Kasım
sayımız çıktı

Fransa: Yakarsa dünyayı emekliler yakar

50 YILDIR GÖRÜLMEMİŞ SOKAK GÖSTERİLERİ

Bu yıl başında ülkede ilan edilen emeklilik reformu, başta ilgili yaş grubu olmak üzere geniş kesimlerin ciddi tepkisiyle karşılaştı. Macron hükümetinin by-pass manevralarıyla yasalaşan karar sonrası başlayan gösteriler kitlesel nitelik kazandı. Neoliberalizmin, krizi toplumun en örgütsüz bölümüne yükleme çabası…

Fransa 2023’te yeni bir siyasal-toplumsal buna­lıma girdi. Bunun ekolojik ve demografik boyutları var. Emeklilik yasa tasarısına karşı uzatmalı toplumsal hareketler; dünyanın sayılı kültür turiz­mi merkezlerinden Paris’te çöp tepeleriyle, ulaştırmadaki aksaklıklarla, yolların kapatıl­masıyla gündelik hayatı sürekli kesintiye uğratmakta. Başkan Emmanuel Macron’un otoriter yönetimine, uluslararası insan hakları kuruluşların da eleş­tirdiği polis baskısı ve şiddeti eklenince siyaset iyice gerildi.

18-23 GUNDEMIN TARIHI

10 Ocak’ta ilan edilen emek­lilik reformu, Fransa’da tam emekli maaşı almak için gere­ken katkı payı yıllarını artırıyor. Dolayısıyla daha uzun süre çalışmak gerekiyor. Oysa özel­likle son dönemeçte (55-64 yaş) bulunanlar için bu o kadar kolay değil. En vasıflı 55-64 yaşında­kiler, yöneticiler ve halihazırda bir işe sahip olanlar çalışmaya devam etme eğiliminde. İşsiz olanlar ise “daha düşük üret­kenlik” gibi özellikle yaşla ilgili önyargılar nedeniyle iş bulmak­ta zorlanmakta.

Emeklilik yaşının 62’den 64’e yükseltilmesi konusundaki yasa tasarısı, Macron’un çoğun­luğuna sahip olmadığı millet meclisinin by-pass edilmesiyle senatodan geçti. Eylemler ise, Mart’ın 7-8-9’unda başlayıp sokak siyasetine alışık olan Fransa’da bile tahminleri altüst ederek 50 yıldır görülmemiş bir genişliğe ve yoğunluğa ulaştı. Yurttaşların %70’inin emeklilik yasasına karşı olduğu, %60’ının da sokak eylemlerini destek­lediği bir ortamda, daha dün başkanlık seçimlerini kazanmış olan Macron’un itibarı dibe vur­muş durumda (Garip gelebilir ama %35 de fikirlerin ve dava­nın sesinin duyurması adına kimi zaman şiddet eylemlerinin ‘gerekli’ olduğu kanaatinde).

Macron sendikacıları emek­lilik maaşlarının nasıl karşıla­nacağına dair bir öneri getirme­mekle itham ederken, herhangi bir işgal veya savaş tehlikesiyle karşı karşıya olmayan Fransa’da önceki dönemde 293 milyar Euro olan askerî harcamaların 2024-2030 döneminde 413 mil­yara çıkarılacağını belirtti.

resim_2024-08-25_174747893
Macron hükümetinin Meclis’i bypass ederek geçirdiği emeklilik reformu büyük sokak protestolarına neden oldu.

Yeni yasa, insanların 43 yıl çalışmasını zorunlu kılıyor. Çalışanların önemli bir kısmı­nın emekliliği görememesi bile muhtemel! Ne de olsa emekçi­lerin ortalama ömrü, Fransa’da neredeyse müstakbel emeklilik yaşına denk gelmekte.

