Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Kalkınmanın mimarı bağnazlığın kurbanı

Muşkara köylüsü İbrahim, iktidar savaşları arasında zekası ve III. Ahmed’le dostluğu sayesinde sadrazamlığa kadar yükseldi. Tarih kitaplarındaki “Lâle Devri’nin eğlence düşkünü sadrazamı” imajının aksine o, 12 yıllık bir barış dönemi yaşatan, yönetimi dönüştüren bir reformcuydu. Hayatı, Patrona Halil vahşetiyle son buldu.

Payitahtı gülzar yapacak Ağırnaslı devşirme oğlanı Sinan’dan iki yüzyıl sonra, Niğde’nin Muşkara’sı da yetenekli, ileri görüşlü bir gencini, Ezdin voyvodası Ali Ağa’nın oğlu İbrahim’i payitahta göndermişti. O genç, Lâle Devri’ni yaşatarak Os- manlı Devleti’ni bir uyanışa silkeleyip, Tanzimat’a uzanan yenileşme sürecini başlatan Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’ydı.

Yaklaşık 1670’te o zamanki adıyla Muşkara’da doğan İbrahim Paşa’nın yaşam öyküsü ve başarıları, sadaretinin ve yaşamının sonunu getiren Patrona kasırgasında 30 Eylül 1730 sabahı parçalanıp sokaklarda sürüklenişi, bir İstanbul tragedyasına konu olacakken, ansiklopedilerin “İbrahim Paşa” maddelerinde geçiştirilmiş, Osmanlılığa hem sağdan hem soldan yüklenmelere malzeme olmuş, okul sıralarından başlayarak tarih severlere de eğlence düşkünü kart zampara imajıyla tanıtılmıştır.

“12 yıllık sadrazamlığı Osmanlı İmparatorluğu’nun yenileşme tarihinde bir dönüşüm sürecidir. Bir dizi köklü yenilik, önü kesilen o 12 yılda başarılmıştır. İbrahim Paşa’yı deha sahibi devlet adamı diye tanımlayan tarihçilere karşılık, olmadık rezaletlerle tanıtanlar da var.

Yenilik, imar, sanat düşkünü, barışsever ve aydın İbrahim Paşa, İstanbul’da yaşamanın değerini kavramış, bu eşsiz kente, Avrupa kent kültürünü getirmek istemişti. Sanatın ve bilimin koruyucusu olduğu da doğrudur. Şiirleri, besteleri de vardı. Onu ve yakınlarını idama gönderen kindar cehalet ve taassubun, ölüsüne reva gördüğü hakaretler, İstanbul’u aydınlığa açmak istemesinin intikamıdır. Nevşehirli’yi doğru tanımak için Nedîm’in, Seyyid Vehbî’nin, çağdaşı diğer şair ve yazarların, yabancı gözlemcilerin yazdıkları okunmalıdır.

Bir döneme adını verdi III. Ahmed döneminde İstanbul’da yaklaşık 2.000 tür lâle elde edildi. Ortak özellikleri ince ve sivri uçlarıydı. 1725 tarihli Lale Mecmuası’ndaki 49 resimden cücemoru (en solda), çiçek demeti (üstte solda), nize-i rummani (nar mızrağı-üstte sağda).

Köylü sadrazamın evveli

İbrahim’in gençlik çağında İstanbul’a gelişi 1690’a doğru olmalı. Bir akrabasının aracılığıyla Eski Saray’da önce Helvacılar, sonra Baltacılar koğuşuna kapılanmış. Evkaf kâtibi, Darüssaade Ağası Yazıcısı kalfası olmuş, Edirne’ye çağırılmış. Orada -Sultan II. Mustafa’nın (1695-1703) hoşgörüsü sayesinde- kafes hapsindeki Şehzade Ahmed’e danışmanlık yapmış.

