Kasım
sayımız çıktı

Ortaçağ’da Anadolu aydınlanması

10. yüzyıldan itibaren Anadolu coğrafyasına yerleşmeye başlayan konar-göçer Türkmen ve Kürt kökenli topluluklar, Anadolu Selçukluları öncesi ve sonrasında yerel devletler kurdular, sikke bastırdılar, benzersiz mimari eserlere imza attılar. Çatışmalara ve kaotik ortamlara rağmen çokkültürlü bir çeşitliliğin hüküm sürdüğü, ders kitaplarımızda “karanlık” veya “Osmanlılara hazırlık” diye okutulan ama aydınlık yüzyılların tarihi…

Türk tarihini bir bütün olarak yazmak arzusuy­la 20. yüzyıl başlarından itibaren özel bir kurgu oluştu­rulmuştur. Genellikle Türklerin bir devleti olduğu ve bu devletin zaman zaman hanedan ve yö­netici boyların değişimiyle isim değiştirdiği kabul edilir.

Bu silsile Hunlardan başla­yan Göktürkler, Uygurlar’dan Müslüman Karahanlılara geçen ve nihayet Selçuklu ve Osmanlı devletleri ile Türkiye Cumhuri­yeti’ne bağlanır. Aslında Cum­hurbaşkanlığımızın forsunda da birer yıldız olarak tanımlanan bu devletlerin dışında da ku­rulmuş çok sayıda Türk devleti vardır. Sadece Anadolu’da 30 kadar Türk devleti kurulmuş­tur. Türkmenlerden oluşan orduları nedeniyle bu dev­letleri Türk olarak anmak adettir. Çoğunda hanedan da Türk kökenlidir. Ama Danişmendliler, Germi­yanoğulları gibi bazı ha­nedanların kökenleri ile ilgili çok farklı bilgiler de vardır.

Artuklular ve çift başlı kartal Anadolu beyliklerinde kartal ve çift başlı kartal, ortak sembollerden biriydi. Sikkelerde
olduğu kadar taş kabartmalarda da kullanılırdı. Artuklulara (1102- 1409) ait sikke.

Hiç şüphesiz Anado­lu’da Rum, Ermeni, Süryani gi­bi Hıristiyan, Kürt, Arap gibi Müslüman halklarla karışma­lar ve ortaklıklar da yaşanmış­tır. Hanedanların birbirleri ile olan akrabalık ilişkilerini takip etmek zordur. Ancak birbirle­rinden kız alıp vermenin yaygın olduğu da anlaşılmaktadır.

Türkmenler kadar bölge­nin bir diğer halkı Kürtler de bu coğrafyada devletler kur­muştur. Bunlardan Mervaniler, Türkmenler bölgeye girdiğin­den kısa bir süre sonra, Şedda­diler ise 12. yüzyılın sonlarında kapanmıştır. Mısır ve Arabis­tan’da egemen Eyyubilerin kimi kolları Güneydoğu Anadolu ya da hâkim olmuşlardır. Özellik­le Hasankeyf kolu 1462’de Ak­koyunlular tarafından yıkılana kadar varlığını devam ettirmiş­tir. Devletin bütün kolları yok olduktan sonrada bazı yerlerde hanedan mensupları yönetici olmaya devam etmiştir. Kürtle­rin bazı bölgelerde Türkmenler ile birlikte ilerlediği tahmin edi­lebilir. Ancak bu dönem ile ilgili veriler çok daha azdır. Küçük bölgelere ve bazı aşiretlere da­yanan topluluklar bağımsız ya­şasalar da, iktidar olmanın sik­ke darpetmek, hutbe okutmak gibi şartlarını yerine getirme­mişlerdir. Farklı devletlere tâbi olarak bölgede kendi yönetimle­rini devam ettirebilmişlerdir.

Divriği Ulucamii ve Darüşşifası Beylikler döneminde yapılan mimari eserlerin en görkemlisi ve günümüze kadar bütün özellikleriyle korunanı, UNESCO dünya kültür mirası listesinde yer alan, Divriği’deki Mengücek Meliki Ahmetşah Ulucamii ile bitişiğindeki Turan Melek Darüşşifası’dır.

Beylikler çoğu zaman bir­birleri ile mücadele etmiş ve birbirlerini ortadan kaldırmış­tır. Bu Türk devletlerini ortadan kaldırma konusunda en büyük başarı ise, hiç şüphesiz Osman­lılarındır. Bu mücadelede dev­letler bazen gelin olarak alınan presesin çeyizi kabul edilerek düğün dernekle eğlenerek alın­mış, bazen acımasız kanlı fe­tihler yapılmıştır. Ama bu konu araştırmalarda çok farklı ele alınır.

