Amasya Oluz Höyük’teki kazılarda elde edilen son arkeolojik bulgular, Anadolu ve Önasya dinler tarihinin ezberlerini bozuyor. Böylesine erken ve eksiksiz bir örneğine Zerdüşt dininin kaynak bölgesi İran’da bile rastlanmayan Ateş Tapınağı’ndan çıkartılan kült objeleri, Zerdüşt’ün Ahura Mazda’yı aramak için çıktığı yolculukta Anadolu’ya gelmiş olma ihtimalini güçlendiriyor.
Media (Güney Azerbaycan) ya da Margiana’da (Horasan) ortaya çıktığı ve Anadolu topraklarına MÖ 6 yüzyılın başlarından itibaren Med Krallığı’nın batıya yayılımı ile girdiği düşünülen Zerdüşt dininin kurucusu Zerdüşt’ün nerede doğduğu, ne zaman yaşadığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, MÖ 650 – 400 yılları arasındaki bir zaman dilimi üzerinde durulmaktadır. Hayatı hakkında çok az bilgi bulunan Zerdüşt’ün isminin, eski Pers dilinde “Altın Develer İle / Sarı Deve Sahibi / Deve Sahibi / Deveci” gibi anlamlara geldiği düşünülmektedir. Zerdüşt’ün annesi Daughdho babası ise Porouchaspa idi. Zerdüşt yirmili yaşlarında İran’dan ayrılmış ve on yıl boyunca gerçeği bulmak için dolaşmıştır. Gerçeği bulana kadar devam eden süreç, Ahura Mazda’nın varlığını hissetmesi ve vahyin gelmeye başla ile sonuçlanmıştır. Daha sonra İran’a dönüp öğretilerini anlatmaya ve yaymaya başlayan Zerdüşt aralarındaki karmaşık ilişkiyi düşünmeden iyi ve kötüye dinsel temelde ayıran ilk insan olmuştur. Zerdüşt’ün yaymaya başladığı dinde iyiliğin sahibi ve temsilcisi Ahura Mazda, kötülüğün sahibi ise Anghra Mainyu (Ahriman/Ehrimen) idi. Dinden tanrı heykellerini ve benzer figürleri çıkarmayı başaran Zerdüşt, büyük olasılıkla ayinlerde ateşi, tapınmanın odağı olarak heykellerin yerine temel unsur olarak kullanmaya başlamıştır. Herodotos’un Persler hakkında aktardığı “….. tanrı heykeli, tapınak, sunak yapmak gibi şeyleri bilmezler…..” ifadesi, Zerdüşt’ün gerçekleştirdiği yeniliklerin MÖ 5 yüzyıl Anadolusu’nda yaşanmaya başladığına işaret etmektedir.
Tek tanrı-peygamber-vahiy sisteminin Önasya’daki ilk örneği olan Zerdüşt dininin tarihsel kökenlerinin en azından Demir Çağı ortalarına (MÖ 600) kadar uzandığı konusundaki bulgular bugüne değin özellikle Ateş Kültü temelinde izlenebilmiştir. Buna karşın Zerdüşt dininin erken dönemlerinin nasıl bir hikayesi olduğu hususu, arkeolojik kanıt noksanlığı nedeniyle bugüne değin tahminlerden öteye gidememiştir. Amasya yakınlarındaki Oluz Höyük’te 2013 döneminden itibaren açığa çıkmaya başlayan arkeolojik bulgular, neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz Zerdüşt dininin erken dönemleri ile Ateş Kültü’nün MÖ 5 yüzyıldaki resmini çizmemizin yanı sıra, bunlar dışındaki farklı ritüeller ile uygulamaların varlığına da işaret etmektedir. Zerdüşt dininin doğduğu topraklar, Zerdüşt’ün yaşadığı dönem ve dogmanın meydana geldiği zaman bugüne değin tam olarak tanımlanamadığı için Oluz Höyük güncel bulgularının önemi ve değeri eşsizdir.
