Bu yıl başında ülkede ilan edilen emeklilik reformu, başta ilgili yaş grubu olmak üzere geniş kesimlerin ciddi tepkisiyle karşılaştı. Macron hükümetinin by-pass manevralarıyla yasalaşan karar sonrası başlayan gösteriler kitlesel nitelik kazandı. Neoliberalizmin, krizi toplumun en örgütsüz bölümüne yükleme çabası…
Fransa 2023’te yeni bir siyasal-toplumsal bunalıma girdi. Bunun ekolojik ve demografik boyutları var. Emeklilik yasa tasarısına karşı uzatmalı toplumsal hareketler; dünyanın sayılı kültür turizmi merkezlerinden Paris’te çöp tepeleriyle, ulaştırmadaki aksaklıklarla, yolların kapatılmasıyla gündelik hayatı sürekli kesintiye uğratmakta. Başkan Emmanuel Macron’un otoriter yönetimine, uluslararası insan hakları kuruluşların da eleştirdiği polis baskısı ve şiddeti eklenince siyaset iyice gerildi.
10 Ocak’ta ilan edilen emeklilik reformu, Fransa’da tam emekli maaşı almak için gereken katkı payı yıllarını artırıyor. Dolayısıyla daha uzun süre çalışmak gerekiyor. Oysa özellikle son dönemeçte (55-64 yaş) bulunanlar için bu o kadar kolay değil. En vasıflı 55-64 yaşındakiler, yöneticiler ve halihazırda bir işe sahip olanlar çalışmaya devam etme eğiliminde. İşsiz olanlar ise “daha düşük üretkenlik” gibi özellikle yaşla ilgili önyargılar nedeniyle iş bulmakta zorlanmakta.
Emeklilik yaşının 62’den 64’e yükseltilmesi konusundaki yasa tasarısı, Macron’un çoğunluğuna sahip olmadığı millet meclisinin by-pass edilmesiyle senatodan geçti. Eylemler ise, Mart’ın 7-8-9’unda başlayıp sokak siyasetine alışık olan Fransa’da bile tahminleri altüst ederek 50 yıldır görülmemiş bir genişliğe ve yoğunluğa ulaştı. Yurttaşların %70’inin emeklilik yasasına karşı olduğu, %60’ının da sokak eylemlerini desteklediği bir ortamda, daha dün başkanlık seçimlerini kazanmış olan Macron’un itibarı dibe vurmuş durumda (Garip gelebilir ama %35 de fikirlerin ve davanın sesinin duyurması adına kimi zaman şiddet eylemlerinin ‘gerekli’ olduğu kanaatinde).
Macron sendikacıları emeklilik maaşlarının nasıl karşılanacağına dair bir öneri getirmemekle itham ederken, herhangi bir işgal veya savaş tehlikesiyle karşı karşıya olmayan Fransa’da önceki dönemde 293 milyar Euro olan askerî harcamaların 2024-2030 döneminde 413 milyara çıkarılacağını belirtti.
Yeni yasa, insanların 43 yıl çalışmasını zorunlu kılıyor. Çalışanların önemli bir kısmının emekliliği görememesi bile muhtemel! Ne de olsa emekçilerin ortalama ömrü, Fransa’da neredeyse müstakbel emeklilik yaşına denk gelmekte.
Öfkenin girdabını anlamak için yurttaşların %82’sinin başkanın sendikalarla görüşmesi gerektiğini belirttiği; %79’unun kararın geri çekilmesini istediği; %63’ünün sokak seferberliğini desteklediği; hayatı felç eden grevler ve blokajları destekleyenlerin oranının da %54 olduğu gözönüne alınırsa, demokrasinin mihenk taşının hayli tartışmalı olduğu anlaşılabilir.
Hükümet ise mecliste azınlık olduğu için kararı kaçırırken, yine azınlık olduğu senatoda Anayasa’nın otoriter bir boşluğunu kullanarak emeklilik yasasını bir oldubittiye getirdi. Böylece 5. Cumhuriyet anayasasının yürütmeyi son derece güçlendiren, otoriter yapısı bir defa daha ortaya çıktı.
2022 başkanlık seçimlerinin ilk turunda Macron, seçmenlerden sadece beşte bir oy almıştı (%20.07). İkinci turda eski Ulusal Cephe (Front National) yeni RN’nin faşist adayı Marine Le Pen’e karşı çıkan seçmenlerden aldığı %38.55 ile başkan seçildi. Oyların yarısı çoğunlukla Sol’dan, yalnızca aşırı Sağ’ı engellemek için ona oy veren seçmenlerden geldi. Hatta bizzat Macron, sonra çabucak unutsa da 24 Nisan 2022’de “Birçok yurttaşımızın benim fikirlerimi desteklemek için değil, aşırı Sağ’ı engellemek için bana oy verdiğini biliyorum (…) Görev bilincinin, cumhuriyete olan bağlılığının ve son haftalarda dile getirilen farklılıklara saygının bekçisiyim” demişti.
