Eğer aklımda yanlış kalmadıysa, tarihin hiçbir diktatörlüğü, totaliter rejimi, baskı dönemi ve Lambada türü yazlık dans modası yok ki, aradan belirli bir süre geçtikten sonra evrensel olarak takdir edilmiş ve haklılığına karar verilmiş olsun. Bilakis bütün bu saydıklarım bir süre sonra kimsenin hatırlamak istemediği kötü hatıralar arasında yerini alıveriyor. Örneğin 90’lı yılların ikinci yarısında Lambada’yı iyi hatırlayan kimse kalmamış, onun yerine 2000’lerde hüzünle hatırlayacaklar Makarena dansının tuzağına düşmüşlerdi.
Ha tabii kimilerinin ruhunda onulmaz yaralar açsa da, bize genel anlamda fiziksel bir zarar vermediği, arkadaşlarımızı hapsedip işlerinden etmediği, evlerimizi basıp aramızdan bazılarını toplama kampına kapatmadığı için, iyi hatırlanmasalar da kimse Lambada ya da Makarena konusunda özeleştiri vermeye zorlanmadı; kimse Lambada’nın, Makarena’nın hayatımızı nasıl berbat ettiğine dair kitaplar yazıp filmler çekmedi.
Ama kölelikten daha sonraki ırk ayrımcılığına, Nazi Almanya’sından Franco İspanya’sına, Jim Crow yasalarından McCarthy dönemine, Varşova Paktı ülkelerinin totalitarizminden Albaylar Cuntası’na, bugün sitayişle anılan hiçbir baskı ve ayrımcılık dönemi yok. Üstelik sitayişle anılmadığı gibi bu dönemler yerin dibine batırıldı; bu dönemlere duyulan öfke sinemadan edebiyata her alanda sürekli olarak dile getirildi. Mesela Filipinler diktatörü Ferdinand Marcos’un devrildiği gün karısının ayakkabı koleksiyonu tüm dünya televizyonlarında gösterildi ve yanlış hatırlamıyorsam bu zamana dek bir aklı başında insan evladı bile çıkıp 21 yıl boyunca zavallı Filipinli kardeşlerimizin canına okuyan adamın ardından iyi bir laf söylemedi.
Ne sinema ne edebiyat dünyasında “Ama cuntacı albayları da anlamak lâzım”, “Kölelik taraftarlarının da haklı yanları olabilir”, “Naziler öfke birikmesi olan Aryan gençlerdir” diyen adamlar da olmadığı ya da ciddiye alınmadıkları için olacak, bütün bu sayılan baskı rejimleri hakkında bu rejimlerin kötülüklerini irdeleyen belki de binlerce film çekildi, roman yazıldı.
Ama elbette bu rejimler sırasında bu rejimlerin çektirdikleri filmler, yazdırdıkları romanlar da oldu. Führer’e methiyeler düzenler, McCarthy’nin emriyle onlarca senaristi, yazarı, oyuncuyu, yönetmeni yıllarca aç bırakanlar, savundukları rejimler, yaranmaya çalıştıkları siyasi aktörler ortadan kalktıktan sonra çoğunlukla yaptıklarından utandılar; çektikleri filmleri, verdikleri desteği hayatlarının en büyük hatası olarak nitelendirdiler.
Hâlbuki bu rejimleri tanımak, bir baskı rejiminin unsuru olduğunu anlamak hiç de zor değildi. Führer’e methiyeler düzen filmler çeken adamların, meslektaşlarının bir kısmının linç edildiğini veya ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını, McCarthy’yi alkışlayanların meslektaşlarının bir kısmının malına mülküne el konulduğunu, hiçbir işte çalıştırılmadığını görmemeleri mümkün değildi. Bu öyle basitçe “Yav bütün radyolar Lambada çalıyor, her yerde Lambada dansı yapılıyordu, biz de yaptık bir cahillik” diye geçiştirilebilecek bir şey değildi.
Bu yüzden kimisinin affedilmesi uzun yıllar sürdü ve affedilmelerinde mutabık da kalınmadı. Diktatörlükler kimi zaman diktatör ölene kadar sürse, diktatör yaptıklarının cezasını çekmese bile, her yıkılan diktatörlük, ardında, diktatörlük sırasında yaptıklarının hesabını vermek zorunda kalan bir sürü sinemacı, gazeteci, romancı, şarkıcı bıraktı. Diktatörlük döneminin linç heveslileri hesap verirken, ne kadar şekilden şekle girseler de hiçbir zaman affedilmediler.