Brezilya’da Ekim sonunda yapılan seçimleri, eski başkan Lula mevcut başkan Bolsonaro’ya karşı çok az bir farkla kazanabildi. Ancak seçim sonrası Bolsonaro destekçileri yol kapatma eylemleri, kışlaların önünde “Darbe şimdi!” çağrılarıyla ülkeyi karıştırdı. “Sağa yatan” ülkede, Lula’nın işi her zamankinden zor görünüyor. Güney Amerika kıtasının kalbi Brezilya’da, mevcut durumun iktisadi-siyasi analizi.
Amerika Birleşik Devletleri’nin eski başkanı Richard Nixon, “Brezilya nereye giderse Latin Amerika oraya gider” demişti. Brezilya seçimleri, yakın tarihte Kolombiya, Peru, Bolivya, Honduras gibi ülkelerdeki ılımlı solun iktidara gelmesinden sonra daha bir önem kazanmıştı.
Kamuoyu yoklamalarında eski başkan Lula, mevcut başkan Bolsonaro’ya karşı %50- 36 önde gözükürken her şey çantada keklik gibi gözüküyordu. Oysa ilk turda fark sadece %5 oldu. İkinci turda bu farkın açılması beklenirken tahminler bir defa daha altüst oldu ve Lula ancak %1.8’lik bir farkla seçimi kazanabildi.
513 üyeli meclis ve senatonun üçte biri (81) için yapılan seçimlerde Bolsonaro’nun partisi 2014’te tek bir sandalye almışken 2018’de 52 sandalye ve bu seçimlerde 99 sandalye kazanarak en büyük parti oldu. Lula’nın Emekçiler Partisi (PT) ise 68 sandalye kazanabildi (ittifaklarıyla 80). Soldaki ikinci parti konumundaki PSOL (Sosyalizm ve Özgürlük Partisi) ise ittifakıyla birlikte 11’den 14’e çıkardı milletvekili sayısını. 1 sandalyeye sahip olanlar da dahil edilirse, meclise 20 dolayında parti girmiş bulunuyor.
Özetle Lula’nın başkan yardımcısı seçmekten başlayarak geleneksel neoliberal çevrelerle kurduğu ittifak, onun mecliste azınlık olmasını engelleyemedi. Yasamanın “Sağ’a yatmış olması” da Lula’nın önünde ciddi bir engel olarak durmakta.
Gaipten gelen başkan
1980’li yıllarda askerî diktatörlük dönemindeki bir işçi lideri olan Lula, sendikaların üzerine oturan PT’nin önderi olarak öne çıkmıştı. Parti, 2002’de onun başkan seçilmesiyle birlikte gündelik hayat koşullarını iyileştirilmesine dayalı bir politika uygulamış ve giderek bir “kitle partisi” hüviyetini kazanmıştı. Kendisinden sonra gelen Dilma Rousseff (2011- 2016) döneminde bu politikaya devam edilirken bir takım ayak oyunlarıyla Rouseff görevden alınmış ve ülkede yeni bir dönem başlamıştı. Bu istikrarsızlık döneminde muhalefet Lula’yı yolsuzlukla itham etmiş; kamuoyu araştırmalarının onu açık ara önde gösterdiği bir dönemde Lula hapsedilmiş; o güne kadar hesapta olmayan Bolsonaro aşırı sağ-neofaşist bir söylemle iktidara geçmişti.
Kimileri “sol bir popülist” yerine “sağ bir popülist”in iktidara geçtiğini söylese de Bolsonaro döneminde Brezilya’da çok önemli değişiklikler oldu. Ülkenin en sanayileşmiş bölgelerinde (Brezilya’yı kuzeyden güneye kesen bir eksende) ekonomi durağanlaştı. Gıda ürünleri ihracatında ise güçlü bir artış oldu. Tarihsel olarak en dinamik kıyı merkezleri çöküşe geçti. Endüstriyel tarım, burjuvazinin aşırı ilgisini çekmeye başladı. Orta sınıfın destek verdiği aşırı sağ, kitlesel bir destek de bulmaya başladı.
Lula efsanesi
Brezilya’da emekçi sınıflar iki ana kısma bölünmüştür. Bir yanda, daha çok güneydoğu ve güneyde yoğunlaşan özel sektörde 30 milyondan biraz fazla resmî sözleşmeli ücretli işçi ve 13 milyon memur bulunur. Öte yandan sözleşmesiz çalışan 10 milyon ve çok çeşitli faaliyetlerde kendi hesabına çalışan 25 milyon insan daha vardır. Bu “yarı-proletarya”nın ağırlığı ülke genelinde muazzamdır ve ülkenin kuzey ve kuzeydoğusunda yoğunlaşmıştır.
