32 yıldır Fener Rum Patriği olarak görev yapan 1. Bartholomeos, 83 yaşında ve Gökçeada (İmroz) doğumlu. Heybeliada Ruhban Okulu’nda başlayan eğitimi, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde devam etmiş; askerliğini yedeksubay olarak yaptıktan sonra kendisini Kilise’ye adamış. İstanbul’un tarihi dokusundan inanç sistemlerine ve aktüel gelişmelere…
Sayın Patrik, 1991’den beri Ortodoks mezhebine mensup Hıristiyanların dinî önderi olarak, Doğu Ortodoks Kilisesi hiyerarşisinde primus inter pares (eşitler arasında birinci) kabul edilmektesiniz. Daha önceki görevlerinizden ve genel prensiplerinizden bahseder misiniz?
60 yıl önce, Kilise içinde sahip olacağım gelişimi ve yolu kesinlikle hayal edemezdim. Arzum, Tanrı’ya ve insanlara hizmet etmekti ve hâlâ da öyle. Her zaman istediğim buydu; bu nedenle rahip olma kararımla beraber mutluluğa eriştim. Temel ilahiyat öğreniminden ve yedek subaylığımı yaptıktan sonra, 5 sene boyunca Avrupa’da yüksek tahsil gördüm. Sonrasında, o dönemki Patrik Athenagoras tarafından Heybeliada’daki tarihî Ruhban Okulu’na müdür yardımcısı olarak atandım. Athenagoras’ın vefatından sonra yerine gelen Patrik Dimitrios beni ana merkez olan Fener’e (Fanari) davet etti ve Özel Kalem Ofisi’nde direktör olarak görev aldım.
1973’te San Sinod Meclisi tarafından Philadelphia (Alaşehir) Metropoliti, 1990’da ise Patrik Dimitrios’un önerisi ile Kadıköy Metropoliti olarak seçildim. Sonrasında ise Kostantiniyye Kilisesi’nin kurucusu Havari Andreas’tan bu yana, Hıristiyanlık tarihindeki 270. kişi olarak Ekümenik Patrikliğe getirildim. Mücadelem esas olarak, insanlığın fazlaca negatif deneyimlerden geçtiği günümüzde, Tanrı’nın halkının manevi açıdan güçlendirilmesi için dünyaya tanıklık etmek ve aynı zamanda dinlerarası diyalogun geliştirilmesi noktasında. Türkiye genelinde varlıklarını sürdüren Ortodoks Hıristiyanların düzenli ibadetlerini yerine getirmelerine ve atalarımızdan bize miras kalan geleneklerin korunmasına gayret ediyoruz. Tanrı bize izin verdiği sürece devam edeceğiz; çünkü her şey O’ndan gelir ve her şeyi O’na borçluyuz.
Tekrar geriye dönersek… Çocukluk, gençlik yıllarınızdan bahseder misiniz?
Güzel İmroz (Gökçeada) adasında doğdum ve büyüdüm. Mükemmel bir doğal ortam ile kutsanmış bir mekan. O zamanlar adamızda binlerce Rum yaşıyordu; asıl uğraşları toprak işlemek ve hayvancılıktı. Kiliselerimiz inananlarla doluydu ve adanın her tarafına dağılmış sayısız küçük mabet vardı. Derslerimi bitirdiğimde, babam Hristos’a Türkçe adı Zeytinliköy olan köyümüz Agioi Theodori’de bulunan küçük kahvehanesinde destek oluyordum. Boş zamanlarımda da köyün rahibi merhum Peder Asterios’a da yardım ediyordum. Kilise benim hayatımdı. Okumayı da çok sevdim. Dünyaya bir pencere açmak gibiydi.
Kiliseye ve bilgiye duyduğum bu sevgi, taştan inşa edilmiş mütevazı köyümden İstanbul – Heybeliada İlahiyat Fakültesi’ne adım atmamı sağladı. Hem bir insan hem ilahiyatçı olarak kişiliğimin oluşumunda belirleyici bir dönemdi. Okulda harika öğretmenlerimiz vardı; sadece buradaki Rum toplumumuzdan değil, aynı zamanda diğer Ortodoks ülkelerden de öğrenci arkadaşlarımız mevcuttu. Burada -maalesef 52 yıldır oldukça haksız bir şekilde kapalı kalan okulumuzda- eğitim gördük ve daha iyi insanlar olabildik.
