0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Geldi, gördü, yendi! Sezar’ın Anadolu maceraları

Büyük İskender’in tahtına oturan Sezar’ın (Julius Caesar) milattan önceki son yüzyılda Anadolu’ya gerçekleştirdiği büyük sefer, meşhur “veni, vidi, vici” ibaresiyle tarihe geçmişti. Bugünkü Tokat’ın Zile ilçesi yakınlarında Pontus kuvvetlerini yenilgiye uğratan Sezar’ın izleri, yine arazi üzerinde takip edilmişti. Öncesi, sonrası ve dönemindeki diğer önemli gelişmelerle birlikte…

Yüksek Anadolu platosu, tarihin her döneminde Akdeniz dünyasında ha­kimiyet kurmak isteyen herke­sin bir ucundan tutmaya çalıştığı büyük, zengin ve stratejik öneme sahip bir coğrafya. Tunç Çağı’n­daki Hitit – Mısır – Miken – Su­riye ticaret dünyasının merkezi, Perslerin bir çırpıda boydan bo­ya kat ettikleri bir yarımada ve Büyük İskender’in askerî sefer macerasının iki yılını geçirdiği bir dünya.

MÖ 1. yüzyılda, cumhuriyet­ten imparatorluğa geçme aşa­masındaki Roma Devleti, dünya tarihine en büyük komutanlar­dan biri olan Julius Caesar’ı (Se­zar) armağan etmişti. Caesar, ordularının başında Fransa’dan Mısır’a, Britanya’dan İspanya’ya tüm Akdeniz dünyasında hare­ket hâlinde bir ömür geçirdi. Ca­esar’ın hayatında Anadolu’nun yeri ve MÖ 47’de Tokat-Zile’de kazandığı savaş, dünya tarihi açısından belirleyici olmuştur.  

31 Temmuz MÖ 47

“Zela, Pontus’da, ovadaki konu­mu düşünüldüğünde korunaklı bir şehirdir. Duvarları, sanki in­san yapısı gibi görünen doğal bir tepenin üzerinde, her yöne mu­azzam yükselir. Bu şehrin çev­resinde vadilerle kesilen bir çok tepe vardır. Bunların en hakimi, neredeyse şehre yüksek patika­lar ile bağlanan, Mithridates’in, Triarius’un şanssızlığıyla ordu­muzu yendiği yer olarak bilinir ki 3 milden uzak değildir. Eski istihkamları tamir ettikten son­ra, Pharnakes tüm kuvvetleriyle kampını oraya, babasının vaktiy­le başarılı olduğu yere kurdu”.

Roma ordusu şehrin güne­yindeki kampında günü batı­rırken, Julius Caesar gördüğü manzarayı böyle not ediyordu. Muazzam büyük bir coğrafya­da gerçekleşen savaşlar dizisi arasında, tarih boyunca bütün kralları ve komutanları etkileyen bu en ünlü Romalı ve ordusunu Zela (Zile/Tokat) kıyısına geti­ren neydi?

9 Ağustos MÖ 48

Konsül Gaius Julius Caesar, bü­yük general Pompeius’u Yuna­nistan’daki Pharsalos savaşında mutlak yenilgiye uğratmıştı. Ro­ma’nın bu en büyük içsavaşında Caesar 23.000 piyade ve 1.000 atlı ile Pompeius’un 50.000 pi­yade ve 7.000 atlısının karşısına çıkmıştı. Sonuçta Pompeius’un 15.000 askeri öldü ve Caesar bü­yük bir zafer kazandı. Yalnızca 1.200 askerini kaybetmişti.

Caesar “zarları yüksekten atıp” Ocak MÖ 49’da Rubicon nehrini geçerek içsavaşı başla­talı beri en büyük rakibi general Pompeius’un izini sürüyordu. 17 Mart MÖ 49’da Brindisi’de elinden kaçırmıştı Pompeius’u. 19 Nisan 49’da Marsilya’da, 27 Ağustos 49’da ise İspanya’daki İlerda’da Pompeius’a bağlı lej­yonları yenmişti.

Pompeius’u Yunanistan’da yendikten sonra, ordusunu Ana­dolu’ya gönderdi. Çanakkale Bo­ğazı’nı gemisiyle geçerken Pom­peius’a bağlı bir filo ile karşılaştı. Kendi filosundan sayıca üstün olan bu gemilerden kaçmak yeri­ne üzerlerine gidip teslim olma­larını istedi, onlar da teslim oldu.

Zela tiyatrosu Anadolu’da basamaklı oturma sıraları yerli kayaya oyulmuş birkaç tiyatrodan biri burası. Zileli yaşlıların söylediğine göre önünden geçen yol yapılıncaya kadar sahne kısmı görülebiliyordu.

Boğaz’ı geçen Caesar, IIlium/ Troya’a uğradı. Burada Troya savaşı kahramanlarının me­zarlarını ziyaret etti, kurbanlar kesti. Bununla hem Romalıların büyük dedeleri olduğuna inan­dıkları Troyalı Prens Aeneas’ı anıyor, hem de kendisinden 286 sene önce aynı ziyareti yapan Büyük İskender’in tahtına otu­ruyordu.

Caesar, Troya’dan Asia eyale­tinin başkenti Efes’e geldi. Bura­da törenlerle karşılandı. Pompei­us’un Anadolu’daki ününün ye­rine kendi ismini yüceltmek için şehirlere ve özellikle Artemis tapınağına vergi muafiyeti verdi. Ancak kendisi de tapınağın hazi­nelerinden bir kısmına elkoydu; zira askerlerine para gerekliydi.

