Kasım
sayımız çıktı

İngiltere’yi çarpan dahi matematikçi

19. yüzyıl sonunda Hindistan’da doğup büyüyen ve denklemleriyle İngiltere’yi kendine hayran bırakan dahi matematikçi Srinivasa Aiyangar Ramanujan, az bilinen hayat hikâyesiyle beyazperdede.

Sonsuzluğu Bilen Adam

Daha çok sömürge yılla­rını, Gandhi’sini, yoga­sını, Budizmini, şarkı­lı-danslı Bollywood’unu, renk cümbüşünü bildiğimiz Hin­distan’a, belki her şeyden çok matematiğe olan katkıların­dan dolayı şükran duymamız gerek. Bugün kullanılan onluk sayı sistemini ve basamak de­ğerini ilk geliştiren, “sıfır”ı sayı ve kavram olarak ilk kullanan, hatta Pisagor teoremini Pisa­gor’dan önce buldukları iddia edilen Hintliler, tarih boyunca her yüzyılda dahi matematik­çiler yetiştirdiler. Aryabhata, Brahmagupta, Bhaskara, Va­rahamihira gibi pek çok Hintli matematikçi ve astronomun günümüz bilimine katkısı bü­yük. Bunlardan biri de 19. yüz­yılın sonunda doğan ve sadece 32 yaşında hayata veda eden dahi matema­tikçi Srini­vasa Aiyan­gar Rama­nujan.

Ramanujan 1887’de Hindis­tan’da Brahman bir ailede doğ­du. Matematiğe karşı çok özel bir yeteneği olan ve fakat aile­sinin koşulsuzlukları nedeniyle sık okul değiştiren Ramanujan, her şeye rağmen matematikte sadece okul değil, bölge birin­cisiydi. Şaşırtıcı derecede hızlı hesap yapabiliyor, yeni teorem­ler keşfediyor, dördüncü dere­ceden denklemleri kendi buldu­ğu yöntemle çözüyordu. Okul­dan en yüksek dereceyle mezun olurken, okul müdürü mümkün olandan da fazlasını hakettiği­ni söyleyecekti. Ülkenin en iyi üniversitelerinden birine burs­la giren Ramanujan matematik dışında hiçbir şeyle ilgilenme­diği, örneğin katı bir Brahman vejetaryeni olarak tavşan de­rilerinin yüzüldüğü, kurbağa­ların yarıldığı biyoloji dersini korkunç bulduğu için pek çok dersten kaldı ve burs hakkını kaybetti. Başka bir okula geçtiy­se de benzer nedenlerden dola­yı okula devam edemedi.

Srinivasa Aiyangar Ramanujan (ortada) Cambridge Üniversitesi’nde Godfrey H. Hardy (en sağda) ve diğer matematikçilerle birlikte.

22 yaşında evlenen ve tez­gâhtarlık yapmaya başlayan Ramanujan bir yandan sağlık sorunlarıyla uğraştı, bir yandan da denklem ve teoremlerini bir matematik dergisinde yayım­latmayı başardı. İngiltere’deki birkaç üniversiteye araştırma­larını gönderdi, bir profesör­den “fena değil” benzeri bir yo­rum alırken, diğerlerinden ya­nıt bile alamadı. Nihayet ünlü matematikçi Godfrey H. Hardy, ona çok uzaklardan sayfalar dolusu denklemler gönderen 25 yaşındaki Hintli tezgâhtarın sıradışı bir dahi olduğunu far­ketti: “Teoremleri doğru olma­lıydı, zira bir insanın böyle şey­leri uydurabilecek bir hayalgü­cü olması imkansız.”

Bu ay vizyona giren Son­suzluğu Bilen Adam (The Man Who Knew Infinity) Ramanu­jan’ın bu döneminde başlıyor. Aile tanrılarının emriyle İn­giltere’ye gidişi, hep hayalini kurduğu gibi matematikle dolu bir dünya, üniversitede yarat­tığı etki, bir yandan da Cihan Harbi arifesinde bir ülke, zor koşullarda vejetaryenlik, ırkçı­lık, sağlık sorunları, sıla hasreti derken çok kıymetli bir cevher elimizden kayıp gidiyor.