Mezuniyetimden sonra, 1961’de İmroz’da diyakoz olarak takdis edildim ve ardından Tuzla Piyade Okulu ve Gelibolu’da askerlik görevimi yerine getirdim Hemen ardından Avrupa’da, Roma, İsviçre ve Münih’te burslu olarak yüksek öğrenimime devam ettim. Aynı zamanda konuştuğum ve eğitimim sırasında öğrendiğim yabancı dilleri de geliştirme fırsatım oldu. Ancak dediğim gibi, Kilise hayatımın merkeziydi. Eğitimimi tamamladıktan sonra patrikliğimize hizmet vermek için Türkiye’ye döndüm ve kendimi tamamen kurumun hizmetine adadım.
Türkiye’deki gayrimüslim vatandaşlar sizce iyi bir dinî eğitim alabiliyor mu?
Genel olarak konuşmayıp sadece Patrikhane ve cemaatimiz üzerinde duracağım. Özellikle Heybeli’deki Ruhban Mektebi sorunu bizi üzüyor. 1971’den beri kapalı. 127 yıllık faaliyetinde 1000’e yakın ilahiyatçının mezun olduğu bir eğitim kurumuydu. Birçoğu kiliseye din adamı olarak hizmet etti. Diğer bir kesim ise kendilerini teoloji profesörleri olarak eğitim hayatına vakfetti. Okulumuzda geçirdikleri yılları ve Türkiye’de kaldıkları zamanları hep yoğun duygu ve sıcaklıkla yâdettiler. Birçok defa, özellikle son 30 yılda, devlet yetkililerinden okulumuzun yeniden açılmasına izin verileceğine dair sözler duyduk veya aldık. Ne yazık ki şimdiye dek doğrulanamayan sözler. Patriklik yıllarımda bunun olmasını umuyordum. Maalesef bugüne kadar gerçekleşmedi. Ancak itimadımızı kaybetmiyoruz; umudumuz sönmüyor. Bu konuda haklı olduğumuzdan ve ilgili makamlara yaptığımız çağrıların eninde sonunda duyulacağından eminiz. Ükemizde tüm vatandaşların sadece yükümlülükler açısından değil, haklar açısından da eşit olduğuna inanıyoruz.
İstanbul’un tarihî dokusunun yeterince korunduğunu düşünüyor musunuz? Daha iyi olması için neler yapılabilir?
Uzun bir geçmişe sahip şehirlerde, tarihsel bağlamı, kimlikleri ve kültürel mirası oluşturan unsurların korunması çok daha önemlidir. İki kıtayı kapsayan, Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan tek şehir olan İstanbul’un binlerce yıllık bir geçmişi var. Sayfalarında şan ve acı anları var. İmparatorlukların yükselişi ve çöküşü, edebiyat ve sanatın gelişmesi, büyük mimarî yapıların ve yaklaşık 900 yıl boyunca seleflerimin ana merkezi Ayasofya başta olmak üzere dinî mekânların inşaı… Şehirde nereye bakarsanız bakın, hepimizin içinde yaşadığı metropolün dinamiklerini temsil eden ultra modern binalar ve gökdelenler arasında giderek “sıkışan” geçmişinin izlerini görürsünüz. Bu durum kuşkusuz korunması gereken tarihî ve kültürel kimliği, dokuyu gölgeliyor. İstanbul, dünyadaki herhangi bir kent değil. Herşeyden önce geçmişini, bugününü ve yarınını oluşturan ve temsil eden insanlarıyla kimlik kazanıyor. Hep birlikte, şehrin sakinleri olarak, tüm kültürel ve dinî altyapılarıyla şehrin asırlardır süregelen çok renkli mozaiğini korumalıyız. Bunlardan birisi koparılsa, asla tamamına erdirilemeyecek bir eksiklik oluşacaktır.
Bu bağlamda, dinlerarası ve kültürlerarası diyalog, dünyada her türlü gerilimin önlenmesi ve barışın hakim olması için kilit bir vasıtadır. Bu doğrultuda onlarca yıldır, Hıristiyanlar arasındaki diyalogun yanısıra diğer inanç sistemleri ile, özellikle diğer iki tek tanrılı din ile diyalogu da teşvik ediyoruz. Diyalog sadece yararlı değil, gereklidir de. Korku ve düşmanlığı besleyen yanlış anlamaların üstesinden gelmeye kararlı bir şekilde katkıda bulunur; böylece karşılıklı anlayışa ve sulh bilincinin oluşmasına yardımcı olur. Farklı din ve geleneklere sahip camialar arasında barış içinde birarada yaşama ve işbirliği ortamını ancak bu sağlayabilir.