Bu, Roma’da asil bir ailede doğmuş Gaius Julius Caesar’ın Anadolu’ya ilk gelişi değildi. İlk olarak 20 yaşında, MÖ 80 sene­sinde Bitinya’ya gelmişti. Burası bugünkü Bursa, Kocaeli, Sakarya illerimizi kapsayan bir krallıktı ve asil bir aileden gelen genç Ca­esar, eğitiminin bir parçası ola­rak buradaki donanma birliğin­de subay olarak görev almıştı. Bu hem bir görev hem de bir zorun­luluktu, çünkü ailesi o dönem­de Roma’nın hakimi olan Sulla ile karşı kamplardaydı. Pek çok asilzadenin aksine, askerî göre­vinde her zaman en ön safta yer alması, cephede bizzat savaşma­sı ve hatta Midilli adasının fet­hi sırasında büyük kahraman­lık gösterip silah arkadaşlarının hayatını kurtarması ona asker­lik hayatının ilk ödülünü verdi. “Halkın tacı” adı verilen bu ödül, meşe yapraklarından bir taçtı ve bugünkü “üstün cesaret ve fera­gat” madalyalarına denk düşü­yordu. Bunu takan kişi Roma’da oyunlara ya da tiyatroya gittiğin­de senatörler dahil herkes aya­ğa kalkmak zorundaydı. Yaşamı boyunca bu tacı takmaktan zevk duydu. Özellikle ileriki yaşların­da saçlarının önü açılmaya baş­ladığında…

O sıralarda Caesar’ın Niko­media’da (bugünkü İzmit), Bi­tinya kralı 4. Nikomedes ile aşk ilişkisine girdiği dedikodusu Ro­ma’ya yayıldı ve kendisi hayatı boyunca bunu ne kadar şiddetle reddetse de, Galya’dan Anado­lu’ya, Britanya’dan Afrika’ya or­duları ilerlerken askerler arasın­da hep bunun şakaları yapıldı.

Bitinya’dan sonra Caesar, Ki­likya korsanlarına karşı Anado­lu’nun güney kıyılarında savaştı. Roma’ya dönüp hukuk eğiti­mi aldı. MÖ 75’te Roma sosyal ve siyasi hayatında çok önem­li olan belagat (etkili konuşma) eğitimi almak için Rodos’a gi­derken, korsanlar kendisini Mi­let kentinin yakınındaki küçük Pharmacussa adasına (bugün Yunanistan’a ait Farmakonision) kaçırdılar. Kendisine fidye ola­rak biçilen 20 talent’i az bulan Caesar, korsanlara kendisi için 50 talent istemelerini söyledi! Adamları Anadolu kıyı kentle­rinde fidye için para toplarken, Caesar küçük adada korsanlar­la 38 gün geçirdi, onlarla sohbet edip, yazdığı şiirleri okudu. Para­yı ödeyip serbest bırakıldığı za­man, korsanlara parasını yakın zamanda geri alacağını söyle­di! Serbest bırakılır bırakılmaz Milet’den temin ettiği donanma gemileri ile korsan adasını basıp korsanları yakaladı ve Berga­ma şehrine götürdü. Korsanlar­dan parasını geri aldıktan sonra hepsini çarmıha gerdirdi (Ancak çarmıh çok uzun süren ve işken­celi bir idam olduğu için, Ada’da geçirdiği günlerdeki “samimiye­tinin hatırına”, çarmıha germe­den önce korsanların boğazını kestirdi).

MÖ 73’te Pontus kralı Büyük Mithridates, Roma’ya savaş ilan etti. Caesar tekrar Bitinya’ya dö­nerek buradaki yerli kuvvetleri Pontus ordusuna karşı örgütledi. Genç bir subay olarak dahil ol­duğu bu uzun savaşa 27 yıl sonra bir “imperator = muzaffer” ola­rak kendisi son verecekti.

Zela akropolü Günümüz Zile’sinin tam ortasında akropolü oluşturan tepedeki kale, yörede hüküm sürmüş çeşitli uygarlıkların izini taşıyor.

2 Ekim MÖ 48

Caesar, peşinde olduğu düşma­nından 3 gün sonra Mısır’a ulaş­tı. Yenik general Pompeius yeni­den ordu toplamak için Mısır’ın desteğini alabileceğini düşünü­yordu. Ancak bu olmadı; zira Do­ğu Akdeniz’de korsanlığı bitiren, Roma hakimiyetini Anadolu’da kuran Büyük Pompeius, eski bir askeri tarafından kayığının için­de öldürüldü. 3 gün sonra, Mısır­lılar düşmanının başını göster­diler Caesar’a. Önce bu büyük generale yapılan saygısızlığa hid­detlendi ama sonra daha önce­likli bir konuya önem verdi: Mı­sır’dan toplaması gereken para.

Caesar, düşmanının ölüsü­nü kendisine teslim eden Ptole­maius’u İskenderiye sarayında rehin tuttu ve Mısır donanma­sını limanda yaktı. Limandaki gemilerle birlikte ünlü İskende­riye Kütüphanesi’ndeki 400.000 papirüs yazma da bu yangında kül oldu. Mısırlıların ayaklan­ması üzerine Caesar’ın sayıca az ordusu, İskenderiye feneri­nin bulunduğu Pharos adasında kıstırıldı ve Caesar kaçan asker­lerinin ağırlığından batan gemi­den denize atlayarak küçük bir kayığa geçip canını zor kurtardı. Nihayet, Suriye ve Anadolu’dan yardımcı kuvvetlerinin gelme­siyle Caesar Mısır ordusunu yendi ve 27 Mart MÖ 47’de İs­kenderiye şehrine ve kendisine en iyi şekilde evsahipliği yapma­ya hazır Cleopatra’ya kavuştu.