Ötekileştirilmiş, düşman­larla yapılan savaşları anlatmak kolaydır. Asıl zor olan diliyle, diniyle, kültürüyle aynı olanla yapılan savaşın açıklanmasıdır. Genelde bu duruma şöyle bir çözüm bulunmuştur. Öncelikle bu devletler beylik olarak anıl­mış ve sanki küçük bir boşluk­tan yararlanılarak kurulmuş geçici, yerel hanedanlar gibi su­nulmuştur. İki Türk devletinin mücadelesinde taraf tutmak herşeye rağmen zordur; bu du­rumda da Türk devletinin bü­tünlüğüne zarar veren “yaramaz kardeşler” olarak anılmışlardır.

Bu devletlerin kendilerine ait yazılı kaynakları azdır. Mima­ri anıtları, az da olsa vakfiyele­ri, kitabeleri, sayısız sikkeleriyle tarihleri hakkında azımsanma­yacak bir bilgiye ulaşılır. Bu dev­letler hiç de kendilerini küçük, yerel ve iktidara musallat olan yaramaz kardeş, hain gibi gör­memiştir. Sikke basmış, hutbe okutmuş hükümdar unvanla­rı kullanmış, anıtsal yapılar inşa ettirmiştir. Birbirleriyle ve kom­şu güçlerle ilişkiler içerisine gir­miş, antlaşmalar imzalamış, itti­faklar kurmuş, zaferler kazan­mış yani devlet olmanın bütün şartlarını yerine getirmiştir.

Osmanlı tarihçileri başlan­gıçta Osmanlılar ile denk olan, ama sonrasında büyüyen Os­manlı Devletince yutulan bu komşular için kararsızdır. Yine de bugün kullanılan yaklaşımı büyük ölçüde onlara borçluyuz. Osmanlı aydınları bu komşu devletlere karşı girişilen müca­deleyi açıklamak için özel for­müller geliştirmişlerdir. Adeta Osmanlı hakimiyeti güçlendik­çe buna siyasi, hukuki, dinî alt­yapıyı hazırlayan ilmek ilmek örülen bir yaklaşım gelişmiştir.

11. ve 12. yüzyıllar

Önce Osmanlılar Selçuklu­ların varisi gibi sunulmuş, rü­yalar, vasiyetler, dervişler, evli­yalar ile örülen bu müthiş kur­guyla Osmanlıların hakkı olanı almak için makul bir mücadele verdiklerini iddia etmişlerdir. Cumhuriyet devrinde bu ef­saneler, menkıbeler ile karışık etkileyici çözümlerin esası bü­yük ölçüde kabul edilmiş, ancak bu efsanevi unsurların yerine mantıklı siyasi, iktisadi, hukuki yaklaşımlar geliştirilmeye çalı­şılmıştır: Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı Devletleri ve bunlar zayıfladığında ortaya çıkan ar­sız kardeşlerin devlet bile olma­yan yerel beylikleri!

Peki, ama bu yaklaşım hâlâ böyle mi olmalıdır. Bu devletler kuruldukları dönemin önemli siyasi, askerî, kültürel kurumla­rını oluşturmuşlardır. Onların çağı birçok açıdan olağanüstü parlak ve etkileyicidir. Bu dev­letler Türklerin batıya göçünü sağlayan en önemli unsurlardan biridir ve dünya tarihinde çok özel bir yere sahiptir.

Türkiye tarihi açısından ba­kıldığında, Anadolu Türk dev­letleri iki dönemde yoğunlaş­mıştır. Bunlar birinci ve ikinci beylikler dönemi gibi anlatılır. Birinci dönem yaklaşık olarak 11. ve 12. yüzyıllarda, Selçuklu­ların beraberinde Anadolu’yu fethden beyler ve komutanların kurdukları devletlerin dönemi­dir. İkinci dönem ise 13. yüzyı­lın sonu 16. yüzyıl başı arasında tarihlenir.

İlk döneme damgasını vu­ran olay, kalabalık göçebe Türk­menlerin bölgeye girmesidir. Yeni göç bir yönü ile göçebele­rin yerleşik kültürlere hâkim olmasıdır. Başlangıçta gelenler zengin şehirler yerine yaylala­rı geniş otlakları ele geçirmek için mücadele etmiştir. Kısa sü­re içinde Anadolu’da Bizans hâ­kimiyeti şaşırtıcı şekilde sona ermiş, zor hayat şartlarının iyi savaşçılar haline getirdiği Türk­menlerse kolayca geniş bölgele­ri ele geçirebilmiştir.

Orta Asya’nın göçebeleri iyi süvariler ve çok başarılı okçu­lardı. Aile fertlerinin çoğu ka­dınlar ve çocuklar bile bu özel­liklere sahiptiler. Daha geç kay­naklar savaşçı kadın ve kızlarla ilgili birçok bilgi verirler. Bu sayede askerî mücadele hızlı ve kesin bir şekilde sonra ermiş­tir. Anadolu’nun yerli halkı ile ilişkilerin seyrini takip etmek güçtür. Ancak Danişmendname, Saltukname gibi destanlar, daha geç kaleme alınan evliya men­kıbeleri bize bu ilişkiler hakkın­da ipuçları verir.