İran merkezli olan günümüz Zerdüşt dininde Ahura Mazda’nın evrensel sıcaklığını ve ışığını sembolize eden Ateş’in, MÖ 6 – 4 yüzyıllarda tapınılan bir nesne olduğuna dair çok güçlü arkeolojik ve tarihsel bulgular Anadolu kazılarında ortaya çıkmaya başlamıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Zerdüşt dininde köklü ve geleneksel bir geçmişi olan ateşe tapma törenleri tarihsel süreçte dinin en güçlü ritüeli haline gelmiş ve dine özel bir Ateş Kültü oluşmuştur. İran’da, günümüz Zerdüşt dini çerçevesinde çeşitli ateş kültleri mevcuttur. Bunlar içinde üst düzey ve yüce olan “Kralların Ateşi (Azer-i Gashnasp)”, Tarımcıların Ateşi (Atash-gada-i Azer-Bazrin-Mehr)” ve “Ruhbanların Ateşi (TahtAzer-i Farbegh)”nin yanı sıra “Eyalet Ateşi (Behram)”, “Kabile Ateşi (Azeran)” ve “Ev Ateşi” gibi halka daha yakın ve yerel özellikler gösteren ateş kültleri de mevcuttur.
Med Krallığı ile birlikte Anadolu’ya girmiş olduğu düşünülen Ateş Kültü’nün, Anadolu’da MÖ 546’da başlayan Akhaimenid egemenliği sırasında kurumsallaşmaya başlamış olduğu anlaşılmaktadır. Oluz Höyük kazıları öncesi Ateş Kültü, Kappadokia’da Erciyes Dağı eteklerinde tesadüf eseri bulunmuş olan dört yüzünde Magus (Mog) adı verilen rahiplerin betimlendiği bir ateş sunağı dışında arkeolojik bir kimliğe sahip değildi. Buna ek olarak, Roma Dönemi’nde yaşamış olan Strabon (MÖ64 – MS 21), Kappadokia’da Pyraetheia’ların (ateşgedeler) içinde çevresi kapalı ve üstü açık cellalarda ebedi ateşlerin yandığından bahsetmektedir. Oluz Höyük’te açığa çıkmaya başlayan bir Ateş Tapınağı, yalnızca Anadolu arkeolojisi için değil, aynı zamanda Önasya ve Orta Asya’nın Ateş Kültü ile ilgili bulguları arasında da çok önemli bir keşif olarak yerini almıştır. İçinde uzun süreli (ebedi) ateşler yanmış Kutsal Ateş Çukuru’nun ait olduğu tapınağın cellası yani kutsal odası 2016 dönemi kazı çalışmalarında saptanmıştır. Taş döşemeli bir cella içinde olduğu anlaşılan Kutsal Ateş Çukuru’nun, mekânları doğuya doğru uzanan çok odalı bir tapınağın parçası olduğu ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ünlü Kral Yolu’nn bir parçası olan Oluz Höyük Pers Yolu’nun güney kısmında yer alan Kutsal Ateş Çukuru’nun bu konumu, ateş alevinin açık havada meydana getirilmesi zorunluluğu ile ilgili olmalıdır. Ateşe tapma törenlerinin, ateşin dışarıda yanma zorunluluğu nedeniyle açık havada icra edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Ateşe gösterilen saygı adına gerçekleştirilen dinsel törenlere ait eski izlerin Önasya coğrafyasında ne denli nadir olduğu düşü-nüldüğünde, AteşKültü ile ilgili eşsiz bir bulgu olan Oluz Höyük Ateş Tapınağı’nın önemi bir kez daha artmaktadır. Bununla birlikte, MÖ 5 yüzyılın son çeyreğine tarihlenen Ateş Tapınağı, özelde Oluz Höyük genelde ise Kuzey-Orta Anadolu ile Kızılırmak Havzası yani Kappadokia Geç Demir Çağı toplumlarının güçlü ateşperest kimlikleri ile gerçekleştirdikleri Ateş Kültü faaliyetlerine, Erken Zerdüşt dininin uygulamalarına işaret etmesi bakımından dikkat çekicidir. Magusların yönettiği ateş törenleri zamanla tapınaklar (ateşgede) içindeki sunaklarda da yapılmaya başlanmış olmalıdır. Önceleri dar ve elit bir kesime hitap eden Erken Zerdüşt dininin, Ateş Kültü ayinleri ile birlikte yayılım alanı bulduğu ve ibadetler ile ayinlerin halka açık bir hale gelmiş olduğu düşünülebilir.