İskenderiye şehrinin kapı­sından büyük törenlere girme­sinin üzerinden 4 ay geçmişti. Ptolemaius hanedanının taht kavgasında 13. Ptolemaius ve 7. Cleopatra arasındaki seçim yap­ması zor olmamıştı. Cleopatra 52 yaşındaki bu savaş alanların­da pişmiş hırslı adamın önü­ne kendisini attığında henüz 21 yaşındaydı ve Caesar ile ittifak yapmanın kendisine kraliçeli­ğin yolunu açacağını iyi biliyor­du. Bütün yıllar, yollar ve sa­vaşlardan yorulan Caesar, belki de hayatının ilk tatilini yaptı ve Nisan-Mayıs aylarını Cleopatra ile Nil’de uzun bir gezi yaparak geçirdi. Ne Roma’daki içsavaş ne de başka yerlerdeki sorunlar umurunda değil gibiydi. Hatta ünlü hatip senatör Cicero, Ara­lık MÖ 48’den Haziran MÖ 47’e kadar Roma’ya Caesar’dan bir mektup ya da haber gelmediğin­den şikayet ediyordu.

Savaşın coğrafyası Sezar’ın, Mithradates’e 20 yıl önce yenilen Triarius’un düştüğü tuzağa düşmeye niyeti yoktu. Alternatif bir yol kullanarak, Zile’yi Amasya’ya bağlayan yola girmeyip doğuya yönelmiş ve kalesinin bulunduğu tepeden, o günkü adıyla Skotios dağının eteklerinden, Derebaşı köyünün bulunduğu vadiye inerek düşmana yaklaşmıştı.

Bu sakin dönemin bitmesi için Anadolu’dan gelen haberler yeterliydi. Büyük Pontus kralı Mithridates’in oğlu, Kırım’daki Bosphorus devletinin kralı Phar­nakes, babasının mirasında hak iddia ederek Anadolu’da Roma kuvvetlerine karşı saldırıya geç­miş; Roma egemenliğindeki şe­hirleri yıkıp yakmış ve Caesar’ın generali Domitius Calvinus’un bir Roma, iki Galat lejyonundan oluşan ordusunu Nikopolis’de feci bir yenilgiye uğratmıştı.

Anadolu’nun savaşlardan yorgun toprakları çoğunlukla ay­nı yerde yapılan savaşlara sahne olmuştur. Nikopolis şehrini MÖ 66’da büyük general Pompeius, Pharnakes’in babası Mithrida­tes’i son ve kesin yenilgisine bu­rada uğrattıktan sonra kurmuştu (Sivas’ın Suşehri ilçesinin 5 km güneydoğusunda Yeşilyayla kö­yünün bulunduğu yerdir).

Roma ile Pontus krallığı ara­sındaki savaşlar 40 yıla yakın sürmüş ve Anadolu’ya hakim olmanın bedelini Roma’ya ödet­miştir.

MÖ 133’te Batı Anadolu’ya hakim Bergama krallığının son kralı, simya ve büyüye meraklı 3. Attalos, ölümünden sonra kral­lığını vasiyetle Roma’ya bırak­mıştı. Roma Cumhuriyeti, Ana­dolu’yu böyle bir miras olarak devraldı. Kuşkusuz Roma Cum­huriyeti çağının süper gücü olsa da Anadolu’nun diğer krallıkla­rının böyle bir egemenliği kolay kabul etmesi mümkün değildi ve en büyük direniş de bugünkü Kı­zılırmak ile Gürcistan sınırımız arasındaki bölgeyi teşkil eden antik Pontos’un kralından, 6. Mithridates Eupator’dan, kısaca Büyük Mithridates’den geldi.

Orta Karadeniz’den Kırım’a kadar olan bölgedeki kent dev­letlerini kendisine bağlayan Mithridates, MÖ 88’de batıya doğru harekete geçti ve güçlü bir ordu ve donanma ile Roma bağlaşığı Bitinya ve Kapadokya krallıklarına saldırdı. Hızla Bi­tinya’yı ezip geçerek Roma’nın Asia eyaleti başkenti Efes şehri­ni ele geçirdi ve buradaki 80.000 Latince konuşan insanı bir gün­de öldürttü. Zenginliğe düşkün Roma valisi de, ağzına eritilmiş altın dökülerek öldürüldü. Bu katliam Roma tarafından hiç unutulmadı. Çok kısa sürede Pontus Krallığı başkenti Berga­ma oldu ve bir Pontus ordusu da Yunanistan’a yürüyüp Atina’yı ele geçirdi.

Veni, vidi, vici Jül Sezar’ın Galler ve Küçük Asya Pontus seferlerinde kazandığı başarıları anısına yapılan resim, Andrea Mantegna’nın atölyesinden ve 1486-1505 arasına tarihleniyor. Londra Hampton Court Palace’ta yer alan tabloda, zafer arabasında betimlenen Jül Sezar’ı, Roma’da ellerinde “Veni, Vidi, Vici” yazılı levhalar taşıyan zafer alayı karşılar.