1703’te tahta çıkan III. Ahmed’in, “nice zaman hizmet ederek sadakatini kanıtlayan, sır ortağı” İbrahim’i Darüssaade Ağası yazıcılığına getirişi o yıldır. İbrahim Efendi, altı yıl boyunca yeni padişahın fahri veziri, danışmanı, müsteşarıyken Çorlulu Ali Paşa’nın sadaretinde 1709’da Haremeyn-i Muhteremeyn Muhasebeciliğine atanıp Edirne’ye sürülerek padişahtan ve İstanbul’dan uzaklaştırılır. Sadrazam Silahdar Ali Paşa’nın 1715’teki Mora seferinde Mevkufatçı, Mora’nın fethi üzerine İl Yazıcısı, 1716’da kısa aralıklarla Niş Defterdarı, Ruznameci, Mirahur, vezirlikle Rikâb-ı Hümayun Kaymakamı (sadrazam vekili) olmuştur.

1716-1717 Macaristan seferinde Sadrazam Ali Paşa’nın şehit oluşuna, Petervaradin bozgununa, ordunun feci durumuna tanıklık eden İbrahim Paşa, bu haberleri padişaha ulaştırmak üzere Edirne’ye gelip huzura çıkar. O, bozgun ortamında güvenilir, iş bilir tek adamdır. Padişah, şehit sadrazamın nikâhlısı olan kızı Fatma Sultan’a İbrahim Paşa’yı yeni damat adayı seçer.

Avusturya’nın barış önermesi üzerine görüşmeleri yakından izlemek için padişahla 1717’de Sofya’ya gidip dönerler. Görüşmeler sürerken padişahın, tuğralı zümrüt mührünü vererek onu sadrazam atayışı 19 Mayıs 1718’de, Pasarofça Antlaşması’nın imzalanışı da 21 Temmuz 1718’dedir.

Amsterdam Rijksmuseum arşivi

Seferin nelere mal olduğunu gören paşanın, kalkınma, bayındırlık, toplumsal sorunlara eğilme siyasetine yönelmesi bundan sonradır. Çağdaşı tarihçi Râşid’e göre orduyu ıslah, ulufe savurganlığını önleme, vergi gelirlerini arttırma Anadolu’dan İstanbul’a göçleri durdurma çabaları güder. İran’la sınır sorunlarına önem vererek 9 yıl boyunca asker ve mühimmat sevk ettirir. Ulemaya, bağnaz çevrelere göre ise ne padişah ne kendisi, bir Doğu seferine çıkmaya yanaşmayarak, günlerini lehviyyât (oyun ve eğlence) ile geçirirler.

İslâm Ansiklopedisi’ne biyografisini yazan Prof. Münir Aktepe’ye göre İbrahim Paşa, “zevk ve sefâya mütemayil olan mizacına uyarak sefahata kadar giden bir yol” tutmuştur.

Safahatı Abdî Tarihi’nde anlatılan Patrona ayaklanması bu gidişin sonudur. Ayaklanmayı kışkırtan, Nevşehirli ile damatlarının katline, yeniliklerin yakılıp yıkılmasına fetva verenlerse, o şer ortamında biri şeyhülislam, öteki kazasker olan, Mirzazâde Mehmed’le Zülâlizâde Hasan’dır. Paşa ve yakınları, o dehşet saçan fitneyi bastıracaklarken ecel-i kaza hayatlarını söndürür. İbrahim Paşa, damatları Kaptanıderya Kaymak Mustafa, yeğeni Kethüda Mehmed Paşalar 30 Eylül 1730 sabahı idam edilir.

Köydü, ‘Yeni Şehir’ oldu

Nevşehirli İbrahim’in doğduğu Muşkara, 18. yüzyıla kadar peribacalarının, Hacıbektaş Dergâhı’nın yanı başında, Niğde – Kayseri arasında eski bir menzil köyüydü. Kaya yontusu kalesi gibi çoğu evleri de beyaz kayalara oyulmuştu. Çevrede, eski kaya tapınakları, işlek yoldan gelip geçenlerin konakladığı kervansaraylar ve hanlar vardı.

Padişahla hal hatır yazışması 1725 tarihli bir yazışmada Nevşehirli, Hemedan’ın alınışı ve eşi Fatma Sultan’ın bel ağrısının geçtiğini haber verirken Sultan da aynı kağıtta kendisine iki kılıç göndereceğini bildiriyor.