Oluz Höyük’te Ateş Kültü ile ilgili olduğunu düşündüğümüz diğer önemli bulgular, tapınak ateşlerine ait küllerin saklandığı kutsal kül kaplarıdır. Bunlar gerek Ateş Tapınağı içinde gerekse de yakın çevresinde keşfedilmiştir. Tapınakta gerçekleştirilen ayinlerin sonunda bir kısım kül ve ateş kalıntıları kutsal nitelikleri nedeniyle çömleklere konulup toprağa gömülüyordu. Kutsal emanetlerin gömüldüğü çukurlarda (bothros) saptanan kül kaplarının Oluz Höyük’teki varlıkları, Anadolu ve Önasya din tarihindeki çok önemli bir ritüelin ilk kez farkına varılmasını sağlamıştır. Oluz Höyük’te yapılan kazılarda, Zerdüşt dininin günümüzde hakkında fazla bilgi bulunmayan diğer ibadet biçimlerine dair ipuçları da elde edilmeye başlanmıştır. Yapılan çalışmalar Erken Zerdüşt dininin çeşitlilik gösteren dogmaları ve farklı ayinleri olduğuna işaret etmektedir. Oluz Höyük kazıları, Erken Zerdüşt dininin pratikleri içinde hayvan kurbanlarının da bulunduğuna dair bulgular sunmaya başlamıştır. Kurban hayvanlarının şimdilik sığır, eşek ve domuzdan ibaret olması, bu konuda tekdüzelik yerine çeşitlilik olduğunu göstermektedir.
Oluz Höyük Akhaimenid Dönemi mimari tabakalarında bulunan kilden üretilmiş özel tasarım kapların birtakım dinsel törenlerde kullanılmış olduğu anlaşılmaktadır. Büyük bir bölümü kullanılmaz hale geldikten sonra bothroslara bırakılmış kapların, günümüz Zerdüştlük inancında Haoma adı verilen dine özel üretilen ve tüketilen bir içkinin, belki de kutsal bir şarabın tarihsel gelişimi ve kullanımı ile ilgili olduğu düşünülebilir. Zerdüşt’ün öğretilerini anlatma ve yayma döneminde Haoma’ya karşı geldiği, bunun hastalık getiren mide bulandırıcı bir içki olduğunu beyan ettiği, ancak daha sonra yol göstericiliğini kaybedeceği endişesiyle Haoma kültünü kabul etmek zorunda kaldığı bilinmektedir. Tarihsel süreç içinde Haoma içkisinin üretiminde kullanılan bitkilerin tam olarak neler olduğu bilinememekle birlikte, bunların dağlık bölgelerde yetişen birtakım özel otlar olduğu konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Ahura Mazda onuruna düzenlenen Haoma ayinlerinde özel tasarım kapların kullanılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bir çeşit kült libasyonu olan Haoma içme ayinlerinde kullanılmış olabilecek kapların neler olabileceği sorusu Oluz Höyük’te ele geçen kült kapları ile birlikte yanıt bulmuş gibi görünmektedir.
