20 yıl arayla yazılan bir kitap ve çekilen bir film, ölümden sonrası cenaze âdetlerini genç ve yaşlı kuşakların çatışması-barışması ekseninde ele almış. Aytmatov ile Yimou’nun yapıtları, Türkiye’deki farklılığın da altını çiziyor.
Konu kuşaklar arası uyuşmazlık idi. Bir yazar, bir rejisör, biri 1979’da diğeri 1999’da konuyu
benzer bir biçimde ele almışlardı. Bu eserleri yaratanlar Cengiz Aytmatov (Gün Olur Asra Bedel)
ve Zhang Yimou (Eve Dönüş – The Road Home). Biri Kırgızistan’daki efsaneler diyarı Isıkgöl’den, diğeri Çin’den dünyaya sesleniyorlar. Konu bir cenaze etrafında dönen geleneksellik ve modernite. Her iki eser üç bölümden meydan geliyor. Birinci bölümde bir ölüm olayı karşımıza çıkıyor, ikinci bölümde ölen kişinin ve çevresinin hayatına dair geniş anlatı bulunmakta; derken cenazeye ne olacağı ile ilgili bir bölümle sona eriyor bu eserler.
Zhang Yimou, filminin ortadaki ikinci bölümünü renkli, cenaze ile ilgili 1. ve 3. bölümleri siyah beyaz yapmış. Renkli kısım mutlu günleri, siyah beyaz ise yaslı günleri yansıtıyor. Böylece seyirci bugün ve geçmiş arasında gidip gelmiyor.
Cengiz Aytmatov ise okuyucunun esere kendi konumundan mesafeli bakabilmesi için eserin içine bir de bilimkurgu hikayesi serpiştirmiş. Eserin yazıldığı 1979’da, henüz Gorbaçov’un başlattığı şeffaflık politikalarına 6 yıl, SSCB’in çözülmesine 12 yıl var. Aytmatov’un sunduğu SSCB ve ABD’nin müşterek yürüttüğü uzay seferi, o dönem için gerçekten bir bilimkurgu niteliğinde. Ayrıca dünyamızın savaş severliğine karşın, savaş bilmeyen, müdahaleci ve atak olmayan barışçı uzaylılar, dünya ile görüşme tekliflerini dünyadan gönderilmiş olan astronotlar vasıtasıyla iletiyor. Ancak uzaya gönderdiği astronotların ricasını göz önüne almayan ve onları feda edecek kadar katı olan dünyalılar bu teklifi reddediyor.
Her iki eser, bu tür bir mizansen içinde cenazeyi oracıkta hemencecik gömüp bu işi bitirmek isteyen genç kuşak ile, geleneklere saygı göstererek, ölenin ve yakınlarının arzusu yani bir anlamda vasiyetini gözönüne alan yaşlı kuşak arasındaki dünya görüşü farkları üzerinden kurgulanmış.
Cengiz Aytmatov romanında ölen kişi, o civardaki Ana Beyit adlı büyük kabristana gömülmeyi vasiyet etmiştir. Burada, Naiman Ana adlı efsanevi bir şahıs da gömülüdür; oğlu kaçırılmış ve annesini bile tanımayan kimliğini, benliğini kaybetmiş bir Mankurt olmuştur. Naimanlar, Kazaklar’ın önemli kabilelerinden biridir. Romanda bu kimliğini unutma hikayesi de, bu önemli kabile ile birleştirilmiştir. Arapça “beyt” yani “ev”den gelen beyit ise, Kazak ve Kırgızlarda kutsal kabristan (anıtkabir) anlamındadır. Romanda hem ata kadar önemli olan ananın varlığı irdelenmekte hem de geçmişini unutan yeni nesillere gönderme yapılarak, SSCB’nin çözülmesi öncesindeki durum anlatılmaktadır. Ölen kişi büyük uğraşlarla bu kutsal kabristana ulaştırılmak istenir, ancak orası artık dikenli tellerle çevrilmiştir, yakında da buldozerler dümdüz yapacaktır, zira kutsallığı önemsemeyen ve ileri teknoloji için çalışan devlet, burayı bir uzay üssünün parçası haline getirilecektir. Cemaat ister istemez geri döner ama “bir cenazenin mezarlıktan geri getirilmesi” hiç adetten olmadığı için yolda uygun bir yer bulunur ve Kazangap adındaki kişinin cenazesi oraya gömülür. Bütün bu hadiseye tanık olan ve ölen kişinin en yakın arkadaşı Edige de, kendisinin de oraya gömülmesini vasiyet eder. Böylece her ne kadar gönüller sızlasa da bir orta yol bulunmuş olur.
Zhang Yimou filminde ise 40 yıl aynı köyde öğretmenlik yapmış olan kahramanın babası şehirde bir hastanede ölür. Annesi, cenazenin omuzlarda taşınarak getirilmesini arzu eder. Cenaze gömülmeden önce kendi evini ziyaret etmelidir ve bu iş omuzda taşınarak yapılmalıdır. Yol boyunca cenazenin ruhunun yolu şaşırmaması için “eve, eve” diye bağırılması gerekmektedir. Şehirden gelen oğul ise bunun imkansız olduğunu savunur, zaten muhtar da ona katılmaktadır. Artık bu adetler geçmişte kalmıştır. Cenazeyi omuzda taşıyacak insanlar da yoktur artık köyde, herkes ihtiyardır. Ama anne ısrar eder. Sonunda oğul başka köylerden ücretle adam tutmaya karar verir ve bu işi halletmesi için muhtara para verir. Ama cenaze günü gelince öğretmenlerinin öldüğünü duyan bütün eski öğrenciler cenazeyi omuzlarında taşırlar. Cenaze öncesi tabutun üstüne serilecek örtüyü eliyle kendi tezgahında dokumuş olan anne de memnundur. Bu uzun mücadelenin sonunda orta yol bulunmuştur.
Bu hikayeler Türkiye’de de son 30 yılda değişen kültürel adetleri akla getirmektedir. Bizde gençler ve yaşlılar arasında böyle bir çatışma yaşanmadan, yaşlısı genci cenazelerde eski ve yeni adetleri beraberce üstlenmişlerdir. Orta yol, yeni olanın yanında eskinin ağır basması veya yeninin eskiyi yok etmesi şeklinde değil de, eskinin yanında yeninin de yer alması ile gerçekleşmiştir.