Aralık
sayımız çıktı

Müziğim sakindir ama sözlerim serttir, titretir…

Ortaçağ Avrupa’sında trubadur, Anadolu’da halk ozanı veya dengbej adıyla da anılan arkadaşlarımız, şarkılarında bir yandan halkın vergi tahsildarının yüzüne söyleyemediği şeyleri söylerken bir yandan da dünyada ne olup bittiğine dair haberler veriyor. Hükümetin tellalı, yandaş basın misali goygoy yaparken, halk da gerçekleri bu gezgin müzisyenlerden öğreniyor; ekmeğini bölüp bu fakirlerle paylaşıyor. Saray müzisyenlerine karşı Avrupa’da Marcabru’nun, Anadolu’da Dadaloğlu’nun türküleri halk arasında söyleniyor.

Diğer sanat dallarına göre diktatörler en çok müzikten tiksiniyor olabilir. Yazarak bir yere kadar; herkes okuma yazma bilmiyor. Heykel falan zaten o iktidarın desteği olmadan çok zor yürüyor; resim desen hele Ortaçağ’da ekmeğinin derdine düşmüş köylü inanın hiç ilgilenmiyor. Ayıca roman yazmaya heveslenen Mussolini, ressam olacağım diye tutturan Hitler gibi isimlere karşın eline saz alan diktatör de pek olmuyor; hatta aklımda kaldığı kadarıyla diktatörler elinde saz olandan bayağı bir tırsıyor.

Tabii bu demek değil ki tarihte müzik hep bağımsız olmuş, müzisyenler krallara kafa tutmuş. Eğer aklımda yanlış kalmadıysa çok yakın zamana, 20. yüzyıl başına dek müzik yapmak isteyenin (tıpkı şiir yazmak, heykel yapmak isteyen gibi) bir saraya, bir soyluya, bir kodamana kapılanması gerektiğinden, bugün adını duyduğumuz müzisyenlerin çoğu patronlarını kızdırmadan müzik yapmış isimler.

Tabii o zaman bile, yani bir kodamana kapılanmadan müzik yapmanın açlıkla, güç bela geçinmekle aynı anlama geldiği dönemde bile, “Abi ben ticari müzik yapmak istemiyorum; öyle perukalı adamlara, korseli kadınlara çalamam; belediye konserinde çalıp para indireceğim diye abuk subuk gazetelere riyakarca demeç veremem; benimki bir yaşam tarzı” diyen müzisyenler de var.

“Heavy Metal yalnız bir müzik değil aynı zamanda bir yaşam tarzıdır” geyiğinin bir tür öncüsü olan bu arkadaşların zaten müziklerini bir yaşam tarzına çevirmekten başka da pek şansları yok. Neticede hayatta kalma ekonomisi hâkim. Bugünkü gibi “suçlara” hapis cezası verilse, bütün halk beleş barınma ve güvenlik var diye gönüllü olarak hapishanelere doluşacak. E aynı zamanda “mekanik yeniden çoğaltım” dönemine de daha çok var. Bir kodamana kapılanmamış müzisyenlerin albüm çıkartıp satacak, kırkbeşliklerinin sefasını sürecek bir durumları da yok. Ne yiyip içecek bu garibanlar?

Aklımda kaldığı kadarıyla bunlar da köy köy gezip köylüyü eğlendiriyor ve köylünün verdiğiyle karınlarını doyurmaya çalışıyor. E arkasında sponsor da yok. Bizim bağımsız müzisyen de “konserden kazanıyor” işte. Ortaçağ Avrupa’sında trubador, Anadolu’da halk ozanı veya dengbej adıyla da anılan bu arkadaşlarımız, şarkılarında bir yandan halkın vergi tahsildarının yüzüne söyleyemediği şeyleri söylerken bir yandan da dünyada ne olup bittiğine dair haberler veriyor. Hükümetin tellalı yandaş basın misali goygoy yaparken, halk da gerçekleri bu gezgin müzisyenlerden öğreniyor; ekmeğini bölüp bu fakirlerle paylaşıyor. Yandaş saray müzisyenlerine karşı Avrupa’da Marcabru’nun, Anadolu’da Dadaloğlu’nun türküleri halk arasında söyleniyor.

20. yüzyıl başlarında, teknoloji sayesinde müzisyenler saraya kapılanmak veya köy köy gezip kuru ekmeğe talim etmek ikileminden kurtuluyor. Halk ozanları plak doldurup halka ulaşabiliyor. Woody Guthrie’ler Billie Holiday’ler sponsor falan beklemeden cayır cayır şarkılar yazıyor. Dünyanın dörtbir yanında şarkılarını halk için söyleyen müzisyenler büyüyor.

Bugün muhtemelen “God Bless America” (Tanrı Amerika’yı Korusun) şarkısı ancak 11 Eylül gibi durumlarda akıllara geliyor ama Woody Guthrie abimizin kapitalizme savaş açtığı “This Land Is Your Land” (Bu Ülke Senin Ülken) şarkısını sadece Amerikan halkı değil sabah programında Nuri Sesigüzel bile söylüyor. Kimse Pinochet’e methiye düzen şarkıları hatırlamıyor ama Victor Jara hâlâ her yerde dinleniyor. Belki yüzümüzde bir tebessümle anıyoruz goy goy yapan gamsız şarkıları da, rap dendiğinde aklımıza hâlâ Public Enemy ve Fight the System (Sisteme Karşı Savaş) şarkısı geliyor.

Bazen işte, tek bir şarkı, kimi zaman farkına bile varmadan en tepedekilerin bile huzurunu kaçırıyor. Tür değişiyor, enstrümanlar değişiyor, ritmler değişiyor ama Ortaçağ’da krallardan, derebeylerinden korkmayan müzisyenler bugün de müzik yapmaya devam ediyor. Kimi zaman iktidarı payandalarına kadar titreterek, bazen saz bazen gitar ve bazen de sadece basit bir sample cihazıyla. Ve halkın değil de hükmedenlerin şarkılarını söyleyen ve genelde bestelerini sağdan soldan çalan hokkabazlar vekil yapılsalar bile iplenmiyor. Hey Yo.