Öfkenin girdabını anlamak için yurttaşların %82’sinin baş­kanın sendikalarla görüşmesi gerektiğini belirttiği; %79’unun kararın geri çekilmesini iste­diği; %63’ünün sokak sefer­berliğini desteklediği; hayatı felç eden grevler ve blokajları destekleyenlerin oranının da %54 olduğu gözönüne alınırsa, demokrasinin mihenk taşının hayli tartışmalı olduğu anlaşı­labilir.

Hükümet ise mecliste azınlık olduğu için kararı kaçırırken, yine azınlık olduğu senatoda Anayasa’nın otoriter bir boş­luğunu kullanarak emeklilik yasasını bir oldubittiye getirdi. Böylece 5. Cumhuriyet anaya­sasının yürütmeyi son derece güçlendiren, otoriter yapısı bir defa daha ortaya çıktı.

2022 başkanlık seçimlerinin ilk turunda Macron, seçmenler­den sadece beşte bir oy almıştı (%20.07). İkinci turda eski Ulusal Cephe (Front National) yeni RN’nin faşist adayı Marine Le Pen’e karşı çıkan seçmenlerden aldığı %38.55 ile başkan seçil­di. Oyların yarısı çoğunlukla Sol’dan, yalnızca aşırı Sağ’ı engellemek için ona oy veren seçmenlerden geldi. Hatta bizzat Macron, sonra çabucak unutsa da 24 Nisan 2022’de “Birçok yurttaşımızın benim fikirleri­mi desteklemek için değil, aşırı Sağ’ı engellemek için bana oy verdiğini biliyorum (…) Görev bilincinin, cumhuriyete olan bağlılığının ve son haftalarda dile getirilen farklılıklara saygı­nın bekçisiyim” demişti.

Bunu izleyen yasama seçim­lerinde, ittifakının adayları ilk turda seçmenlerin %11.97’sinin oyunu aldı. Bu oranlar, 5. Cum­huriyet tarihinin tamamındaki en düşük oranlar. Bütün bunla­rın sonunda, Macron’un etrafın­daki ittifakın milletvekilleri, 289 ile çoğunluğun sağlandığı mec­liste ancak 250 sandalye alabil­diler. Böyle bir durum herhangi bir parlamenter sistemde, bir program etrafında bir koalisyon oluşturmak için az çok uzun bir tartışmayı zorunlu kılardı. Mac­ron, 2017’de Sosyalist Parti’nin (216 sandalye kaybetmişti) ve LR’nin (92 sandalye kaybetmişti) bazı seçilmiş temsilcilerini ilk defa toplayarak 314 sandalye almayı başardı. Benzer bir duru­mu 2022’de esas olarak LR’lerle yenileyebileceğini düşündü. Başarısızlığını kabul etmek ve gerçek bir ittifak önermek istemediğinden, çoğunluktay­mış gibi hareket etmeyi tercih etti. Ancak Macron, 5. Cumhu­riyet’teki en zayıf sosyal tabana, en zayıf seçmen tabanına sahip.

Nüfusun büyük çoğunluğu ta­rafından reddedilen bir reformu hayata geçirmek için kullanılan yöntemler, demokratik olmayan bir sistemin ve fiilen itibarını kaybetmiş bir başkanın redde­dilmesini kolaylaştırdı. Macron, kendisi parlamentoda çoğun­luğa sahip olmadan emeklilik reformunu geçirmeye çalışan; Meclis’teki tartışmaları 20 gün ve tüm prosedür için 50 günle sınırlayan; meclisi oldu bittiye getiren bir maddeyi kullanmak­la kalmadı; aynı zamanda bir azınlık yasa tasarısının oylama yapılmaksızın dayatılmasına izin veren ünlü 49.3’ü kullanarak emekliliğe erişim koşullarını bü­yük ölçüde değiştiren bir yasayı geçiren ilk devlet başkanı oldu.

