet yapısını da ortadan kaldırması gerekir ki, bu “sivil” yapılar sadece pratikte değil, kağıt üzerinde de istedikleri gibi örgütlenip çalışabilsin; genç insanları kendi “yollarına” çekebilsin! Yakın tarihimiz Fethullah örgütü gibi “devlet içinde illet”lerle doludur ama, nedense siyasi iktidarların “karga besleme” arzusu, bunları diğer “düşmanlara” karşı kullanma opsiyonu bir türlü sona ermez. İnsanlar öldürülür, şehit edilir; ders almayız.

Bu satırlar yazılırken Güneydoğu’dan gelen şehit haber­leriyle sarsılıyoruz. Teröristlere karşı mücadelede yitirilen askerlerimiz… Böyle bir durumda, hayatın diğer alanlarına dair birşeyler söylemek neredeyse imkansız, anlamsız. Mesele, sosyal medya üzerinden intikam çığlıkları atmakta değil; bir ve beraber olmakta. Türk milletinin yeni yılda önce kendisiy­le barışmaya; “öteki” dediği, “bizim mahalleden değil” dediği insanlarla kucaklaşmaya; bu meseleyi siyasetüstü bir hâle getirmeye ihtiyacı var. Hiç değilse çocuklarımız için.