Hamas’ın 1 yıl önce İsrail’e saldırıp yüzlerce kişiyi öldürüp onlarca rehin alması Filistinlilere yönelik soykırıma bahane oldu. 7 Ekim 2023 ila 2024 Ağustos sonu arasında katledilen Filistinlilerin sayısı 40 bini aştı. Batılı devletlerin sırt çevirmesine rağmen Filistinlilere destek artıyor. İsrail’in uyguladığı vahşet ise yıllarca unutulmayacak bir utanç. Analiz.
Hamas’a bağlı Kassam Tugayları ve diğer Filistinli gruplara bağlı militanlar 7 Ekim 2023’te Gazze sınırından İsrail’e girdi ve çoğu sivil 1.200 kişiyi öldürdü, 250’ye yakın kişiyi de rehin aldı. Başlangıçta Hamas’ın saldırısı “İslâmcı terör”ün bir tezahürü olarak görülse de İsrail’in 1 yıl içinde kararlı bir biçimde sürdürdüğü soykırım, sorunun çok daha farklı yerde olduğunu gösterdi. Meselenin özü, 1948’de İsrail devletinin kurulmasıyla başlayan ve o günden bugüne Filistinlilerin topraklarından sürülmesinden ve sistemli biçimde mülksüzleştirilmelerinden ibaret. En kabasından bir sömürgeleştirme sözkonusu ve her sömürgeleştirmenin içinde bulunabilecek soykırım da bunun bir parçası olarak açığa çıkmış durumda.
Filistin direnişi, alabildiğine elverişsiz uluslararası koşullarda yokolmaya karşı bir varolma mücadelesi. Mazlumla zalimin şiddetini aynı terazide tartarak, suret-i haktan yana olduklarını sananlar ise rakamların diliyle konuşulduğunda bile vicdanlarını betona gömüyorlar: 7 Ekim 2023 ila 2024 Ağustos sonu sayılarıyla, İsrailin kaybı 1.200 ölü 5.431 yaralı, Gazze şeridinde Filistin kayıpları 40 bin ölü 93.500 yaralı; Batı Şeria’da Filistinlilerin kaybı ise 607 ölü 5.500 yaralı…
İsrail devletinin rehineleri kurtarmak diye bir derdinin olmadığını rehine yakınları 1 yıldır haykırıyor. Şu ana kadar 70 rehine bombardımanlarda öldü. UNRWA (Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı) çalışanları yaklaşık 200 kayıp verdi; gazeteciler görevlerini yaparken kurşunlara hedef oldular ama en çok da çocuklar ve kadınlar İsrail saldırısının kurbanı oldu. İngiltere’deki hakemli tıp gazetesi Lancet Temmuz 2024 itibarıyla ölen insanların sayısını toplamda 186 bin olarak tespit ediyor. Hamas’ın Sağlık Bakanlığının verdiği rakamlar (41 bin) ise sadece doğrudan çatışmada ölenler.
Sömürge sistemi, doğası gereği şiddet, yıkım ve “apartheid” demektir (İsrail yetkililerinin yakın zamanda Gazze’deki Filistinlileri “insan hayvan” olarak nitelendirmesi bunun bir ifadesidir). Bugünün Filistinlileri ve İsraillileri nihayet özgür ve eşit bir şekilde birlikte yaşayabileceklerse, bu öncelikle sömürgeciliğe son vermekle ve onun tahribatlarını telafi etmekle mümkün.
11 Eylül (2001) hadiselerinden sonra dünyanın artık eski dünya olmadığı iddia edilmişti. ABD’nin müttefikleriyle Afganistan ve Irak’ı işgal ederek sürdürdüğü çökertme savaşı, bölgenin dengesini radikal bir biçimde değiştirmişti. İsrail’in Filistin’e karşı açtığı imha savaşı da ilk başta “terörizme karşı savaş” etiketi altında hüsnü kabulle karşılanmışken, bugün Filistin halkının yaşadığı trajedi, neredeyse tüm ülkelerin siyasetinin orta yerine yerleşti. Filistin meselesi, ABD’de de sadece üniversite kampüslerindeki gösterilerle sınırlı kalmadı. Demokrat Parti’nin kendi içinde gerilim yaratan, en azından bir kısım Demokrat seçmenin Biden’ın İsrail politikasına karşı çıkanlar, “ateşkes” talebini daha canlı tutuyor. ABD’deki başkan adaylarının münazarasında Donald Trump, “eğer Kamala Harris kazanırsa İsrail yokolur” derken; Harris iki devletli çözümü savunarak az da olsa Biden’dan farklı bir çerçeve çizdi. Fransa seçimlerinde de Sağ ve Sol arasındaki en önemli ayrım Filistin konusunda oldu. Sağ’ın körlemesine İsrail desteği ve Sol’un Filistin’in bağımsızlığından yana tutumu öne çıktı. Melanchon’un konuşmasında yanında bir Filistinlinin olması simgesel bir göndermeydi. Tabii trajikomik durumlar da var: Ukrayna’yı işgal eden Rusya’nın işgalci İsrail’e karşı çıkması, ama işgal edilen Ukrayna’nın ise İsrail’i desteklemesi gibi!
Öte yandan bu tek yanlı savaş, İsrail’in bölgedeki rakipleri olarak gösterilen Hizbullah ve hattâ İran’ın, Filistin için göstermelik eylemlerin ötesinde ciddiye alınabilir bir muhatap olmadıklarını da gösterdi. İsrail’in istediğinde her ikisine indirdiği darbelere karşı verilen yanıtlar, zerre kadar etkileyici olmadı. Arap rejimlerinin veya genel olarak Müslüman dünyanın durumu da genel olarak bundan farklı değil.