Romalı general Sulla, MÖ 87 ve 86’da giriştiği harekatlarda Yunanistan’da Pontus ordusunu yenilgiye uğrattı. Başka bir Ro­ma ordusu da Bursa Mustafake­malpaşa yakınındaki Miletopo­lis’de diğer bir Pontus ordusunu yendi. Romalı general Lucul­lus’un donanması da gelince, MÖ 85’te Mithridates Pitane/ Çandarlı’dan kaçtı ve daha son­ra Çanakkale Boğazı kıyısındaki Dardanos kentinde Sulla ile bir barış antlaşması imzaladı.

MÖ 73’te Bitinya Kralı 4. Nikomedes’in de vasiyeti ile krallı­ğını Roma’ya bırakması sonucu Mithridates yeniden Bitinya’ya saldırdı ve bir Roma ordusunu İstanbul Kadıköy/Khalkedon’da kuşattı. O sırada ordusu ile Ki­likya’dan (Anamur-Çukurova arası) yola çıkıp Frigya’ya (Es­kişehir-Kütahya) yürüyen gene­ral Lucullus, Pontus Ordusu’nu Manyas gölü yakınında kıstırdı ve yoketti. Daha sonra da diğer Pontus kuvvetlerini Granikos’da (Biga Çayı, Büyük İskender’in MÖ 334’de Pers ordusunu ilk de­fa yendiği yer) kılıçtan geçirdi.

Lucullus komutasındaki Ro­ma ordusu ve Mithridates ara­sındaki savaş, MÖ 73 ile MÖ 67 arasında Amisos (Samsun), Ka­beira (Niksar), Sinope (Sinop), Tigranokerta (Silvan), Artaxata (Ermenistan, Erivan) ve Nisibis (Nusaybin)’de, çoğu Roma ordu­sunun lehine sonuçlanan muha­rebeler ile devam etti.

Sebastopolis antik kentinin kalıntıları günümüz Sulusaray kasabasının altından gün yüzüne çıkacağı zamanı bekliyor.

General Lucullus bu sefer­ler sırasında, ilk defa Karade­niz kıyısında Cerasus (Giresun) kentinde gördüğü bir meyveyi ağacıyla birlikte Roma’ya yolla­dı. Biz de hâlâ bu meyveyi geldiği yerin adıyla anıyoruz: Kiraz.

MÖ 67’de Mithridates kendi anayurdu olan Pontus Kapadok­yası’na (Tokat-Amasya yöresi) geri döndü ve Lucullus yokken kendi başına zafer kazanmak isteyen Amiral Triarius komu­tasındaki Roma ordusunu Zela (Zile) yakınlarında çok ağır bir yenilgiye uğrattı. 7.000’den fazla Roma askeri bu savaşta öldü.

Lucullus bu yenilgiden so­rumlu tutularak görevden alındı ve yerine general Pompeius, bü­yük yetkilerle Roma senatosu ta­rafından Anadolu’ya gönderildi. MÖ 66’da Pompeius, Nikopolis adını verdiği yerde (Sivas/Su­şehri yakınında) Mithridates’e son yenilgisini tattırdı ve Kırım’a kaçan kral burada İtalya’ya sal­dırmak için hazırlıklar yapmaya başladı. Oğlu Pharnakes’in ken­disini desteklemeyen ve savaş­tan bıkan diğer şehir devletlerini babasına karşı ayaklandırmasıy­la umutsuzluğa düşen kral Mith­ridates, paralı askerlerinden bir Galatlıya emir verip kendisini öldürttüğünde 69 yaşındaydı.

Oğlu Pharnakes, babasının ölüsünü Anadolu’ya, General Pompeius’a gönderdi. Pompei­us da Mithridates’i bir zaman­lar krallığının başkenti olan Si­nop’a gömdürdü. Pharnakes, Pompeius tarafından Kırım’daki Bosphorus devletinin krallığına atandı.

 Sezar’ın izleri Skotios dağının tam zirve noktasında Nam-ı Hisar Kalesi’nin tamamen yıkılmış basit surlarının taş artıkları bulunuyor (üstte). Sezar’ın ilk kampını kurduğu Kurupınar köyündeki mil taşı, yöredeki tarihi geçmişi anlamak açısından önemli bir delil özelliği taşıyor (üstte, sağda).

1 Haziran MÖ 47

Caesar, İskenderiye’den Suri­ye’ye yola çıktığında 3 lejyonunu Mısır’da, Cleopatra’nın yanında bırakmıştı. Yanına, yalnızca çok güvendiği VI. “Ferrata” Lejyo­nu’nu almıştı. Caesar bu birliğini MÖ 52’de Galya (bugünkü Fran­sa) savaşları sırasında kurmuş­tu. Bu lejyon 49’da İspanya’da, 48’de Dryhachium’da (Durres, Draç, Arnavutluk), Pharsalus’da ve İskenderiye’de hep yanınday­dı. Bütün bu savaşlardan ve yol­lardan sonra 5.000 kişilik lejyon­dan yalnızca 1.000 kişi kalmıştı ve şimdi de Anadolu’nun bitmez tükenmez yollarına, başka bir savaşa doğru gidiyorlardı.

