Her şeyin şaka olma ihtimalinin bulunmadığı, şakanın bir yeri ve zamanı olduğu günleri; latifenin latifini; halka şaka yapılmasını değil de halktan şakalar yapılmasını; ağır geçen bir kıştan sonra baharı neşeyle karşılamayı özledik. Bizi genellikle, rahatlatan şakalar birleştirir. Kimi şakalar da “aramıza hoşgeldin” demenin hınzırca bir yoludur.
Son zamanların usandıran “şaka mı?” sorusunu, sosyal medya jargonunun yeni kalıplarından biri hâline gelmesiyle daha fazla duymaya başladık: “Bu yazıyı yazmam şaka mı?” gibi… Her şeyin şaka olma ihtimalinin bulunmadığı, şakanın bir yeri ve zamanı olduğu günleri; latifenin latifini; halka şaka yapılmasını değil de halktan şakalar yapılmasını; sadece hava durumu bakımından değil, birçok yönden ağır geçen bir kıştan sonra bahar mevsimini neşeyle karşılamayı özledik belki.
1 Nisan gayriresmî biçimde Dünya Şaka Günü olarak kutlanıyor; dünyanın dörtbir yanında yürekler bir anlığına ağızlara geliyor; sonra şakaların ilanı yüreklere su serpiyor. Yeni bağlar kuruluyor veya bağlar güçleniyor; şakadan hazzetmeyenler uğradıkları alay karşısında faillere içten içe bela okuyor. Farkında olmasak da büründüğümüz bu yeni neşeli hâlimizle atalarımızın her Hıdrellez’de yaptıkları gibi türlü oyunlarla baharın gelişini kutluyoruz aslında.
Dünya Şaka Günü’nün kökenini saptamak, insanlığın şaka yapmayı neden sevdiğini tespit etmek kadar zor. Bir görüşe göre 16. asır Fransasında yılbaşının Nisan’dan Ocak’a taşınması sonrası, 1 Nisan’da yeni yılı kutlamaya devam edenlerle alay etmek için “Dünya Aptallar Günü” olarak kutlanmış ilkin. Mizah araştırmalarında şaka ve gülmeyi neden sevdiğimizle ilgili ise birkaç teori var: “Üstünlük teorisi”, şaka mağdurlarına karşı akılca “üstünlüğümüzü” görüp neşelendiğimizi söylerken; “uyumsuzluk teorisi”, umduğumuzla bulduğumuz arasındaki ilişki yoksunluğunu gülmenin sebebi olarak öne çıkarıyor; “rahatlama teorisi” ise bastırılmış enerjinin ortaya çıkmasına dikkati çekiyor. Bizi genellikle, rahatlatan şakalar birleştiriyor: Düğünde damadın, kışladaki ilk gününde askerin, meslekteki ilk iş gününde davul tozu minare gölgesi aramaya yollanan çırağın uğradığı şakalar böyle şakalardır; edilen oyun “aramıza hoşgeldin” demenin hınzırca bir yoludur.
Bizde şakanın takvimlerle bir ilgisi yoksa da geçiş dönemleriyle ilgisi olduğu belli. Yeni başlangıçlar şakayla selamlanır. Şakaya -eğer eşek şakası değilse- alınmak olmaz. Ayette (Târık: 13-14) Kitab’ın hakikatini vurgulamak için “şaka olmadığı” söyleniyor. Öyleyse, şaka olan da tümden hakikatdışı oluyor. Heysemî’nin (öl. 1405) aktardığına göre Peygamber de şakayı severmiş; öyle ki ihtiyar bir kadına “Yaşlı kadınlar cennete giremeyecek” dedikten sonra oraya genç hâlleriyle gireceklerini söyleyip yüreğine su serpmiş. Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İslâm kültüründeki şaka türlerinin ayrımını veriyor: “Tehekküm, ciddiyet görünümünde alay; hezl, mizah ve alay görünümünde ciddiyettir. Latife ve nükte ise kimseyi incitmeme, zarafeti ön planda tutma açısından hezlden ayrılır.” 1 Nisan şakaları da latife-nükte sınıfına yakın görünüyor. Osmanlılar için aşağıdan gelen şaka biraz netameli bir şeydi. Öyle ki şakacılık Orhan Camii’nin işçileri Hacivat’la Karagöz’ün başına mâlolmuş olabilir. Şeyh Lâmiî Çelebi (öl. 1532) Letâifnâme (Şakalar Kitabı) adlı eserinin girişinde, böyle bir kitap yazdığı için neredeyse iki büklüm olmuş ve yazdıklarının “ders verme” niteliğinden ötürü yararlı olabileceğini açıklamak durumunda kalmış.