Adaşı paşalardan “Nevşehirli” diye ayırt edilen Damat İbrahim Paşa, İstanbul’u Avrupa kentleri, özellikle de Paris modelinde bir yenileşme ve imar sürecine açarken Muşkara’da da o gün için modern bir kasaba kurmayı tasarlamıştı. 1722-1726 arasındaki dört yılda, kalenin eteğinde sıbyan mektebi, cami, imaret, mektep, medrese, kütüphane, şadırvan, hamam, kervansaray, arastalı çarşıyı kapsayan külliyesini yaptırdı. Âşıklı Dağı’ndan su getirtip çeşmeler akıttı.

Bu, Helenistik, Roma, en son da Selçuklu dönemlerinde Anadolu’da kurulan “külliye merkezli kent” yerleşimlerinin yüzyıllar sonraki yepyeni bir denemesiydi. Cami avlusunun altındaki kervansaray, kısmen kayaya oyularak Taş Devri’nden beri uygulanan yerel yapı geleneğine, bu külliyede yer verilmesiydi. Paşa, hemşerilerini de yeni evler yapıp düzenli mahalleler kurmaya teşvik edip halka toprak dağıttı. Burayı, Nevşehir adıyla bir kadılık yaptı. Amacı, Orta Anadolu’nun eski harap yerleşimlerini yeniliğe özendirecek planlı ve bayındır bir kent örneği kurmaktı.

Kısa zamanda nüfusu 17 bine çıkan Nevşehir, bayındırlığı, meyve bahçeleri, bağ ve bostanlarıyla tanındı. Başka cami, mektep ve medreseler, alımlı konaklar yapıldı. Nevşehir, Kayseri ve Bağdat caddeleri (Ağır kervan yolları) üzerinde, önemli bir ticaret merkezi oldu. 19. yüzyıl başında burada 19 cami, 6 medrese, 2 hamam, çarşısında da 14 han 1076 dükkân 9 ekmek fırını sayılmıştır.

Levni’nin Surname’sinde Nevşehirli, III. Ahmed’in yanında.

İstanbul’u o gülzar yaptı İsyancılar enkaz yığını!

Küçük Çelebizâde Tarihi’nde İbrahim Paşa’nın ve aynı görüşteki padişahın, payitahtın bayındırlığına yönelmelerinde de Fransa’dan dönen elçi Yir- misekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin sunduğu Sefaretnâme ve Paris’ten getirtilen planların etkili olduğu anlatılır. Şimdilerde dozer denen dinozorlar ve gökyüzü merdivenleri ile girişilen kentsel dönüşüm hoyratlığının aksine, 1718-1730 kısa bayındırlık dönemindeki mimarlık ve sanat uygulamaları, parklar, bahçeler, havuzlar, çeşmeler, sebiller, selsebiller, meydan çeşmeleri, narin ve özgün sanat sergilemeleriydi. Şehzadebaşı, Vefa, Hocapaşa semtlerindeki kentsel düzenlemeler, Kâğıthâne’de Sâd-âbâd adıyla Versailles ve Fontainebleau benzeri Türk baroku park, bahçe, köşk, saray yapımları, Haliç ve Boğaziçi sahillerinde göz kamaştırıcı vezir ve rical köşkleri, yalıları, Tersane Bahçesi, Boğaziçi’nde Emn-âbâd, Neşet-âbad, Hümayun-âbâd… Avrupa esintili, İstanbul coğrafyasına en uygun neo-klasik bayındırlık uygulamalarıydı. Buraların açılışındaki muhteşem ziyafetler, yaz bahçelerinde çırağan denen gece âlemleri, kışın saray divanhanelerinde helva sohbetleri düzenleniyordu. O dönem yapılarından günümüze ulaşabilenlerin en çarpıcı olanı Ayasofya meydanındaki Sultan Ahmet Çeşmesi’dir. Bugün, Kağıthane’ye gidip “Görelim âb-ı hayat aktığın ejderhâdan” veya Cetvel-i Sim’in kenarında oturalım desek, ne ejderha lüleli çeşmeden, ne mermer döşeli gümüşsü kanaldan bir iz bulamayız.

İbrahim Paşa’nın kendisi ve eşi Fatma Sultan adına Şehzadebaşı’nda yaptırdığı külliye, cami, kütüphane, çeşme, sebili, dârülhadis medresesi ve çarşıdan oluşan 1720 tarihli külliyesi çok şükür duruyor.

Nevşehir’deki Damat İbrahim Paşa külliyesinin günümüzdeki görünümü.

