18. yüzyılda bilhassa Rusya ve Avusturya’dan yediği darbelerle büyük hasar alan Osmanlı Devleti; kurtlar sofrasında ayakta kalabilmek, dış politikada oyunu kurallarına göre oynayabilmek için Avrupa’da daimi elçilikler açmaya karar verdi. Paris’e gönderilen ilk Osmanlı büyükelçisi Seyyid Ali Efendi, kurt politikacı Talleyrand’ın oyununa gelecekti.
Devletler arasında dostluk-düşmanlık ilişkisini belirleyen en önemli husus çıkar birliğidir. Karşılıklı çıkarları sürerken dost olan ülkeler, bunlar zedelendiğinde birbirlerine düşman saflarda yer almakta gecikmez.
Osmanlı Devleti klasik dönemde gücünün üstünlüğüyle dünya politikasında edindiği yeri ve çıkarlarını korumak adına, uluslararası antlaşmalara sadık kalmaya özen göstermiştir; ancak her anlaşmaya da uymuş değildir. Klasik dönemdeki rahatlığının aksine, güçten düşmeye başladığı 18. yüzyılda akdettiği anlaşmalara sadece uyulmasını beklemiş; nakz-ı ahd anlamına gelecek hareket ve eylemlerden kaçınmıştır (Kemal Beydilli “Dış Politika ve Siyasi Ahlak” adlı makalesinde bu konuyu zengin örneklerle ele alır). 18. yüzyılda dış politikada “dostluk ve mertlik” rolleri değişmiş -Kemal Beydilli’nin deyimiyle- Osmanlılar “zarureti meziyet haline getirerek” kendilerinin sözlerine sadık, Avrupalılar’ın ise “yalancı ve sahtekar” olduğunu vurgulamaya başlamışlardır. Türkler, içinde bulundukları bu durumu diplomasilerine de uyarlayarak, birey ahlakı ile devlet ahlakını birbirine karıştırmışlardır.
18. yüzyılda bilhassa Rusya ve Avusturya’dan yediği darbelerle büyük hasar alan Osmanlı Devleti; kurtlar sofrasında ayakta kalabilmek, dış politikada oyunu kurallarına göre oynayabilmek adına, Avrupa’da daimi elçilikler açmaya karar verdi. O zamana kadar yurtdışına gönderilen elçiler, ya bir anlaşma metnini ortaya koyabilmek için seçilen murahhaslardan yahut Osmanlı hanedanıyla ilgili cülus, doğum, ölüm, evlilik gibi vukuatları haber vermek için gönderilen ve işleri bitince ülkeye dönen kişilerden ibaretti. İlk defa 3. Selim devrinde (1789-1807), Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin Berlin, Viyana, Londra ve Paris gibi başkentlerinde ikamet elçilikleri açıldı. Avrupalılar’ın onca zamandır diplomat yetiştirmek, Türkçe, Arapça ve Farsça öğretmek için açtıkları şarkiyat okullarına karşın, Türkler’in Avrupa dillerine aşinalıkları ve bu yönde bir eğitim politikaları yoktu. Tercümanlık görevlerini Eflak-Boğdan voyvoda aileleri olan Fenerli Beyler’e havale etmişler, hatta ecnebi lisanlarını öğrenmeyi küçüklük ve onur kırıcı bir davranış olarak bellemişlerdi.
Böyle bir ortamda Avrupa’ya ilk yıllarda gönderilen mukim elçilerimiz dil bilmez, politika hilelerinden anlamazlardı; ancak o dönem diplomatlıkta hiç de aranmayan mert, asil, sözünün eri ve samimi adamlardı. Bu vasıflarıyla elbette iyi insanlardı; ancak iyi diplomat değillerdi. Görevlerinde istenilen başarıyı gösteremediler, sürekli aldatılıp kandırıldılar.
Osmanlılar’da genel durum böyleyken, 1789’da zuhur eden Fransız Devrimi sonrası Avrupa’nın dengeleri altüst olmuş ve yeni bir düzen kurulmaya başlamıştı. Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan yeni yönetim ve devlet adamları gözlerini bir yandan Osmanlı topraklarına dikmişler; öte yandan Avrupa’da düşman bildikleri ülkelerle Osmanlılar’ın bir ittifaka dahil olmamaları için ellerinden geleni yapmaya çalışmışlardır. Fransa’nın en büyük şansı, kadroları içinde dünya diplomasi tarihinin gördüğü en aktif, “iş bitirici” ve entrikacı politikacı Charles-Maurice de Talleyrand’ı barındırmasıydı.