Anadolu’dan savaş haberle­ri geliyordu ama Haziran’a kadar beklemek istemişti. Hem Cleo­patra ile geçirdiği güzel zaman hem de ordular için gereken pa­rayı temin etmek için bu gerek­liydi. Caesar’a göre, hükmetmek yalnız iki şeyle mümkündü: Or­du ve para. MÖ 1. yüzyıla kadar zorunlu hizmet ile halk ordu­su olan Roma Ordusu, General Marius’un yaptığı reformlarla profesyonel bir ordu, gerçek bir organize savaş makinesi halini almıştı. Ordunun, 25 yıllık söz­leşme yapan maaşlı Roma va­tandaşı askerlerden oluşması, daha önce cumhuriyete sadakat yemini eden askerlerin artık ko­mutanlarına, konsüllerine sada­kat yemini etmesini beraberinde getiriyordu. Bu da çok sadık ve birlik ruhu gelişmiş askerî bi­rimlerin oluşmasını sağlıyordu. Askerin bütün maaş geliri, savaş sırasındaki yağmadan alacağı pay ve en önemlisi emekliliğinde yerleşeceği toprağın belirlenme­si, ordunun komutanına bağlıy­dı. Ancak bu durum cumhuriyet içinde değişik komutanlar ara­sında içsavaş başlamasını da ko­laylaştıran bir etkendi.

Tokat Müzesi’ndeki MÖ 1. yüzyıl Roma dönemine ait bronz ok uçları 3,7-3,9 cm boyunda, 1 cm eninde.

Roma’yı tarihin en güçlü im­paratorluğu yapan, ordusunu diğerlerinden ayıran disipliniy­di. Bu olağanüstü disiplin, Roma ordularına çağının çok ötesinde bir imkan ve kabiliyet veriyordu. Bu imkan temel olarak, ordunun savaş alanında muharebe sıra­sındaki manevra yeteneği şeki­linde kendisini gösteriyordu. En küçük birimine kadar emirle ve birlik olarak hareket eden Roma ordusu, kabile topluluklarından ya da Helenistik kent devletle­rinin paralı askerlerinden olu­şan toplama ordularından çok üstündü. Saflarını ve düzenle­rini asla bozmuyorlar, savunma anında topluca kapanıyorlar, ta­arruzda koordineli şekilde hücu­ma geçiyorlardı.

Bu ordu aynı zamanda tek­noloji kullanan bir orduydu. Za­manının en ileri ve pratik tek­nolojisini düşmanlarında bile görseler hemen adapte ediyor­lar ve tüm ölçeğiyle kullanıyor­lardı. Roma Ordusu için “kazma ve küreklerini kılıçlarından çok kullanı­yorlar­dı” de­nir. Aynı zaman­da inşa­at yapan gerçek bir istihkam ordu­suydu. Ordunun intikalinde gere­ken yollar, köp­rüler, tüneller, geçitler, duvar­lar, hendekler ve savaş, kuşatma makineleri hep bu ordunun or­ganizasyonu ile müthiş bir hızda yapılıyordu.

Julius Caesar, işte bu ordusuyla MÖ 58’de Galya’nın fet­hine başladı. Kelt kabilelerinin yaşa­dığı bugünkü Fransa, Caesar’ın ordusuna direneme­di. 57’de kuzey Galya’yı fethet­ti. 56’da Quiberon körfezi deniz savaşıyla kuzey batı Galya ele geçti. Caesar, bir mühendislik harikası olan dünyanın en bü­yük tahta köprüsünü 10 günde Ren nehri üzerine yaptırıp Al­manya’ya geçti ve yine ordusuy­la Manş Denizi’ni geçip Britan­ya’ya (bugünkü İngiltere) iki sefer düzenledi (MÖ 55-54). MÖ 52’de Alesia’da inanılmaz bir kuşatma ve savunma harbi­ni aynı anda bir istihkam sava­şı icra ederek yaptı ve sonunda 260.000 kişilik Galya kuvvetini 70.000 kişilik ordusuyla bozgu­na uğrattı. Galyalı lider Vercin­getorix’i esir aldı, Roma’ya gö­türüp geçit törenlerinde halka gösterdikten sonra öldürttü. Ju­lius Caesar’ın Galya savaşında 1milyondan fazla insanın öldüğü tahmin edilmektedir.

Roma Ordusu’nun temel bi­rimi legio, lejyon idi. Bir lejyon tam kudreti ile, 5-6 bin çok iyi yetişmiş profesyonel askerden oluşuyordu. Legatus adı veri­len general hem lejyona komuta ederdi hem de Roma eyaletle­rinde vali yardımcısı görevi gö­rürdü. Her lejyon 10 cohort’a (ta­bur) ayrılırdı ve bu birlikler tri­bune tarafından komuta edilirdi. Cohort’lar da bugünkü ordu­lardaki bölük kuruluşuna denk düşen ve centurion’la­rın komuta ettiği 6 centuri’ye bölünürdü.

Caesar’a göre bu 80-100 kişilik en küçük birlik olan centuri’ler ve onların komu­tanları en önemli askerî bi­rimdi. Caesar onlarla şahsen ilgilenir, askerle oturur kalkar ve cephede hep onların yanın­da bulunan cesur bir komutan olarak liderlik vasfı sergilerdi. Yazdığı Galya Savaşı ve İçsavaş kitaplarında askerî başarılarının hızlı, cesur ve kararlı davranma­sı ve askerlerini cephede yüksek motivasyonda tutması ile gel­diğini belirtir. Her ne kadar bu kitaplar kendi devrinin siyasi olaylarına ve Caesar’ın kendi ey­lemlerini meşrulaştırma gayret­lerine göre yazılsalar da, askerî detaylar açısından elimizdeki değerli ilk elden kaynakları teş­kil eder.

