Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz (1908) günü, Osmanlı meclisindeki uzun tartışmalardan sonra resmî bayram olarak kabul edilmişti. Bazı milletvekilleri Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihinin bayram olması gerektiğini savunmuş, ancak halkın “iyd-i millî” (millî bayram) dediği 23 Temmuz ağır basmıştı.
Meşrutiyet’in 10 Temmuz 1324 (23 Temmuz 1908) tarihinde ilan edilmesinden sonra aynı yılın Kasım ve Aralık aylarında imparatorluk genelinde milletvekili seçimi yapıldı. Yer yer şölenler, yer yerse protestolarla tamamlanan seçimin ardından Meclis-i Mebusan Kanunuevvel’in 4. günü (17 Aralık) açıldı. Aynı günkü Tanin, Meclis-i Mebusan’ın açılışını okuyucularına bir “iyd-i millî” (millî bayram) olarak müjdeliyordu: “Bunca senedir mütehassir olduğumuz şu iyd-i millîye kavuşmaktan mütevellid fahr ve saadet içinde bütün vatandaşlarımızı tebrik ederiz”.
Özgürlüğün ilân edildiği günkü coşkuyu nitelemek için Tanin’in bir benzetme olarak kullandığı millî bayram kavramı, açılışından yaklaşık bir ay sonra Meclis-i Mebusan’a sunulan bir önerge sayesinde gerçek anlamıyla gündeme alındı. Maarif Nezareti memurlarından “İhtifalci” Mehmed Ziya Bey’in (bkz. #tarih, sayı 23, Sahaftan- Emin Nedret İşli) 5 Kanunusani 1324 (18 Ocak 1909) tarihinde yolladığı telgraf üzerine İzmit Mebusu Ahmet Müfit Bey tarafından 8 Kanunusani 1324 (21 Ocak 1909) günü Meclis’e sunulan önergede, Osmanlı Devleti’nin kuruluş günü olduğu iddiasıyla Kanunusani’nin 14. gününün (27 Ocak) özel bir millî gün sayılması isteniyordu.
Önergeye ilk karşı görüş bildiren mebus ise Tanin başyazarı Hüseyin Cahit Bey (İstanbul) oldu. Millî övünçlerle dolu Osmanlı tarihinde kendileri için en birinci iftihar kaynağının Meşrutiyet’in ilan edildiği 10 Temmuz olduğunu belirten Hüseyin Cahit Bey, millî bir bayram günü kabul edilecekse bunun 10 Temmuz olması gerektiğini söyledi. Hüseyin Cahit Bey’e göre Osmanlıların millî bayramlarını altı asırlık bir tarihten çıkarmaktansa, hürriyetlerinin başlangıç tarihine bakmaları gerekiyordu. Karşı öneriden sonra söz alan Abdullah Azmi Efendi (Kütahya) ise, bu tür günlerin çoğalmasında sakınca olmadığını belirterek 400 çadır halkından güçlü bir devlet oluşturulmasının dikkate alınması gereken bir mesele olduğunu ve 10 Temmuz nasıl övünülecek bir millî tarih olmuşsa Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi olan Hicri 699 senesinin de aynı şekilde değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Bu görüşe katılan İttihatçıların önde gelen isimlerinden Halil Bey (Menteşe), hem ıslahat devrine girerek Osmanlı Devleti’ni dağınık bir halden müstakil bir hale getirdikleri 10 Temmuz’un, hem de Osmanlı Devleti’nin kuruluş gününün millî bayramdan sayılabileceğini dile getirdi.
II. Meşrutiyet’in birinci yılında…
Meşrutiyet’in ilanının birinci yıldönümünde büyük kutlamalar yapılmış, Şişli-Hürriyet Tepesi’nde bir bayram tâkı kurulmuştu. Tâkın üzerinde “Yaşasun Sultan Mehmed Hân-ı Hâmis” yazısı okunuyordu.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun yıldönümü şerefine 13 Kanunusani akşamı Pera Palas’ta bir yemek düzenleyecek olan Ahrar Fırkası’nın mebusu Kozmidi Efendi (İstanbul), 14 Kanunusani’nin bayram ilan edilmesine karşı çıkıyordu. Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihinin elbette önemli olduğunu söyleyen Kozmidi Efendi, içinde bulunulan durumun bir yenilik olduğunu ve bu yüzden 10 Temmuz tarihinin yeni siyasal hayatın başlangıcı olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtti. Yusuf Kemal Bey (Sinop) ise, bayram günü belirlemelerindeki asıl amacın bütün Osmanlı fertleri arasında Osmanlılık esasını kuvvetlendirmek olduğunu söyledi. Fertlerin tebrikleşeceği ve birbirlerine sarılacağı sevinç dolu günler olan bayramlar sayesinde Osmanlıların birlik olduklarını anlayacaklarını söyleyen Yusuf Kemal Bey, bunları çoğaltmanın uygun olmadığını öne sürerek, sadece 10 Temmuz’un millî bayram günü kabul edilmesinin daha doğru olacağını savunanlara katıldı.