ABD ise, kuruluşundan bu yana hiç bu kadar İsrail’in yanında durmamıştı. Olası bir savaşta İsrail’in yanında olduğunu bildirerek gönderdiği milyarlarca Dolarlık askerî yardım yetmezmişçesine, uçak gemilerini de sahaya sürerek saldırıya niyetlenecek olanlara büyük bir gözdağı verdi. Ayrıca Birleşmiş Milletler’de çoğunluğun verdiği ateşkes kararlarını veto ederek soykırımın devamını sağladı.
1 yıl sonra hâlâ Hamas’ı çökertmek için savaşı sürdürdüğünü ilan eden İsrail’e de askerî açıdan “başarılı” demek oldukça zor. İsrail’in dokunulmazlığı efsanesi çökerken, ülke siyasi ve diplomatik olarak 7 Ekim öncesine bakarak hem içerde hem dışarda (örneğin Kuzey ülkeleri açık bir biçimde) ciddi bir meşruiyet krizi yaşıyor, hattâ bazı ülkeler tarafından tecrit ediliyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi, Benjamin Netanyahu ve Yoav Galant (Savunma Bakanı) hakkında tutuklama emri çıkardı; Uluslararası Adalet Divanı sömürgeleştirmenin yasadışı olduğunu ve İsrail’in apartheid suçunu da kapsayan “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme”nin 3. maddesini ihlal ettiğini açıkladı. Bunun yaptırım gücü sınırlı olsa da siyasal ve moral desteği önemlidir.
Bugün artık İsrail’in başlangıçta iddia ettiği “mağduriyet”in yerinde yeller esmekte. Savaşı Hamas ile, yani Gazze ile sınırlı tutmayıp Batı Şeria’ya yayarak, aslında “cihatçılığa karşı medeniyet mücadelesi” iddiasını da kaybetmiş durumda. Öte yandan Hamas’ın çökertildiğine dair bir belirti de yok. “Hamas’a karşı mücadele” diye anlatılan sivillerin toplu katliamından ve Gazze’nin işgalinden ibaret.
İsrail ordusu, erken emeklilik isteyen subayların yarattığı krizin yanısıra, askere alınmayan Haredilerin (Ortodoks dindarlar) protestoları ile de başetmek durumunda. İsrail yetkilileri Eylül sonunda Lübnan’a karşı bir kara harekatı başlatacakları yönünde tehditler savurdular ama; bu ihtimal “mağdur olmuş ülke” safsatalarını ve özellikle ABD’nin desteğini sonlandırabilir. Çin’in uzaktan 14 Filistinli örgütü bir çatı altında toplaması, ABD karşısında Filistin’den yana tutum alması ise önümüzdeki dönemde mutlaka uluslararası planda etkili olacak.
Peki ya bundan sonra?
Filistin meselesi en azından 30 yıldır, hiç bu kadar insanlığın ortak bir sorunu olarak belirmemişti. Savaşın ilk aylarından sonra yıkılan hastaneler, kamu binaları, konutlar; herkesin gözü önündeki “1948 felaketi”ni yeniden canlandıran görüntüler; milyonlarca insanın defalarca çaresiz bir biçimde bir yerden diğerine göçe zorlanması… Filistin halkının kaderi maalesef İsrail’in insafına terkedilmiş durumda. Ancak savaş, bölünmüş Filistinlilerin bağımsızlık için birlikte davranma iradelerini güçlendiriyor ve esas olan şüphesiz Filistin halkının birliği.
Lübnanlı sosyalist akademisyen Gilbert Achcar’ın sözleri durumu özetliyor: “Nazi soykırımının kurbanları adına konuştuğunu iddia edenlerin, çağdaş yerleşimci sömürgeciliğinin tarihindeki en korkunç imha kampanyasının failleri olması, tarihin acımasız ironilerinden biridir. Davranışları, günümüz dünyasında aşırı Sağ’a ilham kaynağı oluyor. Soykırımı yeniden sıradanlaştırdılar.”
AYŞENUR EZGİ EYGİ (1998-2024)
26 yaşında sona erdirilen bir hayat
İsrail’in Filistin’de uyguladığı vahşet sürerken 6 Eylül’de işgal altındaki Batı Şeria’da İsrail’in uyguladığı zulmü protesto edenlerin üzerine keskin nişancılar tarafından ateş açıldı. Ajanslar Amerikan vatandaşı Ayşenur Ezgi Eygi’nin başından vurularak öldürüldüğünü duyurdu. 1998 Antalya doğumlu Ayşenur Ezgi Eygi, ailesiyle birlikte göç ettiği ABD’de büyüdü. Washington Üniversitesi’nde psikoloji, Ortadoğu dilleri ve kültürü üzerine eğitim alan Eygi, öğrenciliği sırasında birçok kampanyada aktif olarak yer alan bir sosyalistti. Uluslararası Dayanışma Hareketi gönüllüsü olarak gittiği Filistin’de öldürüldükten sonra ABD’den yapılan ikircikli açıklamalar ve Biden’ın olayı “kaza” olarak nitelemesi büyük tepki topladı. Eygi’nin cenazesi Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye getirildi ve Didim’de toprağa verildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, Eylül sonu BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Türkiye’nin bu hadisenin peşini bırakmayacağını ve sorumluların cezalandırılması gerektiğini tekrar vurguladı.