Batılı yönetimler İsrail’in Filistinlilere yönelik terörüne açık destek veriyor. Ancak Batı toplumunun ciddi bir bölümü, soykırıma varan saldırılardan rahatsız. Özellikle ABD’nin seçkin üniversitelerinde, Filistin’e destek eylemleri yayılıyor. 25 eyalette 43 üniversiteye yayılan eylemler 68 direnişiyle paralellikler taşıyor.
Dünyanın dört bucağında üniversite yerleşkeleri, İsrail ordusunun Gazze’deki katliamına karşı seferber olmuş durumda. Filistin topraklarında soykırım sürerken, güvenlik güçleri sanki savaşı kampüslere taşıyor. 7 Ekim sonrası her gösteri, her savaş ve soykırım karşıtı söz ya da protesto, anti-semitist olarak damgalanıyor. Kampüs protestoları ile böylesi bir “şeytanlaştırma” da izleniyor.
ABD’den başlayan ve belleklerden silindiği sanılan 68’in Vietnam Savaşı’na karşı gösterileri akla getiren gösteriler, ağır baskılara rağmen Paris, Lausanne, Montréal, Mexico, Sydney’e yayılmış durumda.
17 Nisan’dan başlayarak Amerikan üniversite yerleşkelerinde Gazze için seferberlik, 40’ı aşkın okul ve kampüste, Atlantik’ten Kaliforniya’ya kadar geniş bir coğrafyada şiddetli çatışmalara yol açtı. Yaklaşık 2.500 kişi gözaltına alındı. Ülkenin ve dünyanın en prestijli üniversitelerinden olan Columbia, bu seferberliğin ağırlık merkezini oluşturdu. Ardından Los Angeles’ta (University of California – UCLA) olaylar patlak verdi. Brown Üniversitesi (Rhode Island) ise polis çağırıp öğrencileri şiddetle bastırmak yerine, göstericilerin kampı dağıtmaları karşılığında Gazze’deki soykırımda rolü olan şirketlerle ilişkilerin oylanmasını kabul etti.
Durum ABD’nin bir iç meselesi olmaktan çıktı ve Birleşmiş Milletler sıralarına yansıdı; üniversitelerdeki polis baskısından endişe duyulduğu bildirildi. İnsan Hakları Yüksek Komiseri ve hukukçu Volker Türk, “gösterileri dağıtmak ve sona erdirmek için alınan bir dizi sert tedbir”den rahatsız olduğunu belirterek “ifade özgürlüğü ve barışçıl toplanma hakkının temel olduğunu” vurguladı.
Öğrenci hareketleri temelde anti-siyonist bir nitelik taşırken, yönetimler tarafından anti-semitik olarak itham ediliyor. Bu arada ABD Temsilciler Meclisi de, İsrail Devleti’ne yönelik eleştirileri anti-semitizm olarak tescilleyen bir yasayı 5 Mayıs’ta onayladı. Bundan sonra artık araştırmalarda, gazetelerde, konuşmalarda “Yahudi aleyhtarlığı” suç sayılacak (Senato’dan henüz geçmiş değil). ABD’deki muhafazakarların temel taktiği, doğal olarak İsrail aleyhtarı gösterileri bu şekilde kriminalize etmek.
60’lı yıllardan bu yana ABD’de üniversite gençliğinin, sivil haklardan başlayarak Vietnam Savaşı’na karşı eylemleriyle devam eden; 1985’te Güney Afrika’daki apartheid rejimine karşı gösterileriyle ve son olarak “Siyah Hayatlar Değerlidir” eylemleriyle öne çıkan toplumsal olaylarda, alarm zillerini çalma gibi bir hassasiyeti var. Filistin meselesi, İsrail’in Gazze’deki eylemlerinden önce de bu hassasiyetin bir parçasıydı. Dolayısıyla 7 Ekim’den sonra üniversite kampüsleri barışçıl gösterilere sahne olurken, dünyadaki haber kaynakları için bir haber değeri taşımıyordu. Ta ki toplumsal hareketlerin patlak vermesinde simgesel bir önemi olan yüksek prestijli Columbia Üniversitesi’ndeki gelişmelere kadar.
