Ocak
sayımız çıktı

Öğrenci ve dostlarından Sakaoğlu’nun engin anısına

Onun benzersiz kişiliğini sayfalara sığdırmak, kelimelere dökmek imkansız. Hocamızı 1960’lardan itibaren eserlerinden, 2009’dan bu yana ise dergimizle birlikte tanıdık. #tarih dergi Necdet Sakaoğlu’yla büyüdü, gelişti. Yayın kurulu üyelerimiz, değerli hocamızın bizlere ve topluma bıraktığı mirasını, aziz hatırasını tarihe not düştü…

Zamanı anlayan tarihçi

Necdet Beyin vefatını duyunca içim yandı. Öyle zarif ve centilmen bir insandı ki… Tarihi insana yaklaştıran ve bu sebeple de okuyanın empati duymasını ve duygularıyla anlamasını sağ­layan bir üslubu vardı. Tarihteki insanları düşün­celeri, duyguları ve değerleri ile anlayıp günümü­ze aktarmayı çok başarılı bir şekilde gerçekleştiriyordu. Bir örnek vermek is­tiyorum. 20. yüzyıl başında İstanbul’da yaşamış bir Japon, padişahın Cuma Alayı’nda saray ka­dınlarının önden gittiklerini yazmıştı. Osmanlı tarihçisi olmadığım için merasimlerle uğraşan bir-iki kişiye “kadınların Cuma Alayı’nın önünde gitmeleri doğru bir gözlem midir, nasıl açıklanır?” diye sordum… Onlar o ko­nuyla uğraşamamış olduklarını söyle­diler. Necdet Bey’e sorunca o “kadının önden gitmesi doğrudur, zira kadınlar önden giderek Sultanın Hırka-i Şerif’e girişi için mekanı hazırlamış olurlar­dı. Sultan ancak her şey hazır olduktan sonra arkadan gelirdi” demişti. İşte Necdet Bey, kaynaklara dayanarak ko­nuşan, zamanı kendi değerleri içinde anlayıp yazan bir tarihçi idi. Ruhu şad olsun.

İsenbike Togan

Başarılmış bir ömür

30 yılı aşkın bir zaman dilimi içinde, farklı kültür kurumlarında, ama bir ansiklopedik yayının, ama bir derginin hazırlanışında yanyana geldiğim Necdet Sakaoğlu, benim “hoca”larım arasında yer aldı. Şu var: Necdet Bey asla hocalık taslamayan bir hocaydı. Sıradışı birikimi, bütü­nüyle kendine özgü bakışaçısı ve değerlendirme biçimiyle okulludan çok okullu, alay­lıdan çok alaylıydı. Kendi payıma onda Koçu’nun özgün üslubuyla İnal­cık’ın disiplininin bir ortalamasını gördü­ğümü söyleyebilirim. Arkasında kalıcı kitaplar, bir de tanıyan talihliler için hoş ve derin anılar bıraktı – başarılmış bir ömrün bilançosu.

Enis Batur

Bilgin bir muhibban-ı kütübe

Necdet Sakaoğlu hocamızı Çeşm-i Cihan Amasra’da kaybettik. İlk defa 1966’da tarihini de kaleme aldığı kentte yani Amasra’da toprağa verildi. #tarih dergi yayın kurullarında yanyana oturup muzip talebesi gibi davranan benim, Hocamız ile tanışıklığı ve hu­kuku doğal olarak Sahaflar Çarşısı’nda başladı. Necdet Sakaoğlu’nun dillere destan kitap tutkusu, yazma eser me­rakı, benim daha öğrenci iken çarşıya girdiğim yıllarda bile nam salmıştı. Yazma eser ve cönk toplayan sayılı insanlardan biriydi o 70’li yıllarda! Kendi gibi eğitimci ve Divriği doğumlu M. Sabri Koz ile cönk toplamak için adeta yarışırlardı. Halk edebiyatının en önemli yazılı kaynaklarını oluşturan “cönk”lere o zamanlar bolca rastlan­makta, aralarından seçme yapmak mümkün olmaktaydı. Bu iki Divriği doğumlu eğitimcinin dostlukları ve yazma toplama temposu, günümüze kadar hiç düşmedi ve bitmedi. M. Sabri Koz’a da sağlıklar dileyelim.