Bunu izleyen yasama seçimlerinde, ittifakının adayları ilk turda seçmenlerin %11.97’sinin oyunu aldı. Bu oranlar, 5. Cumhuriyet tarihinin tamamındaki en düşük oranlar. Bütün bunların sonunda, Macron’un etrafındaki ittifakın milletvekilleri, 289 ile çoğunluğun sağlandığı mecliste ancak 250 sandalye alabildiler. Böyle bir durum herhangi bir parlamenter sistemde, bir program etrafında bir koalisyon oluşturmak için az çok uzun bir tartışmayı zorunlu kılardı. Macron, 2017’de Sosyalist Parti’nin (216 sandalye kaybetmişti) ve LR’nin (92 sandalye kaybetmişti) bazı seçilmiş temsilcilerini ilk defa toplayarak 314 sandalye almayı başardı. Benzer bir durumu 2022’de esas olarak LR’lerle yenileyebileceğini düşündü. Başarısızlığını kabul etmek ve gerçek bir ittifak önermek istemediğinden, çoğunluktaymış gibi hareket etmeyi tercih etti. Ancak Macron, 5. Cumhuriyet’teki en zayıf sosyal tabana, en zayıf seçmen tabanına sahip.
Nüfusun büyük çoğunluğu tarafından reddedilen bir reformu hayata geçirmek için kullanılan yöntemler, demokratik olmayan bir sistemin ve fiilen itibarını kaybetmiş bir başkanın reddedilmesini kolaylaştırdı. Macron, kendisi parlamentoda çoğunluğa sahip olmadan emeklilik reformunu geçirmeye çalışan; Meclis’teki tartışmaları 20 gün ve tüm prosedür için 50 günle sınırlayan; meclisi oldu bittiye getiren bir maddeyi kullanmakla kalmadı; aynı zamanda bir azınlık yasa tasarısının oylama yapılmaksızın dayatılmasına izin veren ünlü 49.3’ü kullanarak emekliliğe erişim koşullarını büyük ölçüde değiştiren bir yasayı geçiren ilk devlet başkanı oldu.
Fransa’daki toplumsal hareketlerin tarihine dönüp bakarsak, emekli maaşları üzerindeki mücadelelerin önemi çarpıcıdır. 1982’den itibaren kaydedilen çok sayıda işçi, köylü ve öğrenci mücadelesi var. Bunların yaklaşık 15’i ulusal seferberliklerle büyük ölçekli toplumsal hareketler. 1995’te Juppé emeklilik reform planına karşı; 2003’te Fillon’un emeklilik sisteminde reform yapma planına karşı; 2010’da yeni Fillon planına karşı; 2018’de demiryolu çalışanlarının durumuna karşı; 2019’da Edouard Philippe reformuna karşı; ve son olarak 2023’te mevcut reforma karşı.
1982’de 60 yaşında emekliliğin getirilmesinden bu yana birbirini izleyen tüm hükümetlerin öncelikli hedefi, saplantısı, bunu değiştirmek. “Uluslararası rekabet buna imkan vermez, Fransız ekonomisini mahvolur” teranesiyle emeklilerle ilgili haklarda kısıtlama temel bir hedef. Oysa şirketler tarafından ödenmesi gereken sosyal güvenlik katkı payları sistematik olarak azaltılmasına rağmen, emekli maaşlarının finanse edilmesi şüphesiz imkansız değil.
Öte yandan Fransa’nın durumu Avrupa ve uluslararası sermaye için kabul edilemez görünüyordu. Zira diğer Avrupa ülkelerinde çalışma süresinin ve emeklilik yaşının yükselmesi yönündeki eğilim gerçekleşmiş durumda. Çoğu ülkede emeklilik yaşı 67’ye çıkıyor ve bunun 70’e çıkması bekleniyor. Dolayısıyla kapitalizmin bir Fransız istisnası yapması beklenemez.
Çalışma yıllarının artırılmasına yönelik baskılar özellikle 2008 krizinden sonra iyice pekişti. Güvenlikçilikle kemer sıkmayı birleştiren neoliberalizm, krizi toplumun en örgütsüz kesimlerinin sırtına yüklemeye yöneldi. Böylece bir dönemin çalışma saatlerini (35 saat!) ve yıllarını azaltmaya yönelik mücadeleler, sendikaların ve Sol siyasal partilerin zayıflamasıyla uygulanabilir bir hâle geldi.