Piyade ordusu olan lejyon­lara süvari birlikleri de destek verirdi. Romalılar iyi süvari de­ğildi. Bu yüzden Romalı olmayan “barbarlar” arasından destek sü­vari birlikleri oluşturulur, bun­lar savaştan sonra talana ortak olurdu. Süvari birlikleri genelde savaş öncesinde keşif, muhare­be sırasında da manevra unsuru olarak görev yaparlardı. Cae­sar’ın eserlerinde harekatın lo­jistik yanlarına pek değinilmez. Kuşkusuz onbinleri bulan ordu­nun beslenmesi önemli bir ha­disedir. Bunlara, yağma ve talan dışında, yerel valiler ve bağımlı kralların lojistik destek sağladığı tahmin edilebilir.

Pontus Krallığı ile birlikte Zela da Roma topraklarına katılınca, adına sikke basılır. Ön yüzünde Roma İmparatoru Septimius Severus’un karısı Julia Domna’nın, arka yüzünde ise Zela’daki Pers tanrıçası Anaitis tapınağının olduğu sikke 193-217 arasında kullanımdaydı.

Temmuz MÖ 47

Caesar Antakya’da bazı yö­neticileri görevden alıp yenileri­ni atadıktan ve Mısır’da kendisi­ne destek veren Yahudilerin Ku­düs şehir surlarını yeniden inşa etmelerine izin verdikten sonra Kilikya’ya, Tarsus’a geçti. Burada kendisini törenle karşılayan Ro­malı komutanlar arasında Bru­tus ve Cassius da vardı. Bu sıra­larda Cleopatra, Caesar’ın oğlu­nu doğurmuş ve ona babasının ismini vermişti: Caesareion.

Caesar Tarsus’da, Pharna­kes ile son savaşa katılmış 36. ve 37. Lejyonlar’ı da yanına alarak Anadolu’daki düşmanı ile kar­şılaşmak için kuzeye, Kapadok­ya’ya yöneldi. Gülek Boğazı’ndan geçtikten sonra büyük olasılıkla bugünkü demiryolu ve karayo­lu istikametinde ilerleyerek çok eski dönemlerden beri ana ti­caret yolları üzerinde bulunan Mazaka’ya vardı ve burada iki gece kaldı. Bu şehir daha sonra kendi adıyla anılacaktı: Caesarea / Kayseri!

Buradan güneydoğuya iler­ledi ve bugün Adana ili Tufan­beyli ilçesi yakınlarında bulunan Komana şehrine geldi. Buradaki ana tanrıça tapınağı, asırlardan beri kraliyet derecesinde saygı görüyordu ve Romalılar ana tan­rıçayı savaş tanrıçası “Bellona” olarak adlandırıp adaklar adayıp kurbanlar kestiler.

Bu sapa yerden dağ yollarını izleyerek bugünkü Kayseri-Si­vas-Amasya demiryolu hattının bulunduğu antik anayola ulaş­tılar ve kuzeye ilerlediler. Hem kendilerine destek veren ve reh­ber sağlayan yerel beyler hem de Roma ordusunun 40 yıldır bu bölgede sayısız savaş yapmış ol­ması nedeniyle, arazide yabancı­lık çekmemiş olsalar gerek.

Caesar devrinde Roma as­kerleri günde ortalama 10 ila 30 kilometre arasında yol yürüye­biliyordu. Sırtlarındaki tahta bir sırığa tutturulmuş üç günlük ku­manyalarını taşıdıkları çantaları, bakır yemek kapları, deri mata­raları, battaniyeleri ve tabii çok kullandıkları kazma kürekleri­ni taşıdıkları “Marius’un katırı” adını verdikleri donanım 30-40 kg ağırlık çekiyordu. Buna sağ yanlarında taşıdıkları kısa kılıç gladius, sol yanlarında taşıdık­ları hançer pugio’yu da eklemek lazım. Bütün bunların üzerine gallic adı verilen bronz miğfer­leri, düşmanın kalkanına ya da zırhına girince eğilip tekrar kul­lanılmaması için tasarlanan de­mir uçlu mızrak pilum ve deri ile kaplı yuvarlak ahşap kalkanları­nı da eklememiz lazım. Asteriks çizgi romanında veya Roma dev­ri ile ilgili filmlerde gördüğümüz dikdörtgen köşeli kalkan scutum ve enine metal bantlı zırhlar he­nüz bu devirde kullanılmıyordu. Askerler ya zincir örme gömlek ya da bronz zırh plakalar ile ko­runuyorlardı. Britanya’dan Fırat kıyılarına, İspanya’dan Afrika’ya yürüyen askerlerin ayakların­da tabanları çivili caligae denen deri sandaletler vardı. Savaş ala­nındaki muhaberede atlı haber­ciler ve cornicen adlı boru çalıcı­lar da vardı.. Ordunun en önün­de sancak Roma kartalı ve lejyon işaretlerini taşıyan signifer’ler yürüyordu. Ordunun bütün ağır­lıklarını taşıyan onlarca atlı ara­ba ve katır kolları, yürüyüş kolu­nu arkadan takip ediyordu.

Zile’yi Amasya’ya bağlayan antik yol, Karadere mezrasının üstünden geçiyor.