Necdet Sakaoğlu
#tarih yayın kurulu toplantısında, 2014

Necdet Sakaoğlu, sahaflık mesleği­ne intisabımdan itibaren bana destek ve yol gösterici olmuş aziz bir büyü­ğümdü. Onun kitap sevgisi adeta bir yaşam biçimine dönüşmüştü. Sahaf dükkanlarına gidemediği zaman, özellikle yaz aylarında Amasra’da olduğu vakitler, bana veya güvendiği Müteferrika Lütfü gibi meslek erbabı­na telefon eder “Yazma yok mu Nedret Bey kardeşim?” diye sorardı. Bu so­runun arkasında uzun, koyu bir kitap muhabbeti başlar; kitapların eskisi gibi bulunmayışından, yazma eserle­rin çok zor çıktığını üzülerek anlatır; eksik ciltleri olduğunu, onları tamam­lamak istediğini söyler. Bana “Mizancı Murad’ın Tarih-i Umumisi’nin 4. ve 6. ciltleri, Ahmed Mithat Efendi’nin Üss-i İnkılab’ının 2. cildi” diye sipariş yazdırırdı. Bu konuşma hemen Üss-i İnkılab’ın bulunmayan cildinin zaten ikincisi olduğuna evrilir; eski Türkçe baskı kitapların hangisi zor bulunur, hangisi çok çıkar sohbetine döner ve dakikalarca sürerdi. Makul bir süre sonra Hoca’nın eğitimci sevgili eşi Fatma Hanım’ın uyarısı ile her ikimiz de toparlanıp konuşmayı sonlandırır­dık. Her konuşmamız sonunda hem bir güzel fıkra patlatır hem de bu konuları konuşacak ne kadar az kişi kaldığını vurgulardı. Tarih literatürümüze eşsiz eserler kazandıran velut tarihçi Necdet Hocam! Bizi bırakıp gittiniz. Şimdi ben telefonla da olsa kimle Osmanlı matbuatının nadir, zor bulunan kitap­larını konuşacağım? Ya da ikimizin de ilk defa gördüğü bir risaleyi heyecanla kimle paylaşacağım? Yayın kurulu reisimiz, Atatürk rehberimiz, zarafet abidesi tarihçimiz, nur içinde yatın! Hatıranız her zaman gözümüzün önünde ve gönlümüzde olacak. Ruhu­nuz şad olsun. Rahmet dualarımla…

Nedret İşli

Hakikat meyveleri…

Kökleri Osmanlı döneminde olup, zihninden hakikat meyveleri idrak ettiğimiz zarif bir cumhuriyet çelebi­siydi. #tarih derginin yayın kurulunda, ayda 1 dinlemek şansına sahip oldu­ğum tadına doyulmaz sohbetlerini daima özleyeceğim. Canlı tanığı olduğu hadiseleri, kaynaklarda rastladığı ilginç malumatı, yeri geldikçe aktar­masını çok iyi bilen, sözlü tarih ustası bir hocamızdı aynı zamanda. Şimdi bir yanımız eksik kaldı. Geride bıraktığı eserleriyle bu eksiği telafi etmeye çalı­şacağız. Ailesine başsağlığı, tarihçilik camiasına ve sevenlerine sabırlar diliyorum. Mekanı cennet olsun.

Sinan Çuluk

Tarih arkeologu

Arkeolog hedeflediğini bulmak için toprağın derinlerine inmesi gerektiği­ni bilen insandır. Necdet Sakaoğlu tarih bilimi içinde bir arkeolog gibi çalışmış, arşivin tozlu raflarının derinliklerin­de gizli-saklı kalmış bilgilerle bizleri kavuşturmuştur. Ruhu şad olsun.

necdet-hoca-3
Necdet Sakaoğlu Mayıs 2012 tarihli sayımıza da konu olan Leylâ ve Mecnun elyazmasını tanıtıyor.

Şevket Dönmez

Eserleriyle yaşayacak

Kimi yazarlar eserlerinden daha çok yaşar. Ne mutlu Necdet Hoca’ya ki eserleri kendisinden çok daha uzun yaşayacak.

Sedat Yaşayan

Emsalsiz bir hoca, bir baba

2014 sonbaharından bu yana geçen 10 yıl içinde Necdet Hoca kimi zaman bilge öğretmenimiz kimi zaman da nüktedan arkadaşımız oldu. Hayatın ve insanların birbirinden acımasız olduğu bir dünyada, farklı nesilden ve farklı meslekten insanlar olarak kurduğu­muz dostluk emsalsizdi.

Kayıp zamanların ve insanların izinde hiç bitmeyen araştırma, öğrenme ve öğretme heyecanının ardında “ah dok­tor hanım…” diye başlayan cümlelerin­de, yaşadığımız memleketi yeterince tanıyamadığımızın ıstırabı vardı. Necdet Hoca hayata veda ettiğinde kardeşimle ben son aile büyüğümüzü, son baba sevgimizi yitirdik. Zarif dilek­lerle imzaladığı kitapları başucumuzda ve aziz hatırası daima belleğimizde olacak. Saygı ve minnetle…

Fatma Özlen

Bir üstat, bir referans

Yerel tarih, kent tarihi, Selçuklu tarihi, Osmanlı tarihi ve eğitim tarihi konularında referans eserler yazmış bir üstattı. İsmi daima yaşayacak. Mekanı cennet olsun, ışıklar içinde uyusun.