Ancak Fransa’daki eylemlerde bu defa önemli bir fark var. Geçen dönemde siyasal düzeyde, mecliste ciddiye alınabilir bir destek olmazken, bu defa LFI (Boyun Eğmeyen Fransa-Melenchon’un hareketi) milletvekilerinin önemli bir kısmının gösterilerde, ablukalarda yer aldığı görülmekte. Yani uzun zamandan beri ilk defa sokaktaki mücadele, meclisle bir bağlantı kurabildi.
31 Ocak’ta 2 milyondan fazla insanın katılımıyla ilk gösteriler başladı. Bu rakam, 1995’te dönemin başbakanı Alain Juppé’yi gerileten gösterilerdekinden fazlaydı. Ancak gösterilerin bir başka özelliği, ilk defa küçük ve orta ölçekli kentlerde de yüksek katılımın sağlanmış olmasıydı. 1970’lerden bu yana gösteri yüzü görmeyen yerlerde bile insanlar sokaklardaydı. Ocak’tan Nisan 13’e, sendikalar tam 12 defa insanları eyleme çağırdı. Polisin ve sendikaların verdiği katılım oranları her yerde olduğu gibi çok farklıydı (sayılar 500 binden 3.5 milyona uzanmakta). Olaylarda gözaltına alınanların sayısı 1.000’i geçti. Grevler (bir genel grev olmadı) gündelik hayatı felç edecek güce ulaşmadıysa da kesintiye uğrattı.
Emeklilik reformuna karşı mücadeleyi sendikalararası (CGT, Solidaires, CFDT, FO, FSU) koordinasyon yürütmekte. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Fransa’da da sendikacılık altın çağından epey uzak. Sendikalaşma oranı 1970’lerin sonunda keskin bir düşüş gösterdikten sonra 1990’larda durağan bir seyir izledi ve son birkaç yılda yeniden azalma eğiliminde. 1970’lerde %25 olan sendikalaşma oranı, 1980’lerin başlarında %10 dolaylarına düştü. 2013-2019 arasında %11.2’den %10.3’e geriledi. Bu gelişmelerde istihdam koşullarının bozulması belirleyici ise de 2017 Macron kararnamelerini de işaret etmek gerekiyor. Bu kararnameler işyeri temsilcisi sayısını üçte bir oranında azalatarak sendikacılığı zayıflattı.
Militan dokudaki bu kırılganlık, emeklilik reformuna karşı gösteriler ölçeğinde pek görülmedi. Gösterileri bu kadar güçlü kılan, birleşik bir sendika cephesinin yerel sendika ağlarıyla içiçe geçmesi. Küçük kentlerde özellikle hastanelerde güçlü olan CFDT veya FO, EDF ve fabrikalarda güçlü olan CGT, eğitim kesiminde FSU sayesinde hareket genişledi ve yayıldı. CGT, Solidaires ve FSU gibi mücadeleci sendikaların etkin olduğu alanlarda grevler daha etkili ise de çok azı sürekli. Taban hareketleri, öz-örgütlenme biçimlerine geçişte önemli olması gereken AG (meclisler) ise yeterli değil. İnsanların sokakları, meydanları doldurması için bu çeşitliliğin katkısı önemli; ancak greve çıkmak için yeterli değil.
Sendikalar arasındaki ayrım kabaca iki çizgiye indirgenebilir: Biri sivil seferberlikle kamuoyu oluşturup siyasal baskıya ağırlık verirken, diğeri sendikacılığın daha geleneksel, “sınıfçı” tutumuna uygun olarak grevlerle eylem gücünü gösterip sonuç almaya yönelmekte. Birinci çizgi esas olarak CFDT, ikinci çizgi de ağırlıklı olarak CGT tarafından temsil edilmekte.
Bununla birlikte Macron’un itibar kaybı, genel olarak bir siyasal meşruiyet meselesini öne çıkarmıyor. Bütün baskı aygıtlarıyla, Fransa’da düzen hüküm sürmeye devam ediyor. Macron’un temsil ettiklerinden ziyade kendisinin hedef alınması da henüz toplumsal hareketin daha genel bir sorgulamadan uzak olduğunu gösteriyor. Bunun bir kanıtı da birkaç milyonluk gösterilerin ve kısmi grevlerin bile halkın büyük çoğunluğunu içermemiş, onları mücadeleye çekememiş olması. Tabii bunun bir nedeni de geniş kesimlerin içinde bulundukları güvencesizlik, belirsizlik ortamında risk almaktan uzak durması.
Emmanuel Macron, faşist Marine Le Pen karşısında kitlelerin kerhen desteği ile ikinci turda başkanlık koltuğuna oturmuş olsa da, emeklilik reformu için gereken meclis çoğunluğundan yoksun kaldı. Şimdilik, Anayasa Konseyi’nin kararından sonra sendikalar ve meclisteki Sol muhalefet 68’in mirası “mücadeleye devam” şiarını sürdürüyor.