Ayrıca dinlerin barış üretebilme kabiliyeti, onların kendi aralarındaki kardeşlik, diyalog ve insanların iyiliği için işbirliği seviyesi ile bağlantılıdır. Biz de genel olarak diyalogun gücüne ve etkinliğine olan güvenin güçlendirilmesine çalışıyoruz; ayrıca nefret ve şiddeti körükleyen “hasta dindarlık” örneklerine, diyalog karşıtı dinî köktenciliğe (fondamentalizm) karşı duruyoruz.
Dinlerarası hoşgörü ve diyalogun dünya barışına katkısı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Dürüst ve iyi niyetli diyalog her zaman son derece önemli; çünkü birbirimizi tanımaya ve anlamaya, yanlış anlamalar ve şüphelerle uğraşmamaya, çelişkileri yumuşatıp gerilimleri büyük ölçüde düşürmeye katkıda bulunur. Diyalog, ötekiliğe saygı duyan, ilerlemeye ve barış içinde birarada yaşamaya ilgi duyan medenî insanların temel iletişim aracı. Küreselleşme, ekonomik kalkınma, yükselen yaşam standartları veya modern dijital iletişim imkanları yoluyla sosyal birlik, barış ve dayanışmanın sağlanabileceğine inanmak bir yanılgı.
Dinlerin dünya tarihindeki olumlu ve olumsuz rolleri nelerdir sizce?
Ben dinin barışı sağlama yetisine ve misyonuna derinden inanıyorum. Hakiki dinsel inançta, yalnızca içsel barışa değil, aynı zamanda dış barışa ve toplumdaki saldırganlık ve şiddetin üstesinden gelinmesine de katkıda bulunma motivasyonu vardır. Dinin manevî misyonunun ötesinde, daha geniş ve nesnel rolü özellikle önemlidir. Ancak sık sık işaret ettiğimiz gibi, din ne zaman manevî misyonundan uzak, başka amaçlarla kullanıldıysa, o durum bizzat dinin ve beşerin aleyhine dönüşmüştür. Ne yazık ki bu durum, Yaradan’ın iradesinden uzak, insanın çeşitli hırsları sonucu olagelmiştir. Dinler, her düzeyde büyük zorluklarla karşı karşıya kaldığımız günümüzde, manevi ve yatıştırıcı güçlerini her insanın değerini koruyan, eşitlik ve dayanışmanın uhdesindeki bir insanlık için kullanmalıdır. Yaradılışın bir parçası ve Tanrı’nın insana karşı sevgisinin bir ifadesi olan ortak evimiz yeryüzünde, uyumlu bir şekilde birarada yaşamayı amaçlayan bir barış ve adalet toplumunun gerçekleşmesine katkı sağlamalıdırlar.
Son dönemde Türk ve Yunan halkları, özellikle doğal felaketler ve kazalar nedeniyle belki hiç görülmediği kadar birbiriyle yakınlaştı. Hem depremde hasar görmüş Hatay’ı hem de tren faciasının meydana geldiği Tempi’yi ziyaret eden biri olarak ne söylemek istersiniz?
Yüce Tanrı’ya, ülkemizin Güneydoğu bölgesindeki büyük depremde ve Yunanistan’daki tren kazasında hayatını kaybedenlerin ruhlarının huzuru, ailelerin acılarının dinmesi ve bu iki felaketten zarar gören herkese dayanacak güç ve sabır vermesi için dua ediyoruz.
Depremin olduğu andan itibaren patrikhanemiz ve Rum toplumu insani yardım toplamaya başladı. Bu malzemeler devlet ve yerel yetkililerle beraber deprem bölgesine nakledildi. Aynı zamanda depremden birkaç gün sonra, dönemin İstanbul Valisi, bugünkü İçişleri Bakanımız Ali Yerlikaya’yı ziyaret ederek, depremzedelerin yaralarının sarılmasında kullanılmak üzere patrikhanemiz ve Rum toplumu tarafından toplanan nakdi yardımı teslim ettik. Aynı şekilde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve başka belediyelerle işbirliği yaptık.