3 Nisan’da Columbia Üniversitesi, Tel Aviv’de bir proje üzerinde çalıştığını duyurdu. Bunun üzerine 93 öğretim görevlisi, bu çalışmaların İsrail’in mevcut politikasını onaylamakla eşdeğer olduğunu açıkladı. Filistin yanlısı öğrenciler de bu durumu protesto etti. Üniversite rektörü Minouche Shafik’in Kongre huzuruna çağrıldığı 17 Nisan günü, öğrenciler Hamilton Hall’u işgal etmeye başladı. Devlet ricali ise, Columbia gibi seçkin bir üniversitede öğrencilerin kefiye takıp haftalarca Filistin yanlısı gösteriler yapmasına öfkeliydi.
Rejimin tüm kurumları, üniversite yetkilileri, medya, Demokratlar, Cumhuriyetçiler İsrail’i kayıtsız-şartsız desteklerken; öğrencilerin Filistin’i desteklemesi hesapta olmayan bir şekilde Biden yönetiminin siyonist eğilimlerini de deşifre eden bir boyuta taşındı. Protestocular, kurumlarının akademik-ekonomik bağımsızlığını ve üniversitenin Gazze’deki savaştan kâr sağlayan fon ve şirketlerdeki hisselerini elden çıkarmasını talep ettiler. İşgal 3. haftaya girdiğinde, rektör Minouche Shafik kampüsün boşaltılması için New York polisini çağırdı (18 Nisan). Mezuniyet törenine 1 aydan az bir süre kala göstericilere idari yaptırım uygulandı. 22 Nisan’da tüm yüzyüze dersler iptal edildi. Ancak tüm bunlar protestoları yatıştıramadı. Polis bir defa daha müdahale ederek göstericileri dağıttı ve bu defa 300’e yakın öğrenci tutuklandı. Politikacılar da devreye girdi. Demokrat Alexandria Ocasio-Cortez, “kampüsteki genç öğrencilerin şiddet içermeyen gösterileri sırasında polisi aramak, gerilimi tırmandıran, pervasız ve tehlikeli bir eylemdir” diyerek polisin üniversiteye girmesini protesto etti. Başkan Biden ise Yahudi karşıtı protestoları ve “Filistinlilere ne olduğunu anlamayanları” kınayarak uzlaşmacı bir duruş sergilemeye çalıştı.
ABD’de üniversiteler için en önemli kaynağı/desteği sağlayan bağışçıların ve politikacıların baskısı altında kurum yöneticileri, sert önlemler için polise başvurdular. Bugüne kadar hocalar dahil 2.500 dolayında tutuklamaya yol açan bu baskının yanısıra, öğrenciler Beyaz ırkın üstünlüğünü savunan ve siyonistlerin güdümündeki örgütlerin de saldırılarına maruz kaldılar. Yönetimlerin göstericilere karşı şiddete başvurulmasını istemesinin temel nedeni, tabii fon verenlerin sözsahibi oluşu ve bunu bir tehdit aracı olarak kullanabilmeleri. Fon verenlerin “fonumu geri çekerim” tehdidi, üniversite yönetimleri için çok daha ciddi.
Bununla birlikte ABD’de üniversite yöneticilerinin hepsi polisle işbirliğine gitmedi. Özellikle Vassar (New York), Brown Üniversitesi (Rhode Island), Northwestern Üniversitesi (Illinois) ve Evergreen State College’daki (Illinois) yöneticiler, öğrenci taleplerinin yönetim kuruluna sunulması konusunda anlaştılar.
