20. yüzyılın meşhur Alman düşünürü Karl Marx’ın hayatını ve mücadelesini konu alan ilk kurmaca film “Genç Karl Marx” vizyona girdi. Marx’ın Engels ile olan dostluğunu ve düşünce tarihini nasıl değiştirdiklerini anlatan biyografi, tarihî gerçeklik ve duygusal kurgu arasında iyi bir denge yakalamayı başarıyor.
Almanya 1844. Soğuk bir kış günü insanlar ısınmak için ormandan odun toplarken üniformalılar tarafından dayak yer ve tutuklanırlar. Zorbalık hüküm sürmekte, adaletsiz yaşam koşulları halkı ezmekte, burjuvazi gününü gün etmektedir. Öte yandan genç gazeteci Karl Marx, yayın kurulunda olduğu Rheinische Zeitung gazetesinde Prusya hükümetini kıyasıya eleştirmekte, yazılarında komünist manifestonun ilk filizleri yeşermektedir.
Bir gün Rus monarşisi aleyhinde çok sert bir yazı kaleme alır; Çar I. Nikolay’ın ‘ricasıyla’ gazete kapanır; Karl Marx ve ailesi Paris’e sürgüne yollanır. Paris’in ünlü Café de la Régence’ında, İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu’nu yeni yazmış olan Friedrich Engels’le karşılaşması ise kısa sürgünün kârı olur.
20. yüzyılın en önemli filozof ve kuramcılarından Marx’ın gençlik yıllarını konu alan film böyle başlıyor. Devrimin yaşandığı 1848’den önce olanlar, genç filozofun bir diğer önemli düşünür Engels ile 1844’te ömür boyu sürecek bir dostluğa başlaması, birlikte komünizmin ve işçi hareketinin temelini atmaları filmin esas konusunu oluşturuyor. Dostlukları fikirlerle bezeniyor ve ilk ortak çalışmaları Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi ortaya çıkıyor.
Film finale, yani 1848’deki büyük devrime yavaş yavaş olmasa da, emin adımlarla ilerliyor. Adı daha sonra Komünistler Birliği’ne dönüşecek olan Adiller Birliği’ne katılmaları ve bir manifesto yazmak üzere görevlendirilmeleriyle aksiyon kazanan filmin finali ünlü Komünist Manifesto ile taçlanıyor.
Karşılaşmalarının ilk beş dakikasında sidik yarıştıran, sonrasında muhteşem fikirleri havada uçuşan Marx ve Engels her ne kadar “riff kapıştıran”, yeni ünlü olmuş iki rock star hissi verseler de, “Genç Karl Marx” dönemin siyasal atmosferi ve diğer karakterlerin de etkisiyle sonuna dek zevkle izlenen bir film olmuş. Filmin Haitili yönetmeni Raoul Peck bir röportajında, “Hep bildiğimiz yaşlı ve sakallı devrimci ikonunu değil, 20. yüzyıl ve sonrasının dünyasına sıradışı bir etki yapan genç ve iddialı bir grup aydının olgunlaşmasını anlattım” diyor.
Ayrıntılarda oyalanmayan, duygu ve düşünceler arasında iyi bir denge kuran Raoul Peck, politik konuları başarıyla işleyen usta bir yönetmen. Dünya festivallerinden ödüllerle dönen “Lumumba” ve yine bol ödüllü, bu yıl En İyi Belgesel dalında Oscar’a aday olan “Ben Senin Zencin Değilim” adlı filmlerin de yönetmeni aynı zamanda.
Marx’ı merkeze alan bu ilk kurmaca filmi çeken Raoul Peck’in bu yapımını fazla romantik ya da fazla polemikli veya popüler kültüre fazla yakın bulanlar olabilir; ancak filmde maddi bir hataya rastlamak pek mümkün değil. Her bilgi doğru, tarihler hatasız, dönemin coşkusu eksiksiz. Bu da biyografileri, duygu aktarımında başarılı olan iyi belgesel yönetmenlerinin çekmesi gerektiğinin bir kanıtı adeta.