Bu asalet bağı güçlü kişilik 1754’te Paris doğumluydu. Kökleri 10. yüzyıla kadar inen Perigord’lu asil bir ailenin mensubu olarak, o devirde soylulara münhasır askerlik mesleğine girmek istediyse de ayağındaki fiziksel arızadan dolayı bu gerçekleşmeyince, din adamı olmak için kiliseye bağlandı. Krallara hizmet ederken, Fransız Devrimi’nin en güçlü kişiliklerinden biri oldu. 84 yıllık ömrü, Avrupa diplomasisinin en muhteşem kariyerlerinden birini sergiler. Gelgitli bir ruhî durumun etkisindeki Napoléon’un en büyük destekçisi olarak bilindiği zamanlarda bile, ondan daima bir adım önde hareket edebilmiştir. Avrupa devletlerinin, krallıklarının, oligarşilerinin tarihte ilk defa yeni bir kimliğe büründüğü 1815 Viyana Kongresi’nin mimarı, arkasındaki büyük organizatör de kendisidir. Böylesine parlak bir kariyerin kuşattığı kişinin Fransa Dışişleri Bakanı olduğu ilk andan itibaren karşılaştığı Osmanlı büyükelçileriyle uğraşması; onları istediği yönde harekete zorlaması; geleceğin usta ve kurt diplomatının alıştırma hamleleriydi. Bu hamlelerin Osmanlı dünyasındaki etkisi sarsıcı ve yıkıcı olmuştur.
Paris’te ilk mukim Osmanlı büyükelçisi Seyyid Ali Efendi’dir. 1796’da 3 yıllığına tayin edilip 1797 Temmuz’unda başladığı görevini sürdürürken Fransızların Mısır’ı işgali gerçekleşmişti. İki ülkenin savaş halinde bulunmasından dolayı İstanbul’daki Fransız büyükelçisi Ruffin önce elçilik konutunda, sonrasında Yedikule zindanında hapsedilmiş; mukabele-i bi’l-misl gereği Ali Efendi’nin de hapsedileceği beklentisi gerçekleşmemiş; ancak Paris’te elçilik konutundan dışarı çıkması engellenmişti. Bu nedenle Seyyid Ali Efendi, 4 Haziran 1802 tarihinde Napoléon’a güven mektubunu sunmasına kadar fazladan 2 yıl boyunca Paris’te kalmıştır. İstanbul’dan yanına tercüman olarak tayin edilen Rum asıllı Codrika, daha ilk anda Talleyrand tarafından devşirilmiş ve Ali Efendi’nin İstanbul ile yaptığı tüm yazışmalar İstanbul’dan önce Talleyrand’ın malumu olmuştur! Codrika daha sonra İstanbul’a dönmemiş ve Fransa’nın hizmetine girmiştir.
Elçilikte bulunduğu sürede Ali Efendi’nin başına gelenler; Fransa Devleti ve Dışişleri Bakanı Talleyrand tarafından aldatılma serüveni; Maurice Herbette’in Ali Efendi monografisinden, Seyyid Ali Efendi’nin Sefaretname’sinden, ayrıca çok zengin bir malzeme olarak Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümayun Koleksiyonu’ndaki belgelerden izlenebilir. Seyyid Ali Efendi’nin Fransızlar’ın Mısır’a asker çıkarması ihtimalinden bahsettiği ve İskenderiye’de Memluk beylerini ürkütmeden çıkarmayı engellemek için tedbirler alınmasını önerdiği belge de bu koleksiyondadır. Bu uyarısı dikkate alınmamış ve iş işten geçtikten, Fransızlar Mısır’ı işgal ettikten sonra hâlâ durumdan habersiz olduğunu gösteren bir tahriratının üzerine gayet haksız bir şekilde 3. Selim tarafından “ne eşek herifmiş” yazılmıştır (#tarih, Eylül 2017, sayı: 40).
Seyyid Ali Efendi’den sonra 1803-1806 arasında Paris Büyükelçiliği’ne getirilen Hâlet Efendi de Talleyrand’ın entrikalarından nasibini almıştır. 2. Mahmud devrinde “Devlet Kahyası” unvanıyla ve ince siyasetiyle padişahtan sonra devletin en kudretli kişisi olacak olan Hâlet Efendi için Paris elçiliği “staj dönemi” olmuştur. Mektuplarıyla, takrirleriyle Hâlet Efendi’nin sefaret dönemine dair oldukça zengin bir malzemeye sahibiz. Süheyla Yenidünya tarafından değerlendirilen bu malzeme Devletin Kahyası, Sultanın Efendisi Mehmed Said Hâlet Efendi adıyla kitaplaştırılmıştır.
Napoléon döneminde Paris Büyükelçiliği’ne atanan üçüncü isim Seyyid Abdürrahim Muhib Efendi’dir. Görev süresi olan 1806-1811 arasında Osmanlı Devleti’nin en büyük krizleri yaşanmıştır: İngiliz Donanması’nın İstanbul önlerine gelmesi, Kabakçı İsyanı, 3. Selim’in tahttan indirilip 1 yıl sonra öldürülmesi, Nizam-ı Cedid düzeninin sonu… İki ayrı sefaretnamesi vardır. Napoléon-Talleyrand birlikteliğinin ve zıtlaşmalarının zirve yaptığı bu zaman diliminde de, Osmanlı Devleti’nin Fransız diplomatları tarafından aldatılmaları devam etmiştir. Osmanlı Devleti, “denize düşen yılana sarılır” sözünü doğrularcasına kurduğu geçici ittifaklarla; Düvel-i Muazzama tarafından dayatılan ıslahat hamleleriyle; kimi zaman açık, kimi zaman gizli himayelerle, sonuna geldiği ömrünü uzatmaya çalışacaktır.