Dostoyevski’nin (1821-1881) yaşadığı 19. yüzyıl Tolstoy, Gonçarov, Turgenyev ve Gogol gibi önemli yazarların çıktığı Rus edebiyatının altın çağı idi. Bu dönem, Rus siyaset dünyası da reformcular ve muhafazakarlar arasında büyük çekişmelere sahne olmaktaydı. Gençliğinde radikal fikirlere sahip olan Dostoyevski, ilerleyen yıllarda dindar bir Rus milliyetçisine dönüşecekti. En büyük ve unutulmaz ve her dem taze eserlerini de bu dönemde yazacak, ardında müthiş bir edebiyat mirası bırakacaktı.
1 Çağdaşı yazarlar refah içerisinde; o hayatı boyunca yoksullukla içiçe
Dostoyevski, baba tarafından Belarus-Pinsk-Dostoyevo’ya, bir küçük-soylu aileye mensuptu. Babası hırslı bir doktordu ve çocuklarının eğitimine büyük önem veriyordu. Ancak önce annesinin sonra da babasının ölümüyle (1837-39) Dostoyevski ile 6 kardeşi öksüz ve yetim kaldı. 1838’de girdiği saygın St. Petersburg Askerî Teknik Üniversitesi’nden 1843’te mühendis çıktı, fakat hemen 1 yıl sonra bu mesleğin kendisine uygun olmadığını düşünerek buradan ayrıldı.
Edebiyat kariyerine Fransızca çeviri yaparak başlayan Dostoyevski hemen ardından 1844-45’te İnsancıklar romanını yazdı ve kısa sürede edebiyat çevrelerinde şöhrete kavuştu. Ardından Öteki romanını yayımladı. Bu sırada tanınmasına vesile olan eleştirmen Belinski’nin çevresinden uzaklaşarak ütopyacı radikallerin bulunduğu Petraşevski Topluluğu ile yakınlaştı. 1848 Avrupa Baharı ayaklanmalarının hemen ardından, 1849’da kendi ülkesindeki tehlikeyi bertaraf etmek isteyen Çar 1. Nikolai, birçok muhalifi tutuklatıyordu. Petraşevski’nin çevresinde bulunan Dostoyevski de bu dalgadan nasibini aldı ve bir hücrede 6 ay boyunca idam edilmeyi bekledi. Sonunda sahte bir infazla korkutuldu; sürgüne gönderildi. Sürgün dönüşünde kardeşi Mihail’le yayımladığı eserler sayesinde ilk defa önemli bir kazanç elde etti. Bununla uzun süredir hayal ettiği Avrupa seyahatini yaptı, fakat burada -özellikle Almanya’nın Baden-Baden kentinde-edindiği kumar alışkanlığı, Dostoyevski’yi mâli olarak tüketti.
Sürekli olarak ekonomik sıkıntıda olduğu için yayınevleriyle şöhretine nazaran düşük teliflerle anlaşmalar imzaladı; onların eserin uzunluğu ve yayımlanma tarihiyle ilgili baskılarına maruz kaldı. Eserlerini bu doğrultuda yazarken, Kumarbaz adlı romanını daha sonra eşi olacak stenograf yardımcısı Anna Snitkina’ya dikte ederek 26 günde tamamladı (Dostoyevski romanlarını çevirilerden okuyanların daha şanslı olduğu, zira hızlı yazılmasından dolayı Rusçasında birçok anlatım bozukluğu bulunduğu söylenir). Dostoyevski, kumar alışkanlığı ve yayıncılarla yaptığı düşük telifli anlaşmalar nedeniyle ancak hayatının son dönemlerinde nispeten rahat bir hayata kavuşabildi.
2 Ünlü yazar sadece Türklerden nefret etmiyordu. Yahudiler, Fransızlar ve İngilizler de hedefindeydi
Yazarın yaşadığı dönem cumhuriyetçilik, milliyetçilik, sosyalizm gibi “Avrupalı” ilerici/ilerlemeci fikirlerin Rusya’da da yayıldığı bir dönemdi. İngiltere gibi Rusya da emperyalist politikalar izliyordu. Kırım Savaşı’nda (1853-56) Osmanlı Devleti’ne karşı yapılan savaşta Britanya ve Fransa’nın Türkler tarafında yer alması; 1861’de Çar 2. Aleksandr’ın serfliği kaldırması; 1875’te Bosna’da başlayıp Karadağ’da devam eden Slav isyanlarına Rusya’nın destek vermesi ve ardından Osmanlılara savaş (’93 Harbi-1877-88) açılması, onun düşünsel dünyasına şekil veren önemli hadiselerdi.