Diğer taraftan, kardeşimiz Antakya Patriki Sayın Ioannis ile ilk andan itibaren temas kurarak Hatay’daki Hıristiyan toplumlarına yardıma hazır olduğumuzu ifade ettik. Nisan ayında Beyoğlu Belediyesi’nin organizasyonunda, diğer dinî liderlerle birlikte Hatay’ı ziyaret ettiğimizde, Sayın Ioannis’e de bu arzumuzu yüzyüze ifade etme fırsatı bulduk. Aynı hassasiyetle, depremde ailesinden kayıplar yaşayan veyahut evi hasar gören Antakyalı evlatlarımız ve aileleriyle biraraya geldik.
1999’da İstanbul’u etkileyen son büyük depremde de benzer gelişmeler yaşandı. Yunanistan o dönemde de kurtarma ekipleri gönderen ilk ülkelerdendi. Türk ve Yunan kurtarma ekiplerinin enkazdan tek bir insan çıkarmak için verdikleri yoğun uğraş ve bunu başardıklarında gözyaşları içinde kucaklaşmaları, iki komşu halkın dayanışma ve kardeşliği için büyük bir mesaj oldu.
2023 Şubat sonunda Teselya bölgesindeki Tempi’de gerçekleşen demiryolu kazasında da çok sayıda genç insan hayatını kaybetti; Türk halkı acı çeken Yunan halkına hemen dayanışma ve yardım elini uzattı. Dileğimiz her iki halkın böyle trajedileri bir daha yaşamaması.
Ukrayna’da süren savaş üzerine ne düşünüyorsunuz?
Şubat 2022’deki Rus saldırısından bugüne, Ukrayna’da sahne alan gerçek bir trajediye tanık oluyoruz. Bu sadece acı çeken Ukrayna halkı için değil, aynı zamanda komşu ülkeler, Avrupa kıtası ve tüm gezegen için hesaplanamaz sonuçları olan bir felakettir. Savaşın kızıştığı bu dönemde en önemli şey, tüm dikkatimizi yardım talep eden insanlarımıza yöneltmektir; bu saçmalığı durdurmak için her şekilde onlara yardımcı olmamız gerekiyor. Şu anda Ukrayna’da masum insanlar öldürülüyor; her iki taraftan da. Hem atalarının topraklarını bugüne kadar yiğitlik ve cesaretle savunan Ukrayna halkından hem de bu sınır komşusu ülkeyi yüzyıllardan beri birlikte yaşadıkları bir halka sırt çevirmek suretiyle işgal etmek için siyasi otoriteden emir alan Rus askerî güçlerinden. Ukrayna’daki olaylar hepimizi derin bir acıya boğuyor. Savaşın başladığı ilk andan itibaren patrikliğimiz ve kentimizin Rum cemaati, Ukrayna Başkonsolosluğu ile işbirliği içinde ilkyardım malzemelerini toplayarak mağdur olan kardeşlerimize ulaştırmaya çalıştı. Aynı zamanda, şehrimize geçici olarak sığınan ve dua etmek için ibadet mekanlarımıza gelen birçok Ukraynalı mülteciyi imkanlarımız çerçevesinde maddi ve manevi olarak destekliyoruz. Yazın Bursa’da yaşayan mülteci çocuklarını çocuk kamplarımızda misafir ettik. Türk devletinin bu doğrultudaki koordineli çalışmalarına ve aynı zamanda sürekli iletişim ve işbirliği halinde olduğumuz Ukrayna’nın diplomatik makamlarına katkı sunuyor, yardımcı oluyoruz.
Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin tarihle ilgili temel misyonunu nasıl tanımlarsınız?
Patrikliğimiz asırlar boyunca bu şehirden, tarihî merkezinden cemaatine hizmetini sürdürmüştür.Büyük bir çağdaş ilahiyatçımızın sözleri aslında bu konuda her şeyi özetliyor: “Eğer bir kurum tarihsel açıdan, ancak tarihin titreşimlerini dinleyip her devirde insanın varoluşsal ihtiyaçlarına cevap vererek ayakta kalıyorsa; işte o zaman patrikliğin hem bugün hem de yarın için gerçekleştirmekle yükümlü olduğu temel bir misyonu var demektir”.
Son olarak, Tayyip Erdoğan ve Miçotakis’in Aralık 2023’teki ziyaret sırasında imzaladıkları Atina Bildirgesi hakkında düşüncenizi rica edebilir miyim?
Bu kadarını biz de beklemiyorduk doğrusu! Çok mutlu olduk. İlişkilerin daha da iyiye gitmesini dileriz.