Fransa’daki toplumsal hare­ketlerin tarihine dönüp bakar­sak, emekli maaşları üzerindeki mücadelelerin önemi çarpıcıdır. 1982’den itibaren kaydedilen çok sayıda işçi, köylü ve öğrenci mü­cadelesi var. Bunların yaklaşık 15’i ulusal seferberliklerle büyük ölçekli toplumsal hareketler. 1995’te Juppé emeklilik reform planına karşı; 2003’te Fillon’un emeklilik sisteminde reform yapma planına karşı; 2010’da yeni Fillon planına karşı; 2018’de demiryolu çalışanlarının du­rumuna karşı; 2019’da Edouard Philippe reformuna karşı; ve son olarak 2023’te mevcut reforma karşı.

1982’de 60 yaşında emekli­liğin getirilmesinden bu yana birbirini izleyen tüm hükümet­lerin öncelikli hedefi, saplantısı, bunu değiştirmek. “Uluslararası rekabet buna imkan vermez, Fransız ekonomisini mahvolur” teranesiyle emeklilerle ilgili haklarda kısıtlama temel bir hedef. Oysa şirketler tarafından ödenmesi gereken sosyal güven­lik katkı payları sistematik olarak azaltılmasına rağmen, emekli maaşlarının finanse edilmesi şüphesiz imkansız değil.

resim_2024-08-25_174752656
Kamuoyu araştırmalarına göre halkın %70’i emeklilik yaşını 62’den 64’e yükseltecek değişikliğe karşı.

Öte yandan Fransa’nın durumu Avrupa ve uluslararası sermaye için kabul edilemez görünüyordu. Zira diğer Avrupa ülkelerinde çalışma süresinin ve emeklilik yaşının yükselmesi yönündeki eğilim gerçekleşmiş durumda. Çoğu ülkede emeklilik yaşı 67’ye çıkıyor ve bunun 70’e çıkması bekleniyor. Dolayısıyla kapitalizmin bir Fransız istisnası yapması beklenemez.

Çalışma yıllarının artırıl­masına yönelik baskılar özel­likle 2008 krizinden sonra iyice pekişti. Güvenlikçilikle kemer sıkmayı birleştiren neolibera­lizm, krizi toplumun en örgütsüz kesimlerinin sırtına yüklemeye yöneldi. Böylece bir dönemin çalışma saatlerini (35 saat!) ve yıllarını azaltmaya yönelik mücadeleler, sendikaların ve Sol siyasal partilerin zayıflamasıyla uygulanabilir bir hâle geldi.

Ancak Fransa’daki eylemler­de bu defa önemli bir fark var. Geçen dönemde siyasal düzeyde, mecliste ciddiye alınabilir bir destek olmazken, bu defa LFI (Boyun Eğmeyen Fransa-Me­lenchon’un hareketi) milletve­kilerinin önemli bir kısmının gösterilerde, ablukalarda yer aldığı görülmekte. Yani uzun zamandan beri ilk defa sokaktaki mücadele, meclisle bir bağlantı kurabildi.

resim_2024-08-25_174757548
Paris’teki Arc de Triomphe üzerine protestocuların astığı pankart: “64’e hayır”.

31 Ocak’ta 2 milyondan fazla insanın katılımıyla ilk gösteriler başladı. Bu rakam, 1995’te dö­nemin başbakanı Alain Juppé’yi gerileten gösterilerdekinden fazlaydı. Ancak gösterilerin bir başka özelliği, ilk defa küçük ve orta ölçekli kentlerde de yüksek katılımın sağlanmış olmasıydı. 1970’lerden bu yana gösteri yüzü görmeyen yerlerde bile insanlar sokaklardaydı. Ocak’tan Nisan 13’e, sendikalar tam 12 defa insanları eyleme çağırdı. Polisin ve sendikaların verdiği katılım oranları her yerde olduğu gibi çok farklıydı (sayılar 500 binden 3.5 milyona uzanmakta). Olay­larda gözaltına alınanların sayısı 1.000’i geçti. Grevler (bir genel grev olmadı) gündelik hayatı felç edecek güce ulaşmadıysa da kesintiye uğrattı.

