Hiçbir toplum uyumsuzlarını, hiçbir çoğunluk azınlıklarını bağrına basmaz, eşit görmek istemez. Tarihçi, toplumbilimci, ruhbilimci, gazeteci, aydın ya da yazar “aykırılar cemaati üzerinde(n) çalıştıkça, topluma “ötekiler”ini kabul etme, anlama, koruma güdüsü aşılanabilecektir.
Malatya’nın sanal ortamda üne kavuşturulan akıl fakiri Mercedes Kadir’le akıl fukarası bir gazetecinin gerçekleştirdiği sözde röportajı youtube’da izledim. Uzun bir çubuğun ucuna bir Mercedes arması, bir dikiz aynası ve birkaç CD bağlamış Kadir, ata biner gibi biniyor ona, şehrin anacaddesinde sürüyor. Ehliyeti sorulduğunda “evde” dedi.
Anadolu’nun bütün şehirlerinde bu tür figürlere rastlanır, öteden beri. Yerel zenginliktir. Çoluk çocuğun da, yetişkinlerin de şefkatli alaylarının merkezindedirler. Nedense, “akıllı”ların onlardan daha az patetik durumda olduklarını sandıkları görülür. Durgun anlarında kışkırtılırlar. Son iş adreslerimden birinin yeraldığı uzun sokağın delisini günde bir- iki kez gaza getiriyorlar, avaz avaz bağırıyor: “İ…ler!” ya da “Tayyip kazanacak” diye.
Yalnızca akıl fakirlerini, mecnunları ya da cinnîleri değil, bütün çizgidışı bireyleri işin içine katıyorum, nüfusları az buz olmasa gerektir. Şüphesiz kafamı kataloglarla bozduğum için, Türkiye’nin ‘depo’suna ilişkin kayıtların elimin altında durmasını isterdim. Resmî bir tasniften sözetmiyorum, Devlet fişlemeye başladığında ben dahil kimler yeralmaz ki orada! İşi kotarması bence folklor araştırmacılarından beklenmeli: Hem konu folklorun -eninde sonunda- kapsama alanına girdi, hem de o topluluk enikonu örgütlü çalıştığı için bu çözüm yolu akla yatkın gözüküyor.
Bu noktada aklıma Dino Buzzati’nin nefis İtalyan Usûlû Giz(em)ler kitabı geliyor. Ve Fellini’yle o bağlamdaki ilişkileri. İtalyan toplumu, ülkenin bütününe yayılmış delibozuk portreleri açısından son derece varsıl bir gizilgüç barındırır; Buzzati, yanlış anımsamıyorsam Corriere della Sera için biribirinden canlı röportajlar gerçekleştirmek üzere yollara düşmüştü. Görkemli bir “adres defteri” çıkmıştı ortaya.
Sakallı Celal
Sakallı Celal olarak bilinen Celal Yalınız (1886-1962), nevi şahsına münhasır Türk aydın ve düşünürlerinden biriydi.
Her toplumun, ülkenin bir ‘aykırı figürler’ deposu olur, canalıcı önem taşıyan, burada, bir tür katalog oluşturulup oluşturulamadığında, kayıt geleneğinin ne ölçüde geçerlilik kazandığındadır. Bizim aykırılarımıza ilişkin veriler yok değildir; gelgör ki görünüm oldukça dağınıktır. Başka bir bağlamda da değindiğim İstanbul Velîleri ve Delileri (2007) örneğin, XVI-XVIII. yüzyıllar arasından derlitoplu bir portre galerisi çıkarıyor karşımıza. Bu kaynaktan üç kısa, şimşek hızıyla çizilmiş çehreyi verelim:
“Ve biri dahi Kulübeli Mehmed Dede’dir ki, At Meydanı’nda Dikilitaş kurbunda bir kulübenin içinde otuz yıldan ziyâde sâkin olup, yiyip içip tebevvül ve tezavvüt etmeyip ve kulübeden taşra çıktığını gecede ve gündüzde çok taharri etmişlerdir; kimse görmemiştir.
Ve biri dahi Taşçı Delisi’dir ki, Edirne Kapısı’nın hâricinde Sırt Tekyesi demekle ma’rûf, Mezârcılar Tekyesi’nin duvarına birkaç taş dayayıp ve firâşını on beş ve yirmi vakiyye mikdârı kırık ekserler ile döşeyip, akşamdan sonra ol deliğe sokulup, eksenler üzere yarı belinden aşağısı taşrada, bu mücâhede ile kırk seneden mütecâviz beytûtet etmişdir.
Ve biri dahi Kâğıt Delisi’dir. Altmış sene kâmil kemâl etmeyip, Lüleli Çeşme’den Sultan Bâyezid’e varınca, yolda bulduğu kâğıtları devşirip, duvar deliklerine idhâle meşgûl idi. Ve sabâh namâzından akşam namâzına dek, ol ortalıkda sür’atle hareketler edip-yemeyip, içmeyip ve akşam namâzından sonra kaybolup, sabâh namâzında yine hâzır olup, ne mahalde gecelediği kimsenin mal’ûmu olmamışdır”.
