Kasım
sayımız çıktı

İnsanlarımız da ölmesin, bizi yaşatan tarihimiz de

Diyarbakır’da, birçok insanın hayatını kaybettiği bir yerde, yok olan, zarar gören tarihî anıtlardan bahsetmek abes. Ateş düştüğü yeri yakıyor ama, kentlerin bellekleri olan anıtlarda yaratılan hasar kuşaklar boyu kolay kolay silinmez izler bırakıyor. Dünya mirası bir alanın, benzersiz özellikleri…

Son aylarda Türkiye’nin eski ve korunmuş kentle­rinden olan Diyarbakır’da kültürel mirasın çevresinde kanlı bir çatışma, hatta bir kent savaşı yaşanıyor. Buna Silvan, Cizre, Nusaybin gibi tarihî yer­leşimleri de eklemek mümkün.

Birçok insanın hayatını kaybettiği bir yerde yok olan, zarar gören tarihî anıtlardan bahsetmek şüphesiz abes. An­cak bireysel acılar ne kadar üzücü olsa da ne yazık ki ha­tırlayan insanların ömrü ile sı­nırlı. Kentlerin bellekleri olan anıtlarda yaratılan hasar ise toplumsal hafızalarda kolay kolay silinmez izler bırakıyor. Camilerin, minarelerin, evle­rin duvarlarında savaşın izle­rini gören kuşaklar, bu üzücü günlerin öfkesini hissediyor, öğreniyor. Diyarbakır’ın eski yerleşim bölgesinde yaşanan çatışmalarda Akkoyunluların meşhur Dört Ayaklı Minare Camii, Kasım Padişah Camii gibi isimlerle bilinen ve İslâm sanatında benzeri olmayan mi­nare kurşunlara hedef olup za­rar görmüştü. Diyarbakır Baro­su Başkanı Tahir Elçi bir basın açıklaması yapmak istemiş, an­cak burada minarenin önünde öldürülmüştü. Ardından çatış­malar şiddetlendi ve daha bir­çok yapı zarar gördü.

Elçi’nin katledildiği yer! Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, çatışmaların tarihi dokuya verdiği zarara dikkat çekmek için yaptığı basın açıklaması sırasında, tıpkı İslâm sanatında benzeri olmayan dört ayaklı minare gibi kurşunlara hedef oldu, hayatını kaybetti.

Diyarbakır’ın insanlık tari­hi açısından ve özelde bölgenin tüm halkları için önemli bir mi­rası var. Bu anıtlar Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Süryani, Çerkes, Boşnak ortak geçmişimizin ha­tıraları ve onlara verilen zarar ortak geleceğimize darbe vu­ruyor. Bizans’tan Mervanilere, Büyük Selçuklulara, Artuklu­lardan, İnaloğullarına, Akko­yunlulara kadar birçok devletin inşa ettirdiği yapılar yanyana içiçe günümüze kadar yaşamayı başarmış. Anadolu’dan, İran’a, Irak’tan Suriye’ye, Kafkasya’ya kadar birçok kültür çevresiyle gelişen ilişkiler özgün, güçlü bir kimlik oluşturmuş.

Kentin surları yerel yöneti­min ve Kültür Bakanlığının yo­ğun uğraşları sonucu 5 Temmuz 2015 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Listesine alınmıştı. Ama başlayan çatışmalar kentin mi­rasını ciddi şekilde tehdit etme­ye başladı. UNESCO yok olma ya da zarar görme riski olan mi­ras anıtları için bir de “tehlike­de olan miras listesi” hazırlıyor. Belki de Diyarbakır listeye gir­diği yıl tehlikedeki miras listesi­ne düşen bir bölge olacak.