Hiç şüphesiz çatışma var­dır. Yine de şaşırtıcı bir ortak yaşam biçimi geliştirmek de mümkün olmuştur. Bu döne­min ikinci önemli olayı batıdan Haçlıların Anadolu coğrafya­sına girmesidir. Türkmenlerin doğudan bölgeye gelişlerinden çok kısa bir süre sonra 1096 yı­lında bu sefer Haçlılar batıdan geldiler. Bazı şehirlerin Müslü­man ve Türk olmayan yerli hal­kı da zaman zaman Haçlılara karşı Türkmen emirlerle birlik­te direndi. Selçuklu sultanları kadar Danişmendli ve Artuklu emirleri de savaştı. Türk emir ve beyler bazen birlikte savaşa girerken, kimi zaman da esirler için ödenecek fidyeyi paylaşır­ken birbirlerine düştüler.

13. ve 15. yüzyıllar

İkinci dönemi başlatan en önemli olay Moğolların batı­ya düzenledikleri seferler oldu. Moğol orduları önünden batıya çekilen Türkmenler Selçuklu sınırlarında toplandılar ve gi­derek Bizans topraklarına geçip yerleşmeye başladılar. Bu olgu Bizans ve Selçuklu hâkimiyetle­rinin zayıflaması yeni devletle­rin ortaya çıkması için gereken şartları hazırladı.

Haçlılar ve Moğol saldırı­ları arasında dünya tarihinin korkunç savaşları yaşanırken, beyliklerin birbirleri ile Selçuk­lularla, Bizanslılarla, Kilikya Ermeni krallığı ile de savaştığı­nı unutmamak gerekli. Yine de bu kargaşanın içinde farklı çev­reler birbirleri ile ciddi kültürel ilişkiler içerisinde girdiler. Kar­şılıklı olarak etkilendiler. Tüm coğrafyada farklı diller, kültür­ler, inançlar içiçe geçti.

Saltuklu emirlerine ait Erzurumdaki kümbetler

Bu dönemde Anadolu’da uzun bir yolculuk yapan İbn-i Batuta, Anadolu’nun kültürel çeşitliliğine, hoşgörüsüne çok şaşırmıştı. Ünlü seyyah, Aydı­noğlularının sarayında bir Ya­hudi hekimin gördüğü saygıyı hayretler içinde anlatır. Hatta Yahudi hekime kızıp mecliste hazır bulunanlara sitem ettiğin­de, yerli bey ve emirlerin söyle­diklerine bir anlam veremedik­lerini de ekler.

Sürecin değişik dönemle­rinde yaşayan Eflaki, Ulu Arif Çelebi, Aşık Paşa, Hacı Bayram gibi isimler dönemin edebiyat ve fikir hayatının önemli isim­leridir. Türkçe artık hem edebi hem dinî konularda kullanıl­maya başlanır. Aynı zaman­da Arapça ve Farsça yazılmış eserler de yavaş yavaş Türk­çeye çevrilir.Gezgin dervişler, ahiler, fütüvvet ehli Anado­lu’nun tamamında etkindir. Onlar için yapılan ve bu döne­min tüm devletlerinde görülen zaviyeli tabhaneli camiler der­vişlerin ve seyyahların konak­lamaları da düşünülerek ha­zırlanmıştır. Bu yapılar İslâm mimarisinde benzerleri pek ol­mayan, İslâm ibadethanesi çok farklı kurgulayan bir tasarıma sahiptir. Gezgin dervişlerin mi­safir edildiği bu mekânlar tüm coğrafya için bir iletişim mer­kezi görevi de görmüştür.

Anadolu devletlerinin sı­nırları modern dünyanın ülke sınırlarından çok farklı daha geçirgen ve belirsizdir. Sınırla­rın sık sık değiştiğini hatırla­mak gereklidir. Dervişler gibi şairler, yazarlar ve fikir adam­ları da bölge içinde hareket halindedir. Bunlar çalışmala­rını hangi devletin yöneticisi desteklerse orada kalmayı ter­cih ediyorlardı. Benzer şekilde yapı ustalarının ve sanatçıla­rın da geniş alanlarda rahatça hareket ettiğini gözlemlemek mümkündür. Sanatçılar Ana­dolu’nun her yerinde Suriye, Azerbaycan, Irak gibi ülkelerde de seyahat edebiliyor, sanatları ile ilgili etkinliklere katılabili­yorlardı.

Aydınoğullarının Balat İlyas Bey Camii.

Bu serbestliğin sağladı­ğı zenginlik çok etkileyicidir. Üretilen mimari eserler süsle­meler eşsizdir. Mimari süsle­menin en dikkat çekici özelliği, ana kurguda simetri, detay­da alabildiğine farklılaşma­dır. Yeni formlar ve tasarım­lar her yerde karşımıza çıkar. Dönemin mimarisinde yerel/ bölgesel özellikler baskındır. Kuzey-