‘Ustasız Usta’ Lütfi Akad 100 yaşında!

Tiyatro kökenli sinemaya son verip sinema tekniğini başlatan öncü yönetmen Lütfi Akad, 100. doğum yıl dönümünde sergi ve filmlerinden seçkiyle anılıyor.

Sinemamızda tiyatro ge­leneğinden sinema tek­niğine geçişi başlatan ve adını Türk sinema tarihine “ustasız usta” olarak yazdıran yönetmen Ömer Lütfi Akad 100. doğum yılında kapsamlı bir sergiyle anılıyor.

Bir bankanın muhasebe bö­lümünde çalışırken Lale Film şirketinin muhasebe işleriyle ilgilenmeye başlayan Ö. Lütfi Akad’ın sinema serüveni böy­lece başlar. 1940’ların sonla­rında tiyatro kökenli yönet­menlerin sinemadaki hakimi­yetini sona erdiren ve sinema diline yeni bir anlayış kazan­dıran Akad’ın ilk filmi Vurun Kahpeye (1949) olur. Sinema tarihinde bir dönüm noktası sayılan ve Halide Edip Adı­var’ın hikâyesinden uyarlanan film, Kurtuluş Savaşı döne­minde Kema­list bir öğ­retmenle fanatik bir imam arasındaki mücadeleyi anlatır. 1952’de çektiği Kanun Namına ise başka bir kilometre taşıdır. Filmde, sıradan insanları gündelik yaşamları içinde sunan Akad, hem yeni bir ifade getirdiği sanat sine­masının, hem de kent polisi­yesi filmlerinin öncüsü olur. 1966 yapımı Hudutların Ka­nunu, Yılmaz Güney ile olan uzun süreli dostluğunun da ilk halkasıdır. 1970’li yıllarda çektiği üçleme filmleri Gelin, Düğün ve Diyet ise ülkemizin o yıllardaki iç göç sorununa yeni ve farklı bir bakış açısı getirir. 2011’de kaybettiğimiz Akad bu konuyu şöyle dile getirmişti: “O dönemde göç edenler ara­sında sermaye sahibi olan­lar, vasıfsız işçi olanlar, tarım kesiminden gelenler vardı ve ben bunların hayatlarını an­lattım. Neler yaptılar, nasıl tu­tundular… Çünkü bunlar sıra­dan insanlar değillerdi. O göçü yapıp gelip İstanbul’da tutun­mak kolay iş değildir. Bu göçten önce de Anadolu’dan İs­tanbul’a göç olmuştu ama çoğu yenilip geri dönmüştü. Fakat bunlar tutundu ve ben bu ko­nuyu filmlerime aldım.”

İstanbul Modern’in “Tür­kiye Sinemasında Ustalar” adlı yeni projesinin ilk konu­ğu olan Ö. Lütfi Akad’ın arşiv sergisinde filmografisinden bugüne kadar gün yüzüne çık­mamış set fotoğrafları, film kareleri, orijinal senaryolar ve afişler gibi yaklaşık 100 parça­lık malzeme ziyarete açılacak.

Sergiye paralel bir diğer program da, ustanın filmle­rinden bir seçkinin sunulacak olması. 19-29 Mayıs arası gös­terilecek programda Akad’ın Vurun Kahpeye (1949), Hudut­ların Kanunu (1966), Vesika­lı Yarim (1968), Gelin (1973), Düğün (1974), Diyet (1975) gi­bi önemli filmleriyle birlikte, son kez kamera arkasına geç­tiği, İstanbul’u dört başlık al­tında farklı yanlarıyla ele alan ve uzun zamandır kayıp olan belgeseli Dört Mevsim İstan­bul (1990) yer alıyor.

Vesikalı Yarim (1968) filminde Türkan Şoray ve İzzet Günay.