Enfî Hasan Hulûs Halvetî’nin teşkîresi böyle irili ufaklı yüzlerce mistik mecnûn portresi içerir. Oradan Mazhar Osman’ın ve çevresinin yazdıklarına, Aziz Nesin’in Benim Delilerim’ine bir dizi odak noktası sıralayabiliriz. Mercedes Kadir’lerin soyağacı karmaşık köklü ve çokdallı somut bir ağacı andırır.
Ama, aykırı bireyleri mecnunlarla sınırlamak en hafifinden konuya şaşı perspektifiyle bakmak olur. Çizgidışı yaşam örnekleri arasında, en kıymetli katmanı aklıbaşında, genel kabul gören toplumsal kontratın merkezine yerleşik kurallara sırtdönmüş, bu nedenle de “egzantrik” damgası yemiş kişiler oluşturur. Bizde, yakın dönemden ünlü örneklerin başında Sakallı Celâl, Hayalet Oğuz, Aktedron Fikret, İlhan Şevket Aykut’u anabiliriz. Ahmet Oktay’ın yetkin bohem portrelerini de içeren Gizli Çekmece’den Dürnev Tunaseli’yi, Nur Sabuncu’yu, Patriyot Hayati’yi listeye eklemek gerekir. Erdoğan Tokmakçıoğlu’nun yitip gitmiş Marjinallerimiz Orijinallerimiz, altbaşlığındaki “Bi Tuhaf İnsanlar”ı doğrulayan örnekler barındırır. Zaman tünelinde daha geriye uzanmak için, Şemsettin Kutlu’nun Eski İstanbul’un Ünlüleri’ne başvurmak bir yol.
Tabloya baktığımda, bir temel soru çıkıyor sisin içinden: Alternatif bir cemaatten, Blanchot’nun yüklediği anlam boyutunu hesaba katarak, sözedilebilir mi burada? Mercedes Kadir ile sözgelimi Sakallı Celâl arasında köprü kurmaya kalkışmak ilk elde yadırgatıcı bulunabilir; unutmamak gerekir: Her cemaat bir merkezden çevrel çemberine, periferisine halkalar halinde genişlerken ilginç bağlantı denklemleri doğurur. Sakallı Celâl’i ele alalım: 1930’lu yıllarda, Ankara Taşmektep’teyken, aynı lisede Tanpınar ve Muhittin Sebati öğretmen; Dıranas, Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat öğrenciydiler; sonraki yıllarda, bir dönem İlhan Şevket’le aynı çatı altında yaşadılar. İlhan Şevket ise Tanpınar’la yakın arkadaştı. Güleryüz, ırmak söyleşisinde İlhan Şevket’le Aktedron Fikret’i aynı bölümde ağırlıyor. Aktedron ile Ferit Edgü, Hayalet Oğuz, Fikret Ürgüp ortak çevreyi paylaşanlardan yalnızca birkaçı. Halka sayısını arttırmak ve geniş haritaya yayılmak güç değil. Kimi seçsek ve hikâyesini deşsek, anonim figürler de işin içine karışacaktır: Biribirilerinin hayatlarına doğrudan girmediklerinde, dolaylı yollardan biribirilerinin hayatlarından geçmişlerdir.
Başlangıçta bir “katalog”dan sözetmiştim; asıl tasam başka: Türkiye’nin Aykırılar Cemaatı’nın derlitoplu biçimde bir tarihi yazılabilir mi? Batı dünyasında Akademi, ayrıntılı ve yorumlu çalışmalara giriştiğinde, önce bir çerçeve tanımına ulaşmayı denedi. Toplum anahatlarında dinsel inancından gelenek görenek deposuna, birkaç temel kaynaktan kurallar yaratmış ve sınırlar çizmiş, çoğunluk bunlara iyi-kötü ayak uydurarak genel uyum panoramasına ulaşmıştır. Aykırı cemaat üyeleri, kendi içinde geniş bir yelpazede, uyumsuzluk katsayısı yüksek kişiler olarak tasnif edilmiş, ayrı ayrı tarihleri kaleme alınmıştır: Delilerin, serserilerin, berduşların, uyumsuzların, başkaldıranların, münzevilerin ve benzeri öbeklerin herbirime ilişkin sayısız çalışma dolduruyor kütüphane raflarını. Bu kategorilerin tümünün ortak özelliği farklılık dozunun yüksekliğine eksenli biçimde tanımlanmış olmalarıdır ve toplumu yönlendiren güçlü kesimlerle ayrıksılar arasında yüzyıldan yüzyıla çehre değiştiren savaşım sahneleri yaşanmıştır.
İşte, bu bağlamda tarih yazımının püf noktasının belirdiği yer. Hiçbir toplum uyumsuzlarını, hiçbir çoğunluk azınlıklarını bağrına basmaz, eşit görmek istemez. Artaud’dan borç alırsak deyişi, “toplumun intihar ettikleri”ni olumlu yönde yan tutarak konu etmek, iş edinmek, değerlendirmek en geniş anlamıyla “entelijansiya”nın görevidir: Tarihçi, toplumbilimci, ruhbilimci, gazeteci, aydın ya da yazar Aykırılar Cemaati üzerinde(n) çalıştıkça topluma ötekilerini kabul etme, anlama, koruma güdüsü aşılanabilecektir.
Önümüzde dağ gibi yapılası iş var.