Darülhadisin odaları şadırvanlı avlunun çevresindedir. Yapılar topluluğunun dışa dönük köşe sebili, döneminin aşırı bezemeli bir örneğidir. Yanındaki hacet penceresinden haziredeki mezarlar ve İbrahim Paşa’nın mezartaşları görülür. Külliye çarşısı cadde boyunca karşılıklı 45+37 dükkânlı revaklı bir arasta idi. Revaklar ve karşılıklı dükkânlar 20. yüzyılın başında kaldırılmıştır.

Cağaloğlu Acı Musluk’taki (Cemal Nadir Sokağı) hamamı yıkılarak yerine matbaa binası, karşısındaki medresesi de gazete (Vakit) idarehanesi yapılmıştır. Büyük Postahane’nin arkasındaki mektebi sebil ve çeşmesi de günümüze ulaşmamıştır. Ortaköy’deki 1723 tarihli, Fatih Ortacamii yanındaki 1730 tarihli iki çeşmesi daha vardır. Bu sonuncunun kitabesinin yarım kalmış olması, İbrahim Paşa’nın öldürülmesiyle açıklanabilir.

Vakıflarının en önemlisi, 18. yüzyıl ticaret hanlarının anıtsal bir örneği olan Çuhacılar Hanı, son yıllarda delik deşik edilmiştir. Paşa’nın ve Fatma Sultan’ın Cağaloğlu’ndaki sarayı, Boğaziçi, Üsküdar, Haliç ve Kâğıthane’deki saray ve yalılar da yıkılmıştır. İstanbul’un harap eserlerini, meremmet (restorasyon) çalışmalarıyla ayağa kaldıran, Nevşehir’i kuran İbrahim Paşa’nın, Ürgüp köylerinde, İzmir’de de bayındırlık eserleri vardır.

Diğer yandan, İstanbul’u kasıp kavuran yangınlara karşı tulumba örgütü, Fransa’dan getirtilen makinelerle matbaanın kuruluşu ve kitap basımının başlatılması, padişahın, paşanın ve diğerlerinin bilim, edebiyat, sanat adamlarıyla aynı ortamları paylaşmaları, bir uyanıştı kuşkusuz. Ama kimi çevreler, yapılanları ve yaşananları düpedüz savurganlık, sefahat, dinsizlik, hayasızlık saymaktaydılar.

Ulema fetvasıyla isyan

Aklının ve şansının yardımıyla sadrazamlığa yükselen padişah damadı İbrahim Paşa, 1718-1730 arasındaki on iki yılı, tarihe bir yenilik, barış, coşku dönemi (Lâle Devri) olarak yazdırttı. Bedelini de Patrona Halil ayaklanmasında çok ağır ödedi. Bu çarpık yazgının öyküsü birçok kaynakta, ezcümle Abdî Tarihi’nde, Dilâverzâde’nin Hadikatü’l-vüzerâ Zeyli’nde ayrıntılıdır.

Camisi 294 yıllık İstanbul’un Şehzadebaşı semtindeki Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin sebili ve Direklerarası’nın 2008 (üstte) ve 20. yüzyıl başlarındaki (altta) görünümü. Camide günümüzde restorasyon yapılıyor.

Ayaklanmanın sözde nedeni, İran seferi için Üsküdar’da otağ kurulmuş tuğlar çekilmişken yürüyüşe geçilmemesiydi. İlk “istemezük!” şamatasının İstanbul’da duyulduğu 28 Eylül günü, İbrahim Paşa Üsküdar’daydı. Yakını paşalar ve yeniçeri ağası çekindiklerinden kendisini haberdar etmediler. Öğrendiğinde de padişah, İstanbul’a geçip önlem almasını engelledi.

Zülâli Hasan, İspirî-zâde Ahmed Efendilerse padişahı, can düşmanı oldukları İbrahim Paşa’yı ve damatlarını idama ve âsilere teslime ikna ederken Zülâlî, şeyhülislamlığı,

İspiri, Anadolu Kazaskerliğini gasp edip paşaların idamı için fetva yazdılar. Ertesi sabah âsiler Atmeydanı’nda toplanırken Kapıarası mahpesinde boğulan İbrahim, Kaymak Mustafa, Kethüda Mehmed paşalar, birer öküz arabasına konulup Bab-ı Hümayun’dan âsilere verildi. Cesedini hakaretlerle soyanlardan biri “-Bu İbrahim değil! Hem de sünnetsiz” diye bağırdı. Bir beygirin kuyruğuna bağlanıp sürüklenen sadrazam cesedi, âsi palalarıyla parçalandı.