Bu noktada mebusların 14 Kanunusani veya 10 Temmuz tercihlerinin bir parti görüşü olmadığı görülmektedir. Bu durumun, bir yanda Ahrar Fırkası’nın çoğulcu yapısından, diğer yanda da İttihatçıların mebus adaylarını belirlemede sıkı bir ideolojik birliktelikten ziyade adayların yerel bağlantılarına odaklanmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Hürriyet Tepesi’nde Hürriyet Bayramı
İyd-i Millî her ne kadar resmî bayram olsa da, halk arasında Hürrriyet Bayramı olarak adlandırılmış ve benimsenmişti. İlk bayramın kutlama yeri olan Hürriyet Tepesi’ne doğru yürüyen İstanbullular.
Daha sonra İsmail Hakkı Bey (Gümülcine), 10 Temmuz’un bayram addedilmek istenme sebebi eğer Kanun-ı Esasi’nin ilanıysa, ilgili metnin 1293 Zilhicce’sinin 7. gününde (24 Aralık 1876) ilan edildiğini belirterek millî bir bayram söz konusu olacaksa bu tarihin de dikkate alınması gerektiğini iddia eder. Nereye müracaat edilirse edilsin 699 tarihine ait bir gün bulunamayacağını, dolayısıyla yaklaşık olarak bir millî bayram kutlamanın doğru olmayacağını belirtir.
İsmail Hakkı Bey’in bu söylediklerine karşı çıkan Arif İsmet Bey (Biga) ise Osmanlı Aşireti’nin, cihangirâne bir devlet çıkaramamış olması hâlinde 10 Temmuz tarihinin de olamayacağını söyler. Bu bağlamda Osman Gazi namına ilk hutbenin okunduğu günün kuruluş ve millî bayram günü olarak kabul edilmesi gerektiğini iddia eder. Bu görüşü destekleyen Abdullah Azmi Efendi ilk hutbenin okunduğu yer gibi, okunduğu zamanın da kayıtlı olduğunu iddia etmektedir. Kuruluş gününün Meşrutiyet günü kadar büyük bir gün olduğunu belirten İsmail Hakkı Bey (Bağdat) ise kuruluş gününün o güne kadar tayin olunamadığını ve açık ve belirli bir gün varsa onun da 10 Temmuz olması gerektiğini savunmaktadır.
Mebusların muayyen bir gün üzerinde fikir birliğine varamaması ve tartışmanın gittikçe uzaması nedeniyle Meclis Başkanı, ilgili önergenin Lâyiha Encümeni’ne havale edilip edilmemesine dair oylama yapar ve çoğunluğun oyuyla bu öneri kabul görür. Bağımsız mebuslardan Abdullah Bey (Canik) başkanlığında toplanan encümen, 10 Temmuz gününün millî bayram olarak kutlanmasının daha uygun olacağını önerir. Mazbatanın Meclis’te okunması sonrasında İttihatçı karşıtlarından Mehmet Vehbi Efendi (Konya), İslâm ve Osmanlı tarihinde benzer çok tarih olduğunu ve yeni bir bayrama gerek olmadığını iddia eder. Buna karşılık Ali Galip Efendi (Karesi), padişahın doğum gününe itibar gösterildiği bir yerde “istiklâl-i millî”nin neden dikkate alınmadığını sorar. Son sözü alan Tevfik Efendi (Kengırı) de, her sene icra olunacak Şehr- âyin ile Meşrutiyet’in sürekliliğinin sağlanacağını ve bu sayede 10 Temmuz’un dinî bir mesele hükmü alacağını belirtir. Tevfik Efendi’nin bu söylemi, modernleşme çabasındaki meşrutiyetçilerin 20. yüzyılla birlikte “sivil bir din olarak” milliyetçi sembol ve ritüelleri icat etmelerine ve onları eskilerinin yerine geçirmelerine örnek teşkil etmesi açısından oldukça önemlidir.
Tartışmalar gayet ilginç bir sonuç verecek ve 10/23 Temmuz gününü “resmî Osmanlı bayramlarından” sayan kanun 22 Haziran 1325’te (5 Temmuz 1909) kabul edilecektir. Yani Meclis-i Mebusan, millî bir bayram kabul etmemiş, şenliklerle kutlanacak yeni bir bayram yaratmıştır. Dolayısıyla, hemen 23 Temmuz 1909’dan itibaren, Tanin gazetesi başta olmak üzere, birçok gazete ve bireyin kullanacağı “iyd-i millî” adı, resmî bir ad olmamakla birlikte, resmî olarak kutlanan bir bayrama toplumun verdiği ad olacaktır. Modern Türkiye tarihindeki ilk “millî bayram” olan 10/23 Temmuz, Cumhuriyet’in ilânıyla birlikte siyasal yaşamda milâdi bir gün olma özelliğini 29 Ekim’e kaptıracak ve II. Abdülhamid mutlakiyetine son verdiği için “Hürriyet Bayramı” adını alacaktır. En sonunda ise, Başvekil İsmet İnönü’nün Mayıs 1935’te Meclis’e sunduğu “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun Lâyihası” ile bayram olmaktan çıkarılacaktır. Ancak egemenliği soya bağlı ve tanrı kaynaklı olmaktan çıkartıp millet iradesiyle özdeşleştirmesi açısından siyasal tarihimizde en eski ve önemli sembollerden biri olarak kendine özgü yerini korumaktadır.