Üniversitelerdeki hareketlilik, New York Times’ın “1968’in savaş karşıtı heyulasının geri dönüşü” başlıklı bir makale yayımlamasına da yol açtı. 1968 her ne kadar öğrenci gençlikle sınırlı olmayan, çok daha geniş kapsamlı bir toplumsal hareket idiyse de; yeni bir dünya tahayyülü ile donanmıştı ve özellikle ırkçılığa karşı duruşu, “Siyah Hayatları Değerlidir” gibi mottolarıyla tarihe geçmişti.
ABD’deki öğrenci hareketi, gençliğin büyük çoğunluğunun hislerine tercüman olduğu için de meşru bir zemine oturuyor. Öte yandan Amerikan nüfusunun ancak üçte birinin İsrail’e sempati duyduğu belirtiliyor. 700 bin üyesi olan Otomobil İşçileri Sendikası (UAW), Kasım’daki başkanlık seçimi için Biden’dan yana tutum alıyor ve Filistin yanlısı harekete açık destek veriyor. Sendikanın yeni başkanı radikal Shawn Fain, Filistin ile dayanışmasını net şekilde dile getiriyor. Daha ziyade Solcu sendikacıların oluşturduğu ve geleneksel yıllık toplantılarını sadece birkaç yüz katılımcıyla yapan Labor Notes’un bu yılki toplantısına 4.700 kişi katıldı ve çoğunluk Filistin kefiyesi taktı.
Filistin meselesi, ABD’deki iki partili sistem için de bir problem. Hem Demokratlar hem Cumhuriyetçiler İsrail’i koşulsuz destekliyor ama, üniversite gençliğinin Filistin yanlısı eylemleriyle denge bozulmak üzere. Geçmişte sivil haklar hareketi ve yakın geçmişteki “Black Lives Matter” gibi büyük kitle eylemleriyle öne çıkan toplumsal hareketlerden Demokratlar nemalanmışlardı. Ancak her iki partinin de siyonizme arka çıkması, özellikle Demokratlara oy veren kesimlerin önümüzdeki seçimlerde Biden için ciddi bir sorun olacağını göstermekte. Daha düne kadar Trump karşıtlığı üzerinden bir anlatı inşa eden Demokratlar, son hadiselerle birlikte puan kaybetmiş görünüyor.
Biden 2 Mayıs’taki konuşmasında tıpkı Cumhuriyetçiler gibi anti-siyonizmle anti-semitizmi harmanladı. 7 Mayıs’ta Holokost anısına düzenlenen toplantıda ise “anti-semitizm ABD’de yoktur” demekle kalmadı, Filistin ile dayanışma içinde bulunan öğrencilere yönelik olarak “7 Ekim saldırısının unutulduğundan” dem vurdu. 7 Ekim saldırısında ölenlerle Holokost arasında bir bağ kurarken, Gazze’de öldürülen çoluk-çocuk savunmasız 35 bin insandan hiç sözetmedi.
Donald Trump ise göstericileri “ücretli ajitatörler” diye niteledi. Biden’ın önlemlerini desteklerken onları yetersiz bulan Trump, doğal olarak Demokratların siyonist tabanının da yanına çekmeye çalışıyor. 60’lı-70’li yıllardaki anti-komünizm histerisi gibi, bugün de Filistin yanlısı hareketi şeytanlaştırmak için Yahudi düşmanlığı çığlıkları atmak doğal!
Öte yandan İsrail’in Gazze’deki cinayetleri, ABD’nin Ortadoğu’daki Arap müttefikleriyle ilişkilerini de zedeledi. Her ne kadar bu ülkelerin yönetimleri bugüne kadar Filistin için kıllarını kıpırdatmadılarsa da, ABD’nin Gazze öncesindeki yumuşama politikası da yerini bir durgunluğa -soğukluğa bırakmış durumda.