Kentin Osmanlı mirası açı­sından da önemli bir yeri var. Şehri yöneten beylerbeyleri­nin ilki aynı zamanda kentin fatihi Bıyıklı Mehmet Paşa, ilk Osmanlı tarzı külliyeyi 1520’le­re doğru inşa ettirmiş. Büyük kurşun kaplı kubbesi dört yön­de dört yarım kubbe ile geniş­letilmiş. Bu plan tipi klasik Osmanlı mimarisinin Şehza­de Mehmet, Sultanahmet, Ye­ni Cami gibi görkemli İstanbul camilerinde uyguladığı plan tipinin bir öncüsü. Bu etkileyi­ci ve dünya mimarlık tarihi­nin önemli yapısı şehirde Fa­tih Paşa ya da Kurşunlu Camii isimleriyle de anılıyor. Kentin ilk kurşun kaplı kubbesi bu ca­mininki. İnşa ettirdiği caminin bitişiğinde gömülü olan Bıyıklı Mehmet Paşa’nın kökeni bilin­miyor. Ama devşirme olduğu kesin. Onun kardeşi Bağdat, oğlu ise Yemen beylerbeyi.

Caminin çevresindeki anıtlar da önemli. Bitişiğin­de Osmanlı tarihinin en meş­hur simalarından Özdemiroğ­lu Osman Paşa’nın türbesi var. Osman Paşa’nın babası Dağıs­tanlı, annesi ise Mısır Abbasi Halifelerinin soyundan. Paşa, Habeş Beylerbeyliği zamanın­da Hint Okyanusu’na sefer­ler yapmış ve Somali, Sudan civarını Osmanlı topraklarına katmış. Daha sonra sadrazam olarak bulunduğu İran seferin­de 1585 yılında Tebriz’de vefat etmiş. Bu Osmanlı sadrazamı Diyarbakır’a getirilip burada Kurşunlu Cami bitişiğine yapı­lan türbesine defnedilmiş.

Geçmiş yanıyor, gelecek tehlikede Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Süryani, Çerkes, Boşnak halklarının hem ortak geçmişinin hatıraları hem de ortak gelecek umutlarıda tahrip ediliyor.

Cami ve türbe muntazam kesme taştan inşa edilmiş. İçi İznik çinilerine benzeyen ama yerli üretim olan zengin çiniler­le kaplanmış. İşte bu yapı önce Aralık ayı boyunca çatışmalar­da isabet aldı. Son cemaat yeri­nin beyaz sütunlarının yüzey­leri zedelendi. Fotoğraflarda onlarca kurşun izi görülüyor. Duvarları delik deşik oldu. Ken­tin en eski camilerinden birinin başına gelenler herkesi korku­turken, bu sefer 7 Aralık’ta ca­minin girişi yakıldı.

Tekrar hatırlatalım. Diyar­bakır klasik Osmanlı mimari­sinin İstanbul ve Edirne’den sonra en önemli merkezlerin­den biri. Bu heyecanla söyle­nen hamasi bir söz değil. Ken­tin beylerbeyleri 16. yüzyılda dört külliyeyi Mimar Sinan’a tasarlatmış. İrili ufaklı cami­ler, türbeler, tekkeler, kiliseler, evler ile kent Osmanlı dünya­sının en güzel örneklerinden. Bu anıtlar da, yaşanan kor­kunç çatışmanın içinde ya da yanıbaşında.

Yapılara verilen zararı an­cak ortalık durulduktan sonra yapılacak titiz incelemeler orta­ya koyacak. Diyarbakır’daki ola­ğanüstü kültürel miras Kafkas­ya’dan, Afrika’ya, Balkanlar’dan Ortadoğu’ya, Arabistan’a kadar geniş bir coğrafya ile yakın iliş­kilerin ürünü. Buradaki anıtlar tüm bu çevrelerin ortak mirası. Onlara verilen zarar gelecekte tüm bu coğrafyada konuşulacak ve üzüntü ile hatırlanacak.

Kentin Sinan tarafından tasarlanan külliyeleri bambaş­ka coğrafyalardan gelip, çok farklı etnik kökenlerden olan ve çok farklı yerlerde görev ya­pan bânileri ile dikkati çeker. Kent bunlarla çok büyük bir kültür coğrafyasının parçası olarak ortaya çıkar.

Başta sanat tarihçileri, mi­marlar, tarihçiler, aydınlar ol­mak üzere herkesin, bu tarih katliamının bir en evvel son bulması için harekete geçmesi gerekiyor. İnsanlarımız da, in­sanlık tarihimiz de ölmesin!