Kimi zaman ise siyasi bir görünüm arz etmiş şakalar. Hoca Sadeddin’in aktardığına göre, Anadolu Kazaskeri Kemalpaşazâde (öl. 1534) Sultan Selim’e Mısır’daki askerlerin Anadolu’ya dönmek istediğini anlatmak için bir türkü yaktıklarını uydurmuş: “Nemiz kaldı bizim mülk-i Arab’da / Nicedir dururuz Şam u Haleb’de / Cihan halkı kamu ayş u tarabda / Gel âhî gidelim Rûm illerine”. Sultan bunun şaka olduğunu anlayıp, Kemalpaşazâde’ye şakalarının gerçek sanılması sebebiyle katledilen hocası Molla Lutfi’yi hatırlatmış. Eh, şaka, daima bir üst makamdan aşağı doğru gelir; gelmiyorsa da tersine döndürülür. Birine oyun edilen şakalar, “aşağı yönlü”yse Osmanlılar tarafından sevilmiş gibi duruyor.
1720’de 3. Ahmed’in oğulları için düzenlenen şenlikte, afyon tiryakilerine bahşiş verilir gibi yapılıp sepetlerden yılanları ve zincirlerinden ayıları salıvermişler. Şenlik düzeni, gündelik hayatta yapılamayacak şeylerin yapılmasına olanak tanımış: İçi su dolu kırbalarla dolaşan tulumcular geleni geçeni ıslatıyormuş, ürkütücü otomat heykeller bir anda bağırıp seyircilerin ödünü patlatıyormuş.
Bahaî Veled Çelebi’nin 19. yüzyıl sonlarında derlediği bir Nasreddin Hoca fıkrasında ise bu defa toplum, fert karşısında üst konumdadır. Hoca eşeğine binmiş yola çıkacakken ahali tarafından bir “eşek şakası” yapılmış: “Hocam sen öldün, seni yıkayıp kefenlememiz gerek” deyip hocayı zorla indirip kefenlemişler. Oradan geçen bir başka adamı da cenazeye çağırmak istemişler; adam “acelem var” demiş. Hoca adama teneşir üstünden “Nafile çabalama, benim işim seninkinden aceleydi ama ne çare ki ecel gelmiş” demiş.
Şaka yollu ölen Hoca gibi, vakanüvis ve tabip Şanizade Mehmed Efendi de 1826’da gerçekten şaka sebebiyle ölmüş: Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra Bektaşî olduğu öne sürülen Şanizade, Tire’ye sürülmüştü. 2 ay sonra bu duruma üzülen 2. Mahmud, âlimin affını ilan etmek için bir kavas göndermiş. Adam acı bir şaka yapmak için olacak, “Şanizade’nin ıtlâkına (salıverilmesine) ferman getirdim” yerine “itlâfına (katline) ferman getirdim” deyince bunu pencereden işiten Şanizade kalp sektesinden gitmiş.
Şaka bir yana…
[1] Bir saka (Osmanlı su taşıyıcısı) sırtında bir su kabı ile. Fransız diplomat Pierre de Girardin tarafından İstanbul çarşı ressamlarına sipariş edilmiş 1720 tarihli albüm. Fransa Ulusal Ktp., N.Od.6, s. 46. [2] Tedavi esnasında hekim. Sabuncuoğlu Şerafeddin, Cerrâhiyye-i Hâniyye, 1466. Fransa Ulusal Ktp., Supplément turc 693, s. 176b. [3] 3. Ahmed’in oğullarının sünnet şenliğinde sadrazamın emriyle şakaya uğratılan tiryakiler. Vehbî, Surnâme, res. Levnî. Topkapı Sarayı M. Ktp. Ahmed, 3593, s. 67a.