Dostoyevski, Çarlık’ın Osmanlılarla mücadelesinde Müslüman Türkleri aşağı görüp Ortodoks Rusları yüceltiyordu. Günlükler’inde sürekli olarak İstanbul’un artık Rusya’nın eline geçmesi gerektiğini vurguluyordu. Türklerin yanısıra hem Avrupa’da hem Rusya’da yaşayan Yahudileri de romanlarında ve mektuplarında “Yid” (Çıfıt) diyerek ve olumsuz özellikler atfederek aşağılıyordu. Ona göre Roma İmparatorluğu ülküsünü devam ettiren Fransa ve Fransızlar; Rusya’da ve Rusya dışında yaşayan Polonyalılar; Papalık ve yozlaşmış Katoliklik de “düşük” nitelikteydi.
Almanlar (ve özelde Şansölye Bismarck) Dostoyevski’nin övgüsüne mazhar olmuş olsa da, onlar için de olumsuz ifadelerde bulunmuştu. Sadece halklar ve milletler onun öfkesinin nesnesi olmamış; Fransa Başkanı MacMahon ve Britanya Başbakanı Benjamin D’Israeli de Günlükler’de hor görülmüştü. Yazar, Batılı tarzda bir modernleşmeyi savunan çağdaşı Rus aydınlarıyla da alay etmekten geri durmamıştı.
3 Giderek radikal bir reaksiyoner olmasına rağmen, eserleri Sovyet Devrimi’nden sonra da yasaklanmadı
Dostoyevski, Çarlığı yerli bir güç olduğu için överken cumhuriyet ve sosyalizm (George Sand ve Hıristiyan sosyalizmini ayrı tutarsak) gibi Batı’dan gelen düşüncelere şiddetle karşı çıktı. Onun söylemleriyle Marksist düşünce neredeyse tamamen birbirinin zıttıydı. Buna rağmen Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde 1918’de Moskova’da Dostoyevski’nin heykeli dikildi; kendisi “devrimin peygamberleri” arasında gösterildi. Stalin’in daha ilk yıllarında, 1926-30 arasında Dostoyevski’nin tüm eserlerinin “Sovyet edisyonu” yayımlandı. Maksim Gorki’nin başında bulunduğu Sovyet Yazarlar Birliği sosyalist realizmi önplana çıkarırken Dostoyevski geri plana atıldı, fakat bu da kısa sürdü. 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla “vatansever şair” olarak tekrar gündeme geldi.
1946’da ise Jdanov doktrinine göre dünyada iki kamp vardı; biri emperyalist ABD diğeri ise demokratik SSCB. Bu dönemde de Dostoyevski’nin eserleri “gerici bireyselci burjuva ideolojisi”nin bir ifadesi sayıldı. Ancak bu da kısa sürdü ve Stalin döneminin bitmesiyle libarelleşme başladı. Bunun sonucunda Dostoyevski’nin eserleri hem edebi hem akademik çevrelerde yeniden değerlendirildi ve filmleştirilmeye başlandı.
4 Yaşadığı dönemde Rusya’da, ölümünden sonra ise tüm dünyada edebiyatın en büyük isimlerinden biri oldu
Dostoyevski, İnsancıklar ve ardından Öteki romanıyla Rus edebiyat dünyasında önemli bir şöhret edindi (Turgenyev ve Nekrasov’un onu “edebiyatın burnunda kızaran bir sivilce” olarak nitelemesine rağmen). Hayatının son demlerinde sağlığı iyice kötüye giderken Dostoyevski birçok ödül aldı ve Rus Bilimler Akademisi’ne üye seçildi.
Avrupa’da ise Rusya’nın aksine ancak ölümünden sonra tanınmaya başlandı. Her ne kadar İnsancıklar romanı yayımlanmasından kısa bir süre Almanya’da bir dergide basılmış olsa da, eserlerinin batı dillerine çevrilmesi ve piyasaya sürülmesi yazarın ölümünden sonra, 1881-1885 arasında gerçekleşti. Türkçede ise ilk Dostoyevski, Refik Halit (Karay) çevirisiyle 1917’de Yeni Mecmua’da Ölü Bir Evden Hatıralar (Zindan Hatıraları) adıyla tefrika edildi. Yine aynı dergide 1918’de bu defa Ruşen Eşref (Ünaydın), yazarın Beyaz Geceler romanını Fransızcadan çevirerek yayımladı. İlk Türkçe Dostoyevski kitabı da 1933’te Haydar Rıfat çevirisiyle, Ölüler Evinin Hatıraları adıyla piyasaya çıktı.