MÖ 3. yüzyılda Orta Avru­pa’dan gelen Kelt kavimleri Ana­dolu’yu istila etmiş ve bugünkü Ankara civarında yerleşmişler­di. Keltler Orta Anadolu’nun ku­zeyini kapsayan bölgede kabile krallıkları kurmuşlar ve Roma devrinde buraya Galatya adı ve­rilmişti. Galatya Kralı Deiota­rus, Caesar’a karşı Pompeius’un ordusuna asker göndermişti ve şimdi Zile güneyindeki Skylaks /Kadışehri’nde Caesar’ı bütün krallık alametlerinden arınmış, fakir bir köylü gibi karşılayıp af­fedilmeyi diliyordu. Caesar’ın bu yerel kralı pek affetmeye niyeti yoktu ama Brutus’un kral lehine ikna edici konuşmaları ve kra­lın Roma ordusu sistemine göre eğittiği lejyonu ve süvarilerini Caesar’ın emrine sunma önerisi fikrini değiştirdi. Caesar, şimdi sayıları eksik de olsa kendi 3 lej­yonu, Galat lejyonu ve süvarisi ile Pontus kralı Pharnakes’le he­saplaşmaya hazırdı.

Pharnakes, Caesar’a elçiler ve altın bir taç gönderip kendi­sinin Pompeius’u desteklemedi­ğini ve Caesar’ın emrinde oldu­ğunu bildirdi. Caesar ise onun işgal ettiği Roma topraklarından çekilmesini ve esir aldığı Roma­lıları serbest bırakarak kendi­sine yüklü miktarda tazminat ödemesini istedi. Pharnakes, Caesar’ın Roma’ya dönmesi ge­rektiğini bildiği için oyalamaya çalıştı ama onun bekleyecek za­manı yoktu. Ve ordu Zile’ye doğ­ru yürüyüşüne başladı.

Bölgede yaptığımız araştır­ma sonucunda Caesar’ın ordu­sunun Kadışehri, Sebastopolis / Sulusaray, Artova istikametin­den yine demiryolunun bulun­duğu vadiden geçerek Zile’ye güneyden yaklaşmış olabileceği sonucunu çıkardık.

1 Ağustos MÖ 47

Zela, Persler döneminden beri İranlıların Su Tanrıçası Ana­hita’ya adanmış ve rahipler ta­rafından yönetilen bir tapınak kent devleti idi. Strabon’a göre 1. yüzyılda bile burası çok say­gı görüyordu ve insanlar önemli konularda ant içmek için buraya geliyorlardı. Pharnakes, Roma Ordusu’nu ovada değil, şehrin 5 km kuzeybatısında, babası Mith­ridates’in Roma generali Triari­us’u yendiği yerde karşılamayı seçti ve Zela’yı Amasia’ya bağla­yan yola hakim tepelerin en yük­seğine mevzilendi.

Caesar ise Zela’nın 5 km gü­neyindeki Merdivenlikaya diye anılan yerde ana kampını kur­muş ve ağırlıklarını bırakmış olmalıdır. Burada hâlâ mevcut olan su kaynağı, yaz sıcağında savaşa girmek üzere olan bir or­du için hayati önem taşır. Caesar, Pharnakes’i koruyan vadilerin kendisini de koruyacağını değer­lendirerek gece lejyonlarına yü­rüyüş emri verdi ve karanlıktan yararlanıp vadi batısındaki sırt hatlarından tırmanarak Pharna­kes’in hemen karşısındaki tepeyi tuttu. Ana kamptaki malzemele­rin, mevzilenilecek bu tepeye ge­tirilmelerini emretti. Gün doğar­ken, derin bir vadi Romalılar ve Pontus Ordusu arasındaki sınırı çiziyordu.

Galya’da 9 yıl Jül Sezar Galya’da geçirdiği dokuz yılı Commentarii de Bello Gallico (Galya Savaşı Üstüne Yorumlar) kitabında anlatmıştı.

2 Ağustos MÖ 47

Havanın aydınlanmasıyla, vadi­nin karşı yamaçları üzerinde sa­vunma mevzileri inşa eden Ro­malı askerleri gören Pharnakes hemen ordusunu savaş düzenine geçirdi. Caesar, Pharnakes’in de savunma düzeni aldığını düşü­nerek, sadece birinci hattaki as­kerlerinin hazır olmasını, diğer birliklerin mevzi ve engel hazır­lama faaliyetine devam etmesini emretti. Ancak Pharnakes ordu­suna saldırı emri verdi ve Pontus askerleri bulundukları mevzileri terkederek vadi tabanına indik­ten sonra yamaç yukarı Roma­lıların bulunduğu hakim tepeye saldırdı.

Caesar, düşmanının aniden yaptığı bu hatalı askerî manevra­ya önce inanamadı. Kral Pharna­kes ordusunu dar vadi tabanı­na sıkıştırmış, şimdi de “yokuş yukarı” Romalıların bulunduğu tepeye tırmandırmaya çalışıyor­du. Caesar askerlerine silahbaşı emri verdi ve lejyonlarını savaş düzenine soktu. İlk başta Pon­tus kuvvetlerin savaş arabaları, saflarını henüz oluşturmamış Romalıları panikletse de, topar­lanıp hakim mevkilerinden fır­lattıkları mızraklar ve oklarla bu tehdidi savuşturdular. Hemen sonrasında manevra düzenini oluşturan Roma Ordusu, savaş çığlıklarıyla düşmana saldırdı. Menzile giren düşmana önce ok­lar, sonra pilum’lar atıldı; daha sonra da kılıçlar çekilerek taar­ruza geçildi. Zafer, önce Roma cephesinin sağındaki Caesar’ın ünlü VI. Lejyon’undan geldi. Çok kanlı ve zor bir muharebe neti­cesinde VI Ferrata askerleri düş­manlarını tepe aşağı sürmeye başladı. Bunları orta ve sol cep­hedeki Galat savaşçıları takip etti. Müthiş bir bozgun yaşayan Pontus Ordusu, vadi tabanın­da sıkışınca daha büyük zayiat vermeye başladı. Silahlarını bı­rakarak kaçmak amacıyla kendi mevzilerinin bulunduğu tepeye tırmanabilenler bile hızla takip eden Romalıların kılıçları altın­da can verdiler. Bütün muharebe sadece 4 saat sürmüştü.

