Şükrü Hanioğlu tarafından yazılan Atatürk – Entelektüel Biyografi kitabı, Mustafa Kemal üzerine yazılmış ve ideolojik yönü ağır basan “güzelleme”lerden farklı bir nitelik taşıyor. Hanioğlu, “O, ‘çağdaş’, ‘medeni’ ve ‘modern’ toplum yaratılması ve yeni kimlik ve aidiyetleri olan millet inşa edilmesi tasavvurları üzerine yoğunlaşmıştı”diyor. Röportaj.
Cumhuriyetin 100. yılına denk gelen kitabınızın bugüne kadarki biyografi çalışmalarından farklı olarak “entelektüel biyografi” olarak tasarlanmasının nedeni nedir?
Bu kategorideki eserler doğal olarak, bir şahsın hayatını ele almakta, ama onun dünya görüşünün oluşumu, düşüncelerinin şekillenmesi üzerine yoğunlaşmakta ve bulguların tarihî açıdan taşıdığı önemi ortaya koymaktadır. Ben de bu çerçevede, Atatürk’ün dünya görüşünün nasıl şekillendiği, bunun kendisinin geliştirdiği siyasetleri nasıl etkilediği ve değişik alanlarda ortaya koyduğu tezleri teorik çerçevelere yerleştirmek için yaptığı okumaları ele alan bir entelektüel biyografi hazırlamaya çalıştım. Amacım, yaşamının değişik veçhelerini konu alan çok sayıda çalışma yayımlanan Atatürk’ün en fazla ihmal edilen yönünü değerlendirmek ve sürekli atıfta bulunulmasına karşılık içi doldurulamayan “kurucu ideoloji”nin temel dayanaklarını ortaya koymaktı.
Bugüne kadarki geleneksel biyografi çalışmaları ne oranda tatminkar?
Atatürk hakkında yazılan kitapların önemli bir bölümü Batı literatüründe “hagiography”, bizim yazımımızda ise “menâkıbnâme” ve “tezkire” şeklinde adlandırılan türün örnekleri. Bu niteliklerinden dolayı, entelektüel biyografi özelliği taşımıyorlar. Bunlar, Atatürk’ün nasıl şekillendiğinden ziyade nasıl şekillendirdiği konusuna odaklanıyorlar ve Atatürk’ün etrafında oluşturulan şahıs kültünün de etkisiyle söz konusu şekillendirmeyi insanüstülük, öncesizlik ve mucize kavramları üzerinden açıklamaya gayret ediyorlar. Bunun da ötesinde, çoğunluğu yabancı yazarlar tarafından kaleme alınan az sayıda çalışma dışında, Atatürk üzerine yazılan biyografiler de uluslararası akademik ölçütlerle değerlendirildiğinde “biyografi” niteliği taşımamaktadır.
Atatürk’ün düşünce dünyasını şekillenmesinde temel etmenler nelerdir?
Atatürk’ün dünya görüşünün şekillenmesinde; Tanzimat’ın eşitlik temelli kozmopolitliğinin hayata geçirildiği en önemli şehirlerden olan Selânik’te geçen çocukluk ve gençlik yılları; Osmanlı askerî eğitiminin aşılamaya çalıştığı değerler; Colmar von der Goltz’un Osmanlı subaylarına biçtiği yeni toplumsal rol; ana akım ikinci kuşak Jön Türklük ve İttihadçılığın temel yaklaşımları; 2. Abdülhamid döneminde entelektüel mehâfilde etkili olan bilimcilik; Le Bon etkisiyle ortaya çıkan seçkincilik;2 Meşrutiyet Garpçılığı ve Türkçü hareket etkili olmuştur. Bu etkileşimler, onun, geleceğin toplumunda hurâfeye indirgenecek “din”in yerini “bilim”in aldığı, “modern”in “geleneksel”i sahneden sildiği bir toplum tasavvuru geliştirmesine yol açmıştır. Bunun yanısıra siyasî açıdan kendisini, Goltz’un kuramı çerçevesinde, “Türk millet-i müsellâhası”nın (silahlanmış millet) yol göstericisi ve Le Bon’un kavramsallaştırmasıyla, “yığınlar”ı eğitecek, onları aydınlatarak doğru yolu gösterecek rehber olarak gören bir karakter şekillenmiştir. Derinden etkilendiği ve sosyal Darwinist tezlerle eklemlediği Türkçülük de “millî”nin “dinî”yi ikame etmesini, ulusunun İslâmiyet öncesindeki altın çağına geri dönmesini sağlama hedefli güçlü bir seküler milliyetçilik geliştirmesini sağlamıştır.
Atatürk’ün düşünsel yaşamında bir kırılmaya, sıçramaya yolaçan bir hadise veya okumadan sözedilebilir mi?
