İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimini Ekrem İmamoğlu kazandı. Tekrarlanan seçim sürecinde Cumhur İttifakı, hükümet ve yandaş medya birbiri ardına o kadar büyük hatalar yaptı ki, aşağı yukarı başa baş olan oy dağılımı İmamoğlu lehine açık bir farka doğru gitti.
İmamoğlu’nun kampanyasına, genel yaklaşımına ve toplamdaki başarısına lafım yok; ancak öncesinde yaşananlar herhalde “rakibi kazandırmak için neler yapılmalı?” başlığıyla ironi tarihine, “bir seçim öncesi yapılmaması gerekenler” başlığıyla siyasi literatüre geçecektir.
Siyasi partiler şüphesiz iktidar hedefiyle kurulur ama, 18 yıl önce kurulan Ak Parti’nin herhangi bir şekilde “muhalefet etmek için” tasarlanmış bir yapısı, geleneği yok. Evet, özellikle 2007-2014 arası verilen hizmetleri teslim edelim ama, Ak Parti’nin söylemi esas olarak ve çok büyük oranda reaksiyon üzerine, “Eski Türkiye’nin yanlışları, günahları” üzerine kurulu oldu. Aksiyon aldığı birçok sahada ise Eski Türkiye’nin kötü alışkanlıkları fazlasıyla sürdürüldü. Bununla da kalmadı, Eski Türkiye’de kısmen de olsa devam ettirilmeye, oturtulmaya çalışılan eğitim, yerli üretim (buğday, hayvancılık), adalet sistemi, çevre, enerji, dış ilişkiler gibi bir dizi temel alanda dünya konjonktüründeki değişiklikler hakkıyla izlenemediği gibi, ciddi gerilemelere sebep olundu.
Diğer taraftan CHP’nin de “muhalefet” alanında epey problemli bir yapı olduğu ortadadır. Bülent Ecevit’in genel seçimleri kazandığı 1977’den bu yana 42 sene geçti ve İstanbul sokaklarında 23 Haziran’da gördüğüm sevinç, bu kadar zaman sonra ilk defa İmamoğlu’yla yaşanabildi! Bu uzun süre zarfında “sosyal-demokratlar” genel olarak hep muhalefette kaldılar ama bu işte de hiç başarılı olamadıklarını “zaman” gösteriyor.
Yakın ve uzak tarihimizde yer etmiş veya fiilen yer etmekte olan liderleri, fikrimize, inancımıza, ideolojik tercihimize göre değerlendirmek bize bir “ahlaki üstünlük” sağlamaz. Ancak maalesef son yıllarda yaşananlar, artık “Allah akıl-fikir versin” dememize yolaçacak “ucuz cinlikler” seviyesinde derin bir ahlaksızlığa evrilmiştir.
Tüm bunlara rağmen toplumu idare etmek keyfiyetini haiz liderlerin kendi yönetim ve insani hatalarını dile getirmesi, “rakiplerim bunu kullanır” endişesinin ötesine geçmesi, Türk toplumunda neredeyse hiç görmediğimiz ve en çok ihtiyaç duyulan bir durumdur. Ve geldiğimiz nokta, artık bu yıpranmış gündelik siyaseti, ucuz itişmeleri terkedip, iş yapma, şehri ve ülkeyi ve kaliteyi yükseltme noktasıdır.