Orhon Yazıtları 1893’te ortaya çıkarılıp okundu (Thomsen ve Radloff). Bunlarda bahsi geçen tarihler ise, ancak 1898’de doğru olarak okunabilecekti (Bang-Kaup ve Marquart). Bunun nedeni, 732-735’e tarihlenen yazıtlarda bambaşka bir sayı sisteminin kullanılmış olmasıydı. 10’lar basamağı ile 1’ler basamağının yönleri bugünkünün tam tersiydi.
Orhon ve Yenisey Yazıtları’nda 1’den 10’a kadar ve 10, 100, 1000’in katlarını oluşturan sayı adları bazı ses farklarıyla günümüzdeki gibidir. Bunların dışında kalan ara rakamlarsa bambaşka bir sisteme dayanır. Bu sistem Orhon Yazıtları’nı deşifre eden Danimarkalı Thomsen ve Prusyalı Radloff’u büyük bir yanılgıya sürüklemiş; yazıtlardaki ara rakamlar modern dillere göre düşünülüp yanlış yorumlanmıştı. Örneğin, 12 Hayvanlı Takvim’e göre Kül Tigin’in cenaze töreni “Koń (Koyun) Yılı tokuzunç ay yeti otuz”da gerçekleşmişti. “Yeti otuz” sayısını Thomsen ve Radloff kendi dillerinin “eksiltmeli ondalık” sistemine göre 7+30=37 olarak tasarladılar. Oysa yazıtlarda, Maya, Ural, Tibet ve Kuzey Cermen dillerinde de kullanılmış olan “arttırmalı ondalık” sistem geçerliydi.
Tek haneli rakamla başlayıp 10’un bir sonraki katlarıyla biten bu sisteme göre “yeti otuz”, ne 7+30=37 ne de 30-7=23 ile açıklanabilirdi; zira bu sistemde sayı doğrusu geriye değil, ileriye yönelen bir sözdizimiyle ifade ediliyordu. Yani 10’lar basamağı ile 1’ler basamağının yönleri bugünküyle taban tabana zıttı. Üstelik 10’lar basamağı 20’den başlıyor ve 80’de sona eriyordu. Böyle bir dizilimi doğru anlamak için 10’lar hanesindeki sayıyı 10 eksiği ile düşünmek gerekiyordu. Yani “yeti otuz”daki otuz 20’nin, “yeti otuz” da 27’nin karşılığıydı. Buna göre, örneğin “üç yėgirmi” 13, “üç otuz” 23, “bir kırk” 31 rakamlarına tekabül ediyordu. Dolayısıyla Kül Tėgin’in yoğ töreni Koyun Yılı, 9. ay, 27. günde yapılmıştı.
Thomsen ve Radloff’u yanıltan bu alışılmadık ve görece karmaşık sistem, yazıtların ortaya çıkmasından 5 yıl sonra (1898) Alman dilbilimciler W. Bang-Kaup ve Josef Marquart tarafından çözüldü. Bang-Kaup, bir Ural dili olan Fincenin tarihinde benzer bir dizilimin olduğunu farkedip bunu eski Türkçenin sayı dizisine uygulayarak çözüme ulaşırken; Marquart, Çin yıllıklarındaki kronolojiyle karşılaştırıp Bang-Kaup‘un sonuçlarını sağlamlaştırdı. Bu keşif, Türkçenin Moğolcayla akrabalığını savunan Altayistler’e vurulan erken bir darbeydi; zira ne Moğolcada ne de Tunguzcada böyle bir sayı dizilimi yoktu.
Türkler’in hemen hepsi, farklı kültür ve dillerin etkisiyle asırlar önce bu sayı sistemini terketti. Çin’in Gansu-Qinghai bölgesi Hexi koridorundaki vadilerde 14 bini aşmayan nüfuslarıyla pastoral nomadizmi sürdüren Budist Sarı Uygurlar, bu metodu hâlen kullanan tek Türk topluluğudur. Genç nüfusun öğrenmediği, 5 bin kadar yaşlı bireyin konuştuğu Sarı Uygurca, UNESCO’nun “ağır tehlike altındaki diller” kategorisindedir. Böylesine kadim bir sayı düzenini korumaları, dağlık bölgedeki doğal engeller nedeniyle yüzyıllar boyunca akrabalarından göreceli olarak izole kalmalarından kaynaklanır. Erken döneme ait bu tip diller genellikle arkaik özellikleri korur; ancak bazı yönlerden de komşu dillerden aşırı ölçüde etkilenir.