Nesrin İçli

necdet-hoca-4
Mayıs 2024 tarihli 105. sayımız için Pîrî Reis’in Kitab-ı Bahriye’sinden transkripsiyon yapıyor.

Ufuk açan bir insan

Necdet Sakaoğlu sadece entelektüel birikimiyle değil, gündelik hayatın ayrıntılarına gösterdiği özenle ufkumuzu açan bir insandı. Örneğin bir yayın kurulu toplan­tısından önce sohbet ederken, günümüz in­sanının giyim-kuşamı üzerine rahatsızlığını dile getirmişti: “Sokakta herkes tek tip giyiniyor, farklı giyinen yok. Ne ceketli ne de kravatlı in­san görüyorum. Herkes sırt çantasıyla dola­şıyor.” Sonra bize sırt çantasının tarihinden bahsetmişti. Gömlek­leri, yelekleri, kravat­ları ve muhteşem deri evrak çantasıyla sanki 19. yüzyıldan günümü­ze yadigar kalmış bir İstanbul beyefendisiydi. Bir sonraki ay yapılan yayın kurulu toplantı­sına kravat takıp ceket giyerek gittim. Necdet Hoca toplantı odasına girince ayağa kalkıp, “bakın sizin için böyle giyindim” dedim. “Bir de sürprizim var” diyerek pantolon askılarımı gösterdim. Çok keyiflendi. O an attığı kahkahalar, anılarımda hep yerini koruyacak.

Suha Çalkıvik

Değer, saygı ve bilgi

Necdet Hoca’yı kariyeriyle anmak, anlatmak oldukça kolay. Bizlerin artık yoksun kalacağı bilgeliğiyle somuta indirgeyerek anlatmak ise epey zor. Aksatmadan katıldı­ğı her toplantımızda takım elbisesi, ev­rak çantası, gün­lükleri, derin bilgisi, masa çevresindeki herkese verdiği değer ve sergilediği saygı üzerinden “hocalığı” ise ancak yaşanarak ulaşılabilecek bir dene­yim. Ardından kuşkusuz gözlerimiz masada kendisini ararken, kalbimiz aramızda olduğunu duyumsayacak ve içimizden bir ses “ölüm kaçınılmaz elbet, ama her yaştaki ölüm erken ölüm” diyecek.

Alp E. Aksudoğan

Bugünden düne…

Dergimizin son yayın toplantısı ilk defa Necdet Hoca’sız geçti. Onun güleryüzü, heyecanı, anıları ve yeni keşifleri olmadan yani… Hoca, yayın toplantısında masadakileri yuvarlak rakamlar konusunda da uyandırırdı: “Bakın Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun bu ay 100. yıldönümü, Abdülhak Şina­si Hisar’ın ölümünün 60. yılı…” Sonra da engin tarih ve kaynak bilgisiyle bizleri besler, aktüel konuların tarih­sel arka planıyla ilgili hadiseleri dile getirirdi. Dergimizde, onun fikirle­riyle örülü çok sayıda kapak konusu vardır.

Özgün Uçar

necdet-hoca-5
Necdet Sakaoğlu dergi ofisimizde, yazısı için çıkardığı notları inceliyor, Ocak 2010.

Çalışkanlığın ışığı

Tanıdığım en çalışkan insandı Necdet Sakaoğlu. Vefatından 2 gün öncesine kadar hâlâ dergimizdeki yazıları ve başka projeleri üzerine çalışıyordu. Her ay yayın kurulu toplantımızda ufkumuzu açacak yeni önerilerde bulunurdu. Onun bu tutumu; tarih üzerine yapılabilecek çalışmaların asla bitmeyeceğini, her zaman farklı bakış açılarıyla ele alınabilecek konu­ların zenginliğini gösteriyordu bize. Biraraya geldiğimiz her gün ya da her telefon konuşmamızda, hayatımıza yeni bir perspektif açacak cümle­leri olurdu. Genç tarihçi adaylarını desteklerdi daima, onların yollarına ışık olurdu. Her sorumuzu büyük bir özveri ve sabırla izah ederdi. Oku­narak öğrenilemeyecek bilgilerin de insanıydı o. Meslek hayatının her döneminde yüzlerce yazı-makale üretmişti ama hâlâ değineceği ne çok konu vardı… Işığıyla hem etrafını hem tüm tarih çevresini aydınlatma­ya devam edecek.

