Nasıl bisküvi deyince insanın aklına Eti geliyorsa, darbe deyince de benim aklıma Roma Cumhuriyeti gelir. Şimdiye kadar bu köşede Roma Cumhuriyeti’nin, bizim Türkiye Cumhuriyeti’nin son 56 yılına benzeyen, darbelerle bezeli son 60 yılına sıkça değindik. Gerçekten de MÖ 87 yılında Sulla’nın darbesiyle başlayan bu darbeler süreci, MÖ 27 yılında cumhuriyetin yerini imparatorluğa bırakmasıyla son buluyor.
Roma Cumhuriyeti nereden baksanız (ki ben hesap makinesinde 509’dan 27’yi çıkardım, oradan bakıyorum) 482 yıl yaşamış bir cumhuriyet. Cumhuriyet öncesine dair tarihsel olarak bir şey söyleyemiyoruz, iyice efsane hâlinde yaşananlar… Yani inanır mısınız, bir kurdun alıp beslediği iki kardeş kurmuş hesapta krallığı. Hani keçi falan olsa anlarım, hem daha sevecen bir hayvan, sütü de çok güzel ama, “Bizim atalarımız kurtlar tarafından beslenmiş” diye ortada gezen Romalıları fantastik buluyorum, ne diyeyim.
Yalnız kurdun sütünden midir bilemiyorum ama cumhuriyet öncesi Roma Krallığı’nın kralları artık nasıl pis krallarsa, 500 yıl sonra bile “kral” lafını duyunca herkesin tüyleri ürperiyor. Zaten bu bahsettiğim son 60 yıldaki darbelerin çoğu da, “Yahu bu kral kesildi başımıza, bu devirde kimse şah değil, padişah değil, ha bezirgânlık dersen çarşı pazar çok şükür bezirgân dolu” diye ayaklanılarak yapılıyor. Misal Sezar arkadaş, “Yahu bu sistem tıkanmış, ikide bir hükümet değişiyor, bence olağanüstü hâllerde verilen diktatörlük yetkisi sürekli olsun, diktatör de hep ben olayım” deyince, senato “Kral ilan edecek kendini” diye Sezar’ı öldürüp darbe yapıyor.
Ama darbecilerin hesapları bildiğiniz gibi her zaman tutmaz ve bu sefer de Sezar’a yapılan darbe halkı ayaklandırıyor. Darbecileri bastıran da, halkın “Sezarın yeğenidir” diye sempati beslediği bizim Augustus oluyor. Daha önce de bu sayfalarda (bkz. #tarih, sayı 8) anlattığımız sancılı mücadelenin sonunda kazanan Augustus, kendisini tam yetkili, ölene kadar şef, başkomutan, milletin babası, sanat güneşi, taçsız kral gibi sıfatlarla tanımlayarak cumhuriyete son darbeyi vuruyor. Artık o tarihten sonra Roma İmparatorluğu demeye başlıyoruz.
Augustus her şeyi diyor da kendisine bir kral dedirtmiyor, bilakis altını çize çize primus inter pares, yani “eşitler arasında birinci” sıfatını kullanıyor. Yani 500 yıl öncesinin Roma krallarından hâlâ ödü kopan Romalılara, “Aramızda ayrı gayrı mı var, hepimiz eşitiz, ben bir tek işte biraz önde duruyorum” diyor. Hani biz yüzlerce yıl sonrasından bakıp “Ne cumhuriyeti canım, bildiğin imparatorluk olmuş bu” desek de, Roma halkı bu hikâyeyi gayet güzel yiyerek cumhuriyetlerini imparatorlukla değiştiriveriyor. Ama cumhuriyetiz demeye devam ediyor.
İşte Sezar’ın Rubikon’u geçip darbe yapması beş yıl sonra Brütüs ve arkadaşlarının Sezar’ı öldürüp darbeye kalkışmasına, bu kalkışma Markus Antonius, Augustus ve Lepidus’un ikinci troykasına, troykanın içinde Lepidas’ın saf dışı bırakılması Markus Antonyus ve Augustus’un birbirine girmesine ve savaştan galip çıkan Augustus’un, “Abi böyle çok başlılık olmuyor, her kafadan bir ses çıkıyor” diye en nihayetinde 500 yıllık Roma Cumhuriyeti’ni yıkmasına yol açıyor.
Ama netice itibariyle, dikkatli incelediğimiz zaman görüyoruz ki darbeler matruşka gibi, her darbenin içinden başka bir darbe çıkıyor, her darbe bir sonrakine zemin hazırlıyor.