ABD Kasım ayındaki başkanlık seçimine giderken dış politika da önemli çatlaklar var. Ukrayna’ya yapılacak yardımlar kongrede Putin yanlısı Cumhuriyetçiler tarafından engellenirken, Filistin konusunda Cumhuriyetçiler ve Demokratlar birlikte davranıyor. Amerikan halkının giderek artan bir çoğunluğu Filistin’deki katliamı durdurmaktan yana tavır alırken, Biden bugüne kadar kendisine oy veren Arap, Müslüman, genç ve ilerici seçmenler nezdinde “soykırımcı Joe” olarak adlandırılıyor.
Eylemlerin ABD’de bu kadar ses getirmesi, ülkedeki güçlü İsrail lobisi için de endişe verici; dolayısıyla bütün güçleri ile hareketi kriminalize etmeye uğraşıyorlar. 1948’de Filistinlilerin yurtlarından kovularak İsrail devletinin kurulması da, sanki Nazilere karşı savaşın bir devamı olarak takdim edilmişti. Bugün İsrail’in Filistin topraklarında yıllardır sürdürdüğü yerleşimci sömürgeciliği de, bu “savunma savaşı”nın devamı gibi sunulmakta. 1982’de aşırı Sağcı Likud partisinden başbakan seçilen Menahem Begin, Ronald Reagan’ın sivillerin ölümünden duyduğu kaygıyı dile getirmesi üzerine şöyle demişti: “Hitler ve adamları derinlerde gömülü bir sığınakta masum siviller arasında saklanıyor; başbakan olarak ben de Berlin’le karşı karşıya olan yiğit bir orduya talimat verme yetkisine sahip olduğumu hissediyorum.”
Begin’den Netanyahu’ya İsrail Devleti’nin stratejisinde pek bir değişiklik olmadı.
Filistin’e destek eylemleri tüm dünyada
▶ Kanada’da Filistin yanlısı öğrenci hareketleri Vancouver, Ottawa, Toronto ve Montreal gibi bir dizi kente yayıldı. Montréal’deki prestijli McGill Üniversitesi’nde 27 Nisan’da başlayan harekette, İsrail’le akademik ve mali ilişkilerin kesilmesine kadar işgalin süreceği belirtildi.
▶ Almanya’da başkent Berlin’deki Humboldt Üniversitesi’nde oturma eylemine polis müdahalesinden sonra, belediye başkanı Kai Wegner kentte “ABD ve Fransa’daki gibi bir durumu istemediğini” belirtti.
▶ Avustralya’da Sydney Üniversitesi’nde, öğrenciler İsrail kurumlarıyla ilişkilerin kesilmesini talep etti. Üniversite başkan yardımcısı Mark Scott öğrencilere ve personelin ifade özgürlüğüne bağlı olduğunu belirterek üniversiteye polis çağırmadı.
▶ Meksika’nın başkenti Mexico’da, ülkenin en büyüğü Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi’nde (UNAM) öğrenciler gösteriler düzenledi; Meksika hükümetinden İsrail ile diplomatik ve ticari ilişkileri kesmesini istedi.
▶ İsviçre’de öğrenciler Lausanne Üniversitesi’nin (UNIL) giriş salonunu işgal ederek İsrail kurumlarının, üniversitelerinin boykot edilmesini, derhal ve kalıcı olarak ateşkes talep etti.
▶ Fransa’da başkentte 5-6 bin öğrenciyi ağırlayan prestijli sosyal bilimler üniversitesi Sciences-Po’nun (Institut d’études politiques de Paris) ana binasına güvenlik güçleri girdi. Buna rağmen protestolar devam etti. Öğretim üyelerinin de katıldığı tartışmalar yapıldı. Sorbonne’a ve birkaç üniversiteye daha yayılan olaylar karşısında Yüksek Öğrenim Bakanı Sylvie Retailleau üniversite rektörlerinden, özellikle karışıklık durumunda “ellerindeki yetkilerin tamamını kullanarak kamu düzeninin korunmasını sağlamalarını” istedi.