Süregelen “Hangi Atatürk?” tartışmasına karşılık cumhuriyet kurucusu, dünya görüşü büyük değişimler geçiren, yaptığı okumalar neticesinde düşünsel kopuş veya dönüşümler geçiren bir lider olmamıştır. Tam tersine, kendisinin genç yaşlarda geliştirdiği dünya görüşünü vefatına kadar muhafaza eden bir kişi olduğu söylenebilir. Tabiî bu alanda gerçekleşen bir evrim, olgunlaşma ve şartların farklılaşmasının neden olduğu yeni yorumlardan sözetmek anlamlıdır. Bu anlamda “sıçramalar”dan bahsedebiliriz. Örneğin, çokuluslu imparatorluk gerçekliği içinde belirli sınırların ötesine geçemeyen Türkçülük, ulus-devlet kuruluşu yeni millet inşa edilmesi faaliyeti sırasında böylesi kısıtlamalardan bütünüyle âzâde Türk milliyetçiliğne dönüşmüştür. Bunun neticesinde de Atatürk, seküler Türkçülüğün savunuculuğundan, Erken Cumhuriyet Türk milliyetçiliğinin entelektüel zeminini hazırlamaya çalışan bir kişi hâline gelmiştir. Ancak söz konusu olan bir kırılma değildir. Bu vurgulanırken, Atatürk’ün okumaları ile dünya görüşünün şekillenmesi ve siyasetlerinin üretilmesi alanında diğer örneklerde gözlemlenenden farklı bir ilişkinin varolduğu gözden kaçırılmamalıdır. Atatürk’ün liderlik rolü üstlenmesini takiben, bilhassa cumhuriyet döneminde yaptığı yoğun okumalar, kendi dünya görüşü ve geliştirmek istediği siyasetlere bilimsel çerçeveler yaratma hedefiyle gerçekleştirilmiştir. Bir örnek verecek olursak, Atatürk yaptığı okumalar neticesinde Türk Tarih Tezi’ni şekillendirmemiş; bu kuramın ana hatlarını, temel iddiasını belirledikten sonra, onu destekleyecek bilimsel kanıtlar bulma amacıyla kapsamlı ama seçici okumalar gerçekleştirmiştir.
Atatürk’ün siyasi mirası hakkında neler söylenebilir?
Atatürk’ün temel amacı; modern, seküler, Fransız 3. Cumhuriyeti’nin (La Troisième République) benzeri bir cumhuriyet kurmak ve onun medenileştirilen vatandaşlarına yeni kimlik ve aidiyetleri benimsettirmek olmuştur. Doğal olarak, bu alandaki hedeflerine ulaşmasında başarı sağlayabilmesinin temel aracı siyasettir. 1919’dan itibaren siyasetin içinde ve uzun süre de tepesinde yer alan bir lider olarak, bu kurumun önemini kavradığı şüphesizdir. Buna karşılık, o, siyasete büyük tasavvurunu hayata geçirecek bir vasıta olarak yaklaşmış; bu alanda, gerekli olduğunu düşündüğü güç temerküzü ve iktidar tekelini elde etme ve koruma üzerine odaklanmıştır. Atatürk bir siyaset teorisyeni olmadığı gibi, konuyu dönüşüm programının önceliklerinden biri hâline de getirmemiştir. O, kurulacak demokrasi ve siyasi sistemin kuramsal temellerini en ince ayrıntılarına inerek tartışan, anayasayı fetişleştiren ABD “kurucu babalar”ının tersine; “çağdaş”, “medeni” ve “modern” toplum yaratılması ve yeni kimlik ve aidiyetleri olan millet inşa edilmesi tasavvurları üzerine yoğunlaşmıştır. Bu açıdan bakıldığında, Atatürk’ün tesis ettiği siyasi sistem ve yaptırdığı anayasanın günümüzde mevcut olmaması şaşırtıcı değildir. İlginç olarak, Atatürk’ün bânisi olduğu “cumhuriyet” dışındaki en önemli iki siyasi mirası, kurduğu siyasi sistem ve parti değil; inşa edilmesine dolaylı katkı verdiği “şahıs kültü” ile belirli bir seviyenin ötesinde kurumsallaşmasını arzulamadığı “Kemalizm” olmuştur. Yeni bir yorumunu yaptığı neo-patrimonyal siyasi sistem sürmektedir; ancak, bu onun mirasını sahiplenmeden ziyade Osmanlı-Türk toplumlarında patrimonyalizmin egemen siyaset modeli olması, kısa aralıklar sonrasında ona geri dönülmesinden kaynaklanmaktadır. Benzer şekilde, kurduğu siyasi parti vefatından başlayarak önemli bir dönüşüm yaşamış, iki savaş arası dönem yapısından, çoğulculuğa karşı çıkmayan ve sosyal-demokrat olma iddiası taşıyan bir örgütlenmeye evrilmiştir. Buna karşılık, onun mimarı olmadığı, ama yaratılmasına katkıda bulunduğu şahıs kültü ile dogma haline dönüşmesini engellemeye çalıştığı Kemalizm varlığını ve etkisini sürdürmektedir.