Pharnakes’in karargahı bi­le çabucak ele geçti. Birkaç atlı adamıyla birlikte kuzeye, İris / Yeşilırmak vadisine kaçan kral, oradan Karadeniz ve Kırım’a ulaşabildi. Daha sonra isyan eden adamları tarafından öldü­rüldü ve Pontus Krallığı tarihe gömüldü.

Zaferlere alışkın Gaius Ju­lius Caesar için bile bu çok hızlı bir başarıydı. Müthiş keyiflendi ve zaferini Roma’daki arkadaşı Gaius Matius’a şu tarihe geçen sözleri yazdığı mektupla bildir­di: “VENI, VIDI, VICI”. Geldim, gördüm, yendim… Caesar bura­da yalnızca çabuk kazandığı za­ferinden gururlanmıyor, Roma Cumhuriyeti’nin 40 yıldır süren Pontus Savaşı’nı bitiren kişinin kendisi olduğunu Roma’daki dostlarına ve düşmanlarına du­yuruyordu. Anadolu’da 1.000 yıl sürecek Roma egemenliği per­çinlenmişti.

Zela Savaşı’nın yapıldığı ala­nın yeri bugün kesin olarak bi­linmemektedir. Kuzey Güney istikametindeki bir vadiyi kat eden, bugünkü Zile-Amasya ka­rayolunun antik çağda da anayol olduğu aşikardır. 19. yüzyıldan beri bölgeye gelen gezginler, Ca­esar’ın “Iskenderiye Savaşı” ki­tabının 5. bölümünde, subayla­rından Aulus Hirtius’un yazdığı anlatıma göre Zile’nin kuzey­batısında, bugün Derebaşı Kö­yü’nün bulunduğu vadiyi işaret etmektedir. Yolun bulunduğu vadinin batısında kalan bu ara­zide yaptığımız yüzey araştırma­sında, savaş sonrasında ölülerin gömülmüş olabileceği toplu me­zarları andıran suni tepecikler saptanmıştı.

Bazı araştırmacılar ise sa­vaşın daha kuzeyde, Yünlü ve Bacul Köylerinin arasındaki böl­gede gerçekleşmiş olabileceği­ni iddia ediyor. Her iki durumda da antik metinde geçen “savaş arabaları” bizi şaşırtıyor. Zira bu derin ve dik vadilerde, meydan savaşlarında etkili olan savaş arabalarının kullanılmış olması pek mümkün görünmüyor.

Dünyayı isteyen imparator Adolphe Yvon’un 1875 tarihli Sezar tablosu, imparatorun dünyayı avucunun içine alma hırsı peşinde atının ayakları altında çiğnediklerini gösteriyor.

Antik kaynaklarla ilgili bir başka nokta üzerinde de durmak gerekiyor. Zela Savaşı’nı yazdığı düşünülen Hirtius, Julius Cae­sar’ın Galya’nın Fethi eserinin 8. bölümünün de yazarı olarak karşımıza çıkıyor ve bu bölü­mün üçüncü paragrafında “ben Ceasar’ın İskenderiye ve Afrika seferlerine katılmadım, bu hi­kayeleri kendisinden dinledim” diye yazıyor. Kamp kurmaya ça­lışan Roma askerlerine savaş arabaları ile aniden saldırı öykü­sü, Galya’nın Fethi’nin beşin­ci bölümünde, Caesar’ın MÖ 54 senesindeki Britanya işgali bölü­münde de anlatılıyor. Bu ve ben­zeri savaş öyküleri, daha sonra yazıya dökülürken karışmış ola­bilir belki de…

155-235 yılları arasında yaşa­mış Romalı tarihçi Cassius Dio, Romaike Historia eserinde Cae­sar’ın savaştan hemen sonra, 20 yıl önceki zaferi ardından Mith­ridates’in Zela yakınlarında dik­tiği anıtı yıktırmadığını, ancak kendisinin daha büyük bir zafer anıtını bunun yanına yaptırdı­ğını yazıyor. Varsa, bu anıtların kalıntılarını bulmak ve dünya ta­rihinin bu önemli ve ünlü savaşı­nın gerçekleştiği alanı tanıtmak, Zile ile ilgilenecek arkeolog ve araştırmacılara düşüyor.

Caesar, zaferinin hemen er­tesi gün kahraman 6. Lejyon’unu hakettiği şekilde onurlandırmak için İtalya’ya gönderdi. Galatla­rı da ülkelerine gönderip Pon­tus bölgesinde iki lejyon bıraktı. Kendisi Galat kralı Deiotarus’un misafiri olarak Galat kalesi Blu­kion’da (Ankara kuzeyi, Kazan yakınlarında Karalar Köyü) bir süre kaldı. İlginç bir olay: Bu misafirlikten iki yıl sonra, MÖ 45’in Kasım ayında Caesar’ı Ro­ma’da ziyaret eden diğer Galat beylerinin elçileri, kral Deiota­rus’un misafiri olduğu sırada Caesar’a suikast düzenlemeye çalıştığını ve onun mucizevi bir şekilde kurtulduğunu iddia etti.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Devamını Oku

Son Haberler