Dostlarından eski Halep kadısı tarihçi Şâkir, geceleyin toplatabildiği parçaları bir küfeyle getirtip külliyesine gömdürttü. Kimi parçaları da aynı gün boğulan damatlarından Kethüda Mehmed Paşa’nın cenazesiyle Süleymaniye’de bir bahçeye gömüldüğünden ortalık yatıştıktan sonra bir mezartaşı da oraya dikilmişti. O taş sonra Şehzadebaşı’na getirildi.

İzleyen günlerde de İstanbul’da yapılan eserler tahrip edildi. İlkelliğin kazmaları, Lâle Devri’nin kasırlarını, tarhlarını, havuzlarını… kinle, hırsla yıktı yaktı.

III. AHMED’İN İSTEĞİYLE DÜĞÜN

Çocuklarımın annesini boşadı Padişah kızıyla evlendi

Padişah büyük kızı Fatma Sultan’a (doğumu 22 Eylül 1704) silahdarı “Kömürcü” Ali Paşa’yı 1709’da namzet ilan etmişti. Sûrî (göstermelik) düğünün ayrıntıları Râşid Tarihi’ndedir. Zifaf için zevcesinin büyümesini bekleyen Silahdar Ali Paşa Petervaradin savaşında şehit düşünce. 12 yaşındaki Fatma Sultan gerdeğe girmeden dul kaldı. III. Ahmed bu kez, 1716-1718 arasındaki bunalımlı evrede öne çıkan yaşlı başlı İbrahim Paşaya “İbrahim eğer evli olmasaydın, seni damat seçerdim diyerek ağzını yoklaması karşısında Paşa, yetişkin çocuklarının annesi eşini boşamakta tereddüt etmemiş. 22 Şubat 1717de huzurda samur namzetlik kürkü giydirilmiş.

O günleri yakından izleyen Edirne’de bir konuk var: Lady Montagu .1 Nisan 1717 tarihli mektubunda bu evliliği anlatıyor. “Saray halkı burada. Dün padişahın kızı evlendi. Rical hanımları bütün ziynetlerini takıp takıştırdılar. Gelin sultan görkeamli bir düğün alayıyla zevcinin sarayına götürüldü. Petervaradin’de vefat eden sadrazamın eşiydi ama bu buluşmasız bir nikâhtı. Buna karşılık paşanın serveti kendisine kaldı. Yeni zevci (İbrahim Paşa) elli yaşında ama en yakışıklı devlet adamlarındanmış. Sultan da zevcine âdeta aşkla bağlanmış. Bu yetenekli vezir, padişahın en gözde adamı olsa da bir kıza şirin görünmek için bu yetmemeli”. Lady, paşanın eşine “Ömrümün tâcı, gözümün nuru sultanım” dediğini de yazmış.

ÖLÜMÜNDEN 30 YIL SONRA İBRAHİM PAŞA TASVİRİ

‘Devlete hizmeti yazıya sığmaz’

Levni’nin Surname’sinde Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa.

“İbrahim Paşa’nın yüksek nitelikleri beyandan aşırıdır. Hazineyi gelirle doldurmuştur. Din ve devlet işlerindeki hizmeti de yazıya sığmaz. Himmeti yüksekti. Aristo kavrayışlı, Eflatun görüşlü, Lokman bilgeliğinde, mülk ve milleti düzende tutan, vakur, mütevazı, tedbirli , mert ve gayretli, iyiliği ikramı çok, yüce himmetli, iyi ahlaklı, yüce soylu, doğruluktan şaşmayan, tedbirli vezir, kanunlara hakim benzersiz sadrazamdı. Özellikle bilgin ve erdemlilere, şeyhlere, ariflere, hüner sahiplerine, şiir ne nesir yazanlara, söz ve yazı ustalarına, müzisyenlere aşırı meyli ve yakınlığı vardı. Ekseri gece ve gündüzlerde, ilim ve marifet sahipleriyle sohbet eder, her birini ödüllendirirdi. Bir kişiyi ayıbından ötürü aşağılamaz, rakiplerine bile mansıplar vezirlik verir, yaşlı yoksul herkesi ihyadan geri kalmazdı. Yaratılışı gereği hayır işlerine düşkündü. Nice nice yüce eseri vardır.”