Emeklilik reformuna karşı mücadeleyi sendikalararası (CGT, Solidaires, CFDT, FO, FSU) koordinasyon yürütmekte. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Fransa’da da sendi­kacılık altın çağından epey uzak. Sendikalaşma oranı 1970’le­rin sonunda keskin bir düşüş gösterdikten sonra 1990’larda durağan bir seyir izledi ve son birkaç yılda yeniden azalma eğiliminde. 1970’lerde %25 olan sendikalaşma oranı, 1980’lerin başlarında %10 dolaylarına düş­tü. 2013-2019 arasında %11.2’den %10.3’e geriledi. Bu gelişmelerde istihdam koşullarının bozulması belirleyici ise de 2017 Macron kararnamelerini de işaret etmek gerekiyor. Bu kararnameler işyeri temsilcisi sayısını üçte bir oranında azalatarak sendikacılı­ğı zayıflattı.

Militan dokudaki bu kırıl­ganlık, emeklilik reformuna karşı gösteriler ölçeğinde pek görülmedi. Gösterileri bu kadar güçlü kılan, birleşik bir sen­dika cephesinin yerel sendika ağlarıyla içiçe geçmesi. Küçük kentlerde özellikle hastanelerde güçlü olan CFDT veya FO, EDF ve fabrikalarda güçlü olan CGT, eğitim kesiminde FSU sayesinde hareket genişledi ve yayıldı. CGT, Solidaires ve FSU gibi mücade­leci sendikaların etkin olduğu alanlarda grevler daha etkili ise de çok azı sürekli. Taban hare­ketleri, öz-örgütlenme biçimleri­ne geçişte önemli olması gereken AG (meclisler) ise yeterli değil. İnsanların sokakları, meydanları doldurması için bu çeşitliliğin katkısı önemli; ancak greve çık­mak için yeterli değil.

resim_2024-08-25_174802807
Temizlik işçilerinin 6 Mart’ta başlayan grevi nedeniyle Paris kaldırımlarında yığılan çöpler…

Sendikalar arasındaki ayrım kabaca iki çizgiye indirgenebilir: Biri sivil seferberlikle kamuoyu oluşturup siyasal baskıya ağırlık verirken, diğeri sendikacılığın daha geleneksel, “sınıfçı” tutu­muna uygun olarak grevlerle eylem gücünü gösterip sonuç almaya yönelmekte. Birinci çizgi esas olarak CFDT, ikinci çizgi de ağırlıklı olarak CGT tarafından temsil edilmekte.

Bununla birlikte Macron’un itibar kaybı, genel olarak bir siyasal meşruiyet meselesini öne çıkarmıyor. Bütün baskı aygıtlarıyla, Fransa’da düzen hüküm sürmeye devam ediyor. Macron’un temsil ettiklerinden ziyade kendisinin hedef alınması da henüz toplumsal hareketin daha genel bir sorgulamadan uzak olduğunu gösteriyor. Bunun bir kanıtı da birkaç milyonluk gösterilerin ve kısmi grevlerin bile halkın büyük çoğunluğunu içermemiş, onları mücadeleye çekememiş olması. Tabii bunun bir nedeni de geniş kesimlerin içinde bulundukları güvence­sizlik, belirsizlik ortamında risk almaktan uzak durması.

Emmanuel Macron, faşist Ma­rine Le Pen karşısında kitlelerin kerhen desteği ile ikinci turda başkanlık koltuğuna oturmuş olsa da, emeklilik reformu için gereken meclis çoğunluğundan yoksun kaldı. Şimdilik, Anayasa Konseyi’nin kararından sonra sendikalar ve meclisteki Sol mu­halefet 68’in mirası “mücadeleye devam” şiarını sürdürüyor.