PT 1980’lerde, işçi sınıfının seferberliğinden, sendikalaşmış, örgütlenmiş, kitlesel etkiye sahip bir parti hâline geldi. 2002’den önce ise ülkenin güneydoğusunda her zaman daha güçlüydü. Lula yoksulluğa karşı mücadele ederken yeni bir orta sınıf oluştu ve paradoksal olarak parti tabanında bir kayma gerçekleşti.
Lula, iktidar yılları boyunca (Ocak 2003’ten Ocak 2011’e), farklı toplumsal kesimlerin çıkarlarının uzlaştırılmasına yönelik bir model uygulamaya çalıştı. “Lulizm”, çelişkileri çözmek yerine onları hafifletmeye çalıştı: Sermayeyle çatışmadan yoksulluğu azaltmak, tarımsal ticareti desteklerken Topraksız Emekçiler Hareketini (MST) desteklemek gibi. Yoksul kuzeydoğuda ise ilerici reformlar gerçekleştirdi.
Askerî diktatörlüğe karşı direniş hareketinin bir parçası olarak 1980’lerde ortaya çıkan PT’nin ilk programında böyle bir uzlaşmacı tutum sözkonusu değildi. Lula, Fernando Collor de Mello (1989’da) ve Fernando Henrique Cardoso’ya (iki defa: 1994 ve 1998’de) karşı arka arkaya yenilgilerin ardından ılımlı bir yönelişe geçti. Ancak mecliste çoğunluğu elde etmek için yapılan bu manevra, Haziran 2005’te patlak veren olaylarda görüldüğü üzere, ülkenin merkezinde ve güneyinde orta sınıfın, aydınların ve sendikalı işçilerin oluşturduğu büyük kesimlerinin hoşnutsuzluğuna yolaçtı. Bu kesimlerin yerini, kentsel çeperlerin en yoksul bölgelerinden ve özellikle kuzeydoğudan gelen seçmenler aldı; ancak sosyal politikaların kapsayıcı dinamiği ve “Bolsa Familia” (çocukların okullaştırılması koşuluyla yoksullukla mücadele) sayesinde bu kesimler Lula’ya oy vermeye başladı.
Lula, Brezilya tarihinin ilk solcu başkanı oldu. Lula efsanesinin temelinde, bankaların ve şirketlerin kâr marjlarını etkilemeden gelirin yeniden dağıtımında ilerleme sağlayan “emtia patlaması”nın da katkısı vardı. Lula da bu dönemde müzakere gücü ile farklı kesimleri tokuşturmadan iktidarını sürdürebildi. Halefi Dilma Rousself dönemi dahil PT hükümetleri 35 milyon insanın yoksulluktan kurtulmasını sağladı.
Lula’nın stratejisi basitti: Sağ’a karşı bir Sol ileri sürmek yerine, neo-faşizme karşı koyan demokrasiye dayalı bir ittifak kurmak.
Brezilya toplumu, artık 20 yıl önce, Lula’nın büyük bir umut dalgasıyla iktidara geldiği zamanki gibi değil. Evanjelik kiliselerin siyasallaşması, sosyal ağların yıkıcı gücü, aşırı Sağ’ın güçlenmesi… Lula, zamanın akıntısına karşı yüzüyor.
Devlet içinde örgütlenme
Bolsonaro’nun 4 yıllık yönetimi (2018-2022), 2013-2014’teki sokak gösterilerinden nasiplenen bir aşırı Sağ’ın toplumsal zeminde iyi yapılanmış bir hareket hâline gelmesine imkan sağladı. Kiliseler bu hareketin görünür merkezi olsa da sivil oluşumlar da buna eşlik etti. Bunların bazıları açıkça silahlı ve sokağa müdahale etme eğiliminde oldu. Militarizasyonun normalleşmesine bir örnek, Bolsonaro’nun faal veya emekli askerleri Bakanlık dahil prensler gibi yaşadıkları önemli mevkilere getirmesi. Bir tahmine göre devlet aygıtındaki sivil mevkilere bu şekilde 8 bin dolayında “yerleştirme” yapılmış durumda. Her ne kadar Lula’nın muhtemel dönüşünü hesaba katan yüksek kademedekiler Bolsonaro’ya bir miktar mesafeli davransa da Silahlı Kuvvetler’in tabanında ve Emniyet teşkilatında (hatta paramiliter güçlerde) Bolsonaroculuğun nüfuzu küçümsenecek gibi değil.