(Dilâverzâde, Zeyl-i Hadikatü’l-Vüzera’dan kısaltılarak alıntı)

EN KRİTİK ANLARIYLA PATRONA HALİL İSYANI

Boynundan beygirin kuyruğuna bağladılar

Patrona ayaklanmasını Abdi Tarihi’nden okumalı. İlk kıpırdanma sekiz ay önce, Sadâbad’da bir kavgada 17 kişinin öldürülmesidir. Patrona Halil, Zağarcı (köpekçi) Muslu, Karayılan, Çınar Ahmed, Oduncu Ahmed, Manav Küçük Muslu, Turşucu İsmail… “cümle otuz nefer bî-akl (serseri) ilkin orada anlaşırlar. Amaçları İstanbul’da yağmadır. Sonraki aylarda bunlara başka reziller, Arnavut, çitak, dağ Türkü, dinsiz mezhepsizler de katılır.

Bunlar hafta tatili bir Perşembe günü, herkes kırlarda, sadrazam da Üsküdar sarayında zevk ü safada iken bayraklar açıp üçer beşer, panik uyandırırlar. Etmeydanı’nda toplanan yeniçeriler de karar için tartışırlar. İbrahim Paşa, akşam Topkapı Sarayı’na geçer. O gece ertesi sabah sorun büyür, Patrona ve avanesi, Etmeydanı’nda yeniçerileri korkutup ikna eder, Deli İbrahim diye biri İstanbul kadısı yapılıp ulemaya gönderilir. Bir kel, yeniçeri ağası, kahvelerde çöğür çalan bozahane ozanı bir mübtezel de cebecibaşı olur. Bayraklılar da asılsız haberler yayıp korku uyandırırlar. Zindanlardan salıverilenler yağma başlatır.Sarayda geceleyen vezirler ve ulema, III. Ahmed’in huzurunda müşaverededirler. Etmeydanı’ndan At Meydanı’na gelenleri vazgeçirmek için, Babıhümayuna Sancak-ı şerif çıkartılıp tellallar bağırtılırsa da etkisi olmaz. Padişahın gönderdiği haseki ağa, Patrona’nın atadığı kadı ve yeniçeri ağası ile görüşür. Başta sadrazam 37 kişinin başını gönderirse padişahtan hoşnuduz derler. Bu kez, İbrahim Paşa’ya diş bileyen yobazlardan Ayasofya vaizi İspirîzade ile Zülâlizade Efendiler elçi olup sarayla meydan arasında gidip gelirler. Korkan padişah, İbrahim, Kaymak Mustafa, Kethüda Mehmed paşaları “üçünü birden katledüp leşlerin birer öküz arabasına yükletip meydandaki zorbalara, gelin matlubunuzu alasız deyü haber gönderir. İki bayrak serdengeçti, Bab-ı Hümayun’da arabaları alıp dinsiz imansız mezhepsiz bir alay kelb-i akur (ısıran köpek) meydana götürdüler. Zorbalar karşı varıp cesetleri arabalardan aşağı indirip meydan odasında asıp bakarlar. Bu İbrahim Paşa değildir, sünnet- sizdir ve tepesinin orta yeri tıraş olunmuş, bu Ermeni kâfiridir ve bazıları, bunlar Rum keferesidir, sadrazamın kürkçübaşısıdır. efendisi uğruna kendisini feda eylemiş derler, Semerli hamal beygirine bindirirler. Ceset yere düşünce boğazından urganla beygirin kuyruğuna bağladılar…” (Abdi Tarihi, ss 26-40’tan özet)

Kılıçla geldi kılıçla gitti Ayaklanma sonucu I. Mahmud padişah olmuş, isyancılara görevler verilmişti. İsyandan 2 ay sonra 25 Kasım günü, asiler toplantı için çağrıldıkları Topkapı Sarayı’nda öldürüldü. Van Mour’un tablosunda Patrona Halil (sağda, eli tabancalı) ve adamlarının öldürülüşü.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Devamını Oku

Son Haberler