Bu güne değin neredeyse tüm envanter eşyaları (kiremitler, kandiller, kutsal içki kapları, ateşi karıştırmaya yarayan tunç spatulalar) saptanan Oluz Höyük Ateş Tapınağı’nın (MÖ 425-400) Zerdüşt dininin oldukça erken bir dönemine ait olduğu gözlenmektedir. Bu süreçte Kuzey-Orta Anadolu’da yeşerdiği anlaşılan ve ateş tapınaklarıyla karakterize olan Zerdüşt dininin Oluz Höyük’te arkaik bir döneminin saptandığı ve kutsal kitabı Avesta’nın bile yazılmadığı bir evresinin (sözel dönem) yaşandığı anlaşılmaktadır.
Zerdüşt dininin kaynak bölgesi olan Kuzeybatı İran’da bu denli erken bir örneği henüz açığa çıkarılamayan Oluz Höyük Ateş Tapınağı’nın Anadolu ve Önasya’nın klişe din tarihine büyük katkılarda bulunacağı görülmektedir. Bu güncel arkeolojik gelişmelerle birlikte Oluz Höyük’ün de içinde bulunduğu Kuzey-Orta Anadolu bölgesinin (Kuzey Kappadokia) Zerdüştlük dininin kutsal coğrafyası içinde yer almış olduğu anlaşılmaktadır.
Oluz Höyük’te keşfedilmiş devebaşı betimli bir kült kabı, yerel mimari geleneklerle inşa edilmiş öncü bir tapınak ile sunakların bile henüz keşfedilmediğine işaret eden basit ancak etkileyici Kutsal Ateş Çukuru’nu gölgede bırakan sırlar içermektedir. Oluz Höyük ile Zerdüşt arasındaki özel bir bağlantıya işaret eden dinsel kap Anadolu ve Önasya’daki tek örnek durumundadır. Oldukça zarif işlenmiş, üst kısmı bir devenin başını yansıtan kabın gövdesi basık küresel biçimlidir. Koyu devetüyü hamurlu, kahverengimsi devetüyü astarlı ve çok iyi açkılı kabın deve başı figürünün tepesinde küçük bir delik yer almaktadır. Kabın tabanı ise çok sayıda deliğe sahip olup, süzgeç görünümlüdür. Bu özel tasarım kabın bir içki içme kabı olmadığı, tepesindeki ve tabanındaki deliklerden anlaşılmaktadır. Bu bağlamda deve başı betimli kabın bir içki dökme ve serpme kabı olduğu düşünülebilir. Bu nedenle deve başı betimli kabın tanrı (Ahura Mazda) şerefine içilen içkinin bir kısmının yere dökülmesi ayinlerinde (Zaothra) kullanılmış olduğu anlaşılmaktadır. Zerdüşt (Zarathustra) adının eski Farsçada “Altın Develer İle / Sarı Deve Sahibi / Deve Sahibi / Deveci” anlamında olması, deve başı betimli bu kabın varlığı ve işlevini anlamlı kılmakta ve açık biçimde Zerdüşt adı ile bağlantılı gibi görünmektedir.
Yirmili yaşlarında İran’dan ayrılmış ve on yıl boyunca gerçeği bulmak için dolaşmış olan Zerdüşt’ün bu ünlü yolculuğunu hangi yöne doğru yapmış olduğu belirsizdir. Zerdüşt dini ile ilgili yazılı kaynakların neredeyse tamamı Erken İslam Dönemi (7. yüzyıl) ile çağdaştır. Yani Zerdüşt’ün ölümünden yaklaşık 1100-1200 sonra kaleme alınmıştır. Bunlar bile Zerdüşt’ün Ahura Mazda’yı arayışı sırasında hangi bölgeleri gezmiş olduğunu kesin olarak işaret edememektedir. Gelenekler doğrultusunda yapılan yorumlar yolculuğun Hazar Denizi’nin güneydoğusundaki topraklara yani bugünkü Türkmenistan ve Özbekistan’a yapıldığı yönündedir. Oysa Anadolu arkeolojisinin bu yazıda tanıtılan güncel arkeolojik bulgular, eğer Zerdüşt’ün böyle bir yolculuğu varsa, bunun Kızılırmak Havzası’na doğru gerçekleşmiş olabileceğine dair güçlü izler hissettirmektedir.