Bundan tam beş yıl önce, 2013 Mayıs sonu… Taksim Gezi Parkı’na toplanmış gençler, meydanın hemen yanındaki park alanına yeniden yapılması planlanan kışla binasına karşı çıkıyorlardı. Ağaçlar kesilmeye başlanınca, protestolar da başlamış, ancak gösteriler henüz kitlesel bir mahiyet kazanmamıştı.
O vakit hazırladığımız NTV tarih dergisinin Haziran sayısı yeni piyasaya çıkmış, Temmuz sayısı için düşünmeye, hazırlıklara başlamıştık. Gezi Parkı’ndaki hareketlilik ve insan topluluğu, izlediğim ve tanık olduğum haliyle, en azından benim yakın tarihte gördüğüm-bildiğim herhangi bir “şey”e benzemiyordu. Bunun üzerine gerek Türkiye’de gerekse dünyada belki de yüzlerce gösteriye tanıklık etmiş ve yaşı benden “daha müsait”, tecrübesi sabit yayın kurulu üyemiz Masis Kürkçügil’i aradım. “Abi” dedim, “neler oluyor?”
Kürkçügil kendine özgü cümleleriyle şöyle dedi: “Enteresan bir bileşim var. Klasik solcu zevat-ı muhterem değil bunlar. Neredeyse beş benzemez. Bizim tarihimizde pek nadirdir ama gerek kompozisyonu gerekse kimyasıyla ‘kendiliğinden’ bir harekete benziyor bu. Hadi hayırlısı”.
Hareket daha sonra büyüyecek, farklılaşacak ve üç hafta boyunca hem Türkiye’yi hem de dünyayı sallayacaktı. NTV tarih dergisinin Haziran 2013 sayısı, Gezi’den hareketle hem Türkiye hem dünya tarihindeki “kendiliğinden” hareketlere ve bunun çeşitli sosyal alanlardaki etkilerine ayrılmış bir özel sayı, bir “Fevkalade Nüsha” olarak hazırlandı. Sonrasında, bildiğiniz gibi bu sayı yayıncı tarafından piyasaya verilmedi ve bizler de istifa edip dergimizi bağımsız olarak bugünlere taşıdık.
İlgili sayıda yazdığım editoryal yazı “Tarihe tanıklık etmek, gençlerden öğrenmek” başlığı taşıyordu ve şöyle başlıyordu:
“Hem cesur hem bilgeydiler. Hem bir, hem birliktiler. Hem birbirlerinden farklı hem ortaktılar. Hem tek başına hem kalabalıktılar. Böyle olduklarını bilmiyorduk. Belki onlar da kendilerini böyle bilmiyorlardı. Çadırlarının yakılmasından iki gün önce onları Gezi Parkı’nda gördüğümde, “ne kadar kendi halinde” çocuklar demiştim. Bu çocukların Türkiye tarihindeki en geniş kapsamlı kendiliğinden hareketi başlatacaklarını hiç düşünmemiştim. Siyasi partilerden en marjinal örgüte, medyasından polisine, belediyesinden yargısına, sendikasından iş dünyasına neredeyse bütün kurum-kuruluşları sallayacak bir etki yaratabilecekleri kimin aklına gelirdi?
Bunlar sonuçta “üç-beş çapulcu” değildi ama, biz çoğu yetişkinin de yıllardır tekrarladığımız “okumaz etmez, kültürsüz, bilgisiz, bilinçsiz, Türkçesiz, geçmişinden habersiz, yol-yordam bilmez, bencil, apolitik, vs.” gençler değiller miydi?
Değillermiş. Bunu hem her şeyden önce kendilerine kanıtladılar hem de cümle aleme gösterdiler. Onların direnişini bırakın anlamayı, algılamakta zorlandık. Onların mizahı karşısında komik durumlara düştük. Onların iletişimi karşısında postacı bile olamadık.
Görüşü, ideolojisi ne olursa olsun, hadiseleri siyaseten yorumlamaya, daha doğrusu kendi bildiği siyaset üzerinden açıklamaya çalışan her kurum, kuruluş, kişi; bu gençlerin ortaya koyduğu “ortaya karışık” talepler ve sokak manzumesi karşısında, son kullanma tarihi geçmiş kaldı (…)”
Bugün beş yıl sonra, Gezi’nin oluşturduğu hafıza hâlâ canlı ve herşeye rağmen hâlâ o yazının son cümlesindeki iyimserliğimi koruyorum:
“Barış, huzur, kardeşlik içinde, farklılıkların zenginliğiyle yaşayalım”.