Kasım
sayımız çıktı

Kemanıyla dünyayı titretti, devlet cenazesine gelmedi

SUNA KAN (1936-2023)

Suna Kan, adından söz ettiren kadın kemancıların bir elin parmaklarını geçmediği bir dünyada doğdu. Ne bir orkestra şefinin protejesi ne de köklü bir keman geleneğinin parçasıydı. 1948’de onun için çıkarılan özel yasanın sunduğu desteği, ülkesinin müziğine sunduğu katkıyla geri ödedi. Devlet erkanı ise cenaze törenine ilgi göstermedi.

Suna Kan denince 1952’de birincilikle bitirdiği Paris Konservatuvarı’n­dan döneminin yüzakı Ankara Oda Orkestrası’na aynı ülkeyi paylaştığı kişilerin göğsünü gu­rurla kabartan pek çok fotoğraf geliyor insanın gözünün önüne. Ancak bunlardan bir tanesi var ki onunla birlikte genç cum­huriyetin öyküsünde de bir dönüm noktası. 1948’de çekilen bu karede, bir tarafta henüz ayakları oturduğu koltuktan yere değmeyen İdil Biret, bir tarafta ömrü boyunca sol elinin bir uzantısı olacak kemanıyla 12 yaşındaki Suna Kan var. Ortala­rına oturmuş Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün yüzünden bu sevimli çocuklara duyduğu sempatiyle birlikte, yetenekleri karşısında gösterdiği tevazu ve saygıyı da okuyabiliyorsunuz. Klasik müzik yapan harika çocukların idollük koltuğunu epeydir genç pop starlara kap­tırdığı, onların da yeni hâkim ideolojiyle çeliştikleri noktada her an alaşağı edilebilecekle­ri endişesiyle rol model olma sorumluluğundan kaçındıkları bir dünyaya oldukça yabancı, uzak bir dönemin hatırası bu kare.

resim_2024-08-31_200709004
İdil Biret’le birlikte Türkiye’nin ilk “harika çocuk”u olan Suna Kan, devlet bursuyla gönderildiği Paris Konservatuvarı’nı birincilikle bitirmişti

Aynı yıl kendi isimleriyle anılan özel bir yasayla yurtdışı­na gönderilen bu iki çocuk için ise sorumluluğun bambaşka bir anlamı vardı. O dönem dün­yada adından söz edilebilecek kadın kemancıların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Ne büyük bir orkestra şefinin protejesi ne de köklü bir keman geleneğinin parçası olan Suna Kan, yalnızca Türkiye’de yete­nekli müzisyenlere başka ihti­mallerin kapısını açmadı, dün­ya müzik tarihinde de ilham veren bir örnek oldu. 1954’te Cenevre ve Viotti yarışmaların­daki birincilikleri, Fransa’dan Etiyopya’ya onlarca ülkede ver­diği konserler ile Türkiye’den bir kadın kemancının dünya çapında başarıya ulaşabileceği­ni gösterdi. Üstelik bu başarıya geniş repertuvarında mutlaka Türk bestecilere de yer vererek ülkesinin müziğine katkı sun­ma ilkesinden taviz vermeden ulaştı.

Pekala Paris’te kalabilirdi ama Türkiye’ye dönmeyi tercih etti. 1977’de kendisi gibi devlet sanatçısı olan orkestra şefi Gürer Aykal’la birlikte kurduk­ları TRT Ankara Oda Orkestrası, çoğu yurtdışında 100’e yakın konser verdi. Adnan Saygun “Concerto da Camera”sını, Necil Kazım Akses “2. Senfoni”si­ni bu topluluk için besteledi. Fransız besteci Max Pinchard, Fransa’da ilk defa Ankara Oda Orkestrası’nın seslendirdiği “Choral” adlı yapıtını topluluğa adadı. Ölümler ve hastalıklar topluluğu dağıtmasa kimbilir daha neler olacaktı…

Bütün bu istisnai hayat, dünyaya sanki kemanıyla gelmiş gibi görünen bir çocu­ğun bir parça desteklenmesiyle başlamıştı. Onun için çıkarı­lan yasa, 1998’e kadar onlarca özel yetenekli çocuğun daha hayatını değiştirdi. Bugün ise Türkiye’nin harika çocukları dünyada tek başlarına. Aynı, devlet erkanının cenazesine uğramadığı Suna Kan’ın tek başına kalması gibi.