Lula’nın geleneksel neoliberal Sağ dahil olmak üzere (2006 seçimlerinde rakibi olan yardımcısı, muhafazakar Geraldo Alckmin başta olmak üzere) kurduğu geniş ittifakın bir gerekçesi de böylesi bir güvenlik tehdidinin bulunması. İttifakın diğer gerekçesi elbette Sağ’ı Bolsonaroculuktan uzaklaştırmak kadar, seçim sonuçlarının kıl payı kazanılmasının da gösterdiği gibi kağıt üzerinde bir başka çözümün olmaması. Tabii böyle bir ittifakla Lula yönetiminin özellikle mecliste, eyaletlerde çoğunluğu sağlamadan yapabileceklerinin de hayli sınırlı olabileceği söylenebilir.
Bolsonaro’nun seçim sürecindeki söylemi tam bir içsavaş söylemiydi. Uyuşturucunun yasallaştırılması, kürtaj hakkına karşı çıkma gibi meselelerin yanısıra, Bolsonarocuların kullandığı demagojinin en uç noktalarından biri, Lula’nin kiliseleri kapatacağı ve din adamlarını da hapse tıkacağı yolundaydı.
Nereden nereye?
Öte yandan Bolsonaro çizgisinin ağırlığını yalnızca baskı ile açıklamak mümkün değil. Onun döneminde endüstriyel tarım gelişti (tabii bunun sonucunda korkunç bir ormansızlaştırma gerçekleşti) ve orta sınıfların satın alma gücü düşerken, yoksul kesimlere yönelik gelir transferinde bir artış yaşandı. Son iki ayda ekonomi göreli olarak iyileşti ve bunun sonucunda işsizlik de bir miktar düşerken vergi indirimleri sayesinde akaryakıt fiyatlarında %40’lık bir düşüş gerçekleşti. Ayrıca Aralık 2021’de seçimlere yönelik olarak yoksul ailelere, “Auxilio Brasil” hamlesiyle aylık 1.000 Reais (190$) yardım yapıldı (asgari ücret 1.212 Reais). Hatta Bolsonaro, seçildiği takdirde bu konuda yeni bir hamle yapacağını belirtti.
Dolayısıyla Bolsonaro seçmenin yarısının oyunu, Lula’yı komünizmle suçlayarak veya “Tanrı, vatan ve aile” ve diğer muhafazakar değerlere vurgu yaparak almadı. Ancak Lula’ya karşı yolsuzluk iddialarını ifrata vardırarak kendi dönemindeki yolsuzlukların üstünü örtmeye çalıştı. Özellikle çevresiyle birlikte gayrimenkul satışlarındaki yolsuzluklardan kendi seçmen kitlesi dahi bihaber kaldı. 2018’den itibaren Bolsonaro’nun teşvik ettiği kutuplaşmayla “üçüncü yol” tamamıyla kapandı ve örneğin 2003’e kadar başkan olan F. H. Cardoso’nun partisi PSDB (Brezilya Sosyal Demokrasi Partisi) neredeyse silindi.
Ülkenin bu kadar kutuplaşması geleneksel Sağ-Sol siyasallaşmasından farklı. Sosyolog José de Souza Martins, “Brezilya tarihsel ve siyasal olarak Sol’un azınlık olduğu Sağ bir toplumdur” diyor; hatta “Avrupa’daki gibi Sağ ve Sol değil, daha ziyade “daha Sağ” ile “daha az Sağ” arasındaki ayrım sözkonusudur” diye ekliyor. Brezilya bir dönem gelişmekte olan kapitalist ülkeler arasında sayılırken şimdi tekrar dışa bağımlı bir ülke durumuna sürüklenmekte. Ekonomik performansa göre dünya sıralamasında 2013’te 7. olan ülke, şimdi 13. sıraya gerilemiş durumda (aynı dönemde Türkiye 16. sıradan 20. sıraya geriledi).
2002’de Lula başkan olduğunda Latin Amerika’nın vicdanı denebilecek ünlü yazar Eduardo Galeano “Paradokslar” adlı yazısında şöyle diyordu: “Brezilyalıların yarısı yoksul ya da çok yoksuldur; ancak Lula’nın ülkesi dünya pazarında Montblanc dolmakalemleri için ikinci, Ferrari otomobillerinde dokuzuncudur ve Sao Paulo’nun Armani mağazaları New York’takinden fazla satış yapar”. Galeano belki 20 yıl sonra haklı çıkmak istemezdi ama, Brezilya, Bolsonaro döneminde derinleşen adaletsizlik ve eşitsizlikle kavruldu; Başkan’ın aşı düşmanlığı ile 700 bin insanını kaybetti.