Suna Kan, adından söz ettiren kadın kemancıların bir elin parmaklarını geçmediği bir dünyada doğdu. Ne bir orkestra şefinin protejesi ne de köklü bir keman geleneğinin parçasıydı. 1948’de onun için çıkarılan özel yasanın sunduğu desteği, ülkesinin müziğine sunduğu katkıyla geri ödedi. Devlet erkanı ise cenaze törenine ilgi göstermedi.
Suna Kan denince 1952’de birincilikle bitirdiği Paris Konservatuvarı’ndan döneminin yüzakı Ankara Oda Orkestrası’na aynı ülkeyi paylaştığı kişilerin göğsünü gururla kabartan pek çok fotoğraf geliyor insanın gözünün önüne. Ancak bunlardan bir tanesi var ki onunla birlikte genç cumhuriyetin öyküsünde de bir dönüm noktası. 1948’de çekilen bu karede, bir tarafta henüz ayakları oturduğu koltuktan yere değmeyen İdil Biret, bir tarafta ömrü boyunca sol elinin bir uzantısı olacak kemanıyla 12 yaşındaki Suna Kan var. Ortalarına oturmuş Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün yüzünden bu sevimli çocuklara duyduğu sempatiyle birlikte, yetenekleri karşısında gösterdiği tevazu ve saygıyı da okuyabiliyorsunuz. Klasik müzik yapan harika çocukların idollük koltuğunu epeydir genç pop starlara kaptırdığı, onların da yeni hâkim ideolojiyle çeliştikleri noktada her an alaşağı edilebilecekleri endişesiyle rol model olma sorumluluğundan kaçındıkları bir dünyaya oldukça yabancı, uzak bir dönemin hatırası bu kare.
Aynı yıl kendi isimleriyle anılan özel bir yasayla yurtdışına gönderilen bu iki çocuk için ise sorumluluğun bambaşka bir anlamı vardı. O dönem dünyada adından söz edilebilecek kadın kemancıların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Ne büyük bir orkestra şefinin protejesi ne de köklü bir keman geleneğinin parçası olan Suna Kan, yalnızca Türkiye’de yetenekli müzisyenlere başka ihtimallerin kapısını açmadı, dünya müzik tarihinde de ilham veren bir örnek oldu. 1954’te Cenevre ve Viotti yarışmalarındaki birincilikleri, Fransa’dan Etiyopya’ya onlarca ülkede verdiği konserler ile Türkiye’den bir kadın kemancının dünya çapında başarıya ulaşabileceğini gösterdi. Üstelik bu başarıya geniş repertuvarında mutlaka Türk bestecilere de yer vererek ülkesinin müziğine katkı sunma ilkesinden taviz vermeden ulaştı.
Pekala Paris’te kalabilirdi ama Türkiye’ye dönmeyi tercih etti. 1977’de kendisi gibi devlet sanatçısı olan orkestra şefi Gürer Aykal’la birlikte kurdukları TRT Ankara Oda Orkestrası, çoğu yurtdışında 100’e yakın konser verdi. Adnan Saygun “Concerto da Camera”sını, Necil Kazım Akses “2. Senfoni”sini bu topluluk için besteledi. Fransız besteci Max Pinchard, Fransa’da ilk defa Ankara Oda Orkestrası’nın seslendirdiği “Choral” adlı yapıtını topluluğa adadı. Ölümler ve hastalıklar topluluğu dağıtmasa kimbilir daha neler olacaktı…
Bütün bu istisnai hayat, dünyaya sanki kemanıyla gelmiş gibi görünen bir çocuğun bir parça desteklenmesiyle başlamıştı. Onun için çıkarılan yasa, 1998’e kadar onlarca özel yetenekli çocuğun daha hayatını değiştirdi. Bugün ise Türkiye’nin harika çocukları dünyada tek başlarına. Aynı, devlet erkanının cenazesine uğramadığı Suna Kan’ın tek başına kalması gibi.