Seher Yeğin

necdet-hoca-6
Necdet Hoca, Divriği’den çocukluk arkadaşları Minas ve Mihran Pilikoğlu kardeşlerin emeklilik armağanı olarak elleriyle yaptıkları çantasını hayatının sonuna kadar yanında taşıdı

Bilgiye susayanların sakası

Bir öğretmen, bir idareci, bir eğitimci. Ve bir tarihçi. Yaşarken tarih yaz­mış bir Hoca. Bir dizi referans kitabı var. Tarihi sadece belgeler ve bilgiler üzerinden değil, yaşayan insanlar, coğrafyalar ve anlatılanlar üzerinden, binbir değişik kaynak ve süzgeçten geçirerek imbikleyen bir usta.

Neredeyse tüm tarih zamanlarındaki farklı Türkçeleri okuyabilen- yazabi­len bir dil ve anlam uzmanı.

Bugünkü aklımla 20’li yaşlarıma dön­sem, Necdet Sakaoğlu’nın öğrencisi olmak isterim. Zira o sadece bilgisi ve ifadesi ile değil aynı zamanda dav­ranışı, hâli, esprileri ve havasıyla da endemik bir insan türüdür.

Necdet Hoca gibi bu nadir türden canlıların, önemli özellikleri vardır. Bunlardan ilki insana güven vermesi­dir. Ancak bu, “itimat telkin etmek”ten farklı bir güven duygusudur. Onu ta­nıyıp, okuyup, anlayınca, “Bu toprak­larda, bu coğrafyada böyle bir insan yetişebiliyormuş; demek bu mümkün­müş” dersiniz. Böylelikle umutlanır ve kendinizi yetiştirmek konusunda, “bu ülkenin kısıtlı olanakları” falan deme­den -yani bahaneler bulmadan- daha çok çalışmaya koyulursunuz.

İkincisi, gündelik hâli ve görüntü­südür. Kravatı bir aksesuar, kalemi bir stil, gülüşü bir yapmacık, hüznü bir melodram değildir; hepsi kendisidir.

necdet-hoca-7
Necdet Sakaoğlu, Temmuz 2016 tarihli sayımız için halifelerin hayatını aktaran kaynakları tararken.

Üçüncüsü “kendi ateşiyle yanan” bir bilge olmasıdır. Enerjisini, üretimini, sesini ve yazısını kendi döner serma­yesinden sağlayarak yaşar. Bunun için başkasına ihtiyaç duymaz, dışarıya borçlanmaz. Uzmanı olduğu alanlarda edindiği kıyaslamalı bilgileri o denli zengindir ki, Hoca adeta bir zaman yolcusu gibi geçmişte dolaşır, gelir-gi­der.

Necdet Hoca’yla yakın dönemde, 2008’de tanıştım. O vakit ntv tarih, sonrasında #tarih dergisinde onunla birlikte çalışma şansına eriştim. Bu 16 yıllık dönemde sadece ondan öğren­diğim bilgiler, daha önceki meslek hayatımda öğrendiklerimden fazladır. Ancak bu sadece sayısal bir durum değildir; ondan edindiklerim aynı zamanda kaliteli, hesaplaşılmış, teyit edilmiş ve engin tarafsızlık sularında yıkanmış bilgilerdir.

Herkesin bildiği gibi “öğrenmenin yaşı vardır” ve hayatın ilerleyen saat­lerindeki insanlar yeni bir şey öğren­mekten ziyade eski bilgilerini teyit etmek isteyerek ve bunları aktararak yolun sonuna kavuşurlar. Hoca’nın örneğinde ise “merak ve hayret et­mek” vardır. Yeni bir durum, yeni bir bilgi, yeni bir yaklaşım bahis veya yazı konusu olduğunda Hoca hem şüphe­lenir hem de şüphesini sağlayan eski bilgisini yeniden gözden geçirerek, size “yepyeni” bir analiz veya sentez sunabilir.

Bir gün kendisine “Hocam bu metotları, açıları, akıl yürütmeleri ne­reden, nasıl öğrendiniz, bildiniz?” diye sormuştum. “Okudum, okudum; bir de taşa- toprağa dokundum” demişti. Yani hem kitabın sözünü bellemiş hem coğrafyanın dilini öğrenmişti.

Ve zaten Hoca olmak bu demekti.

Gürsel Göncü (Necdet Sakaoğlu’na Armağan kitabından)

necdet-hoca-8
Necdet Sakaoğlu’nun cenazesi, 19 yılını geçirdiği Amasra’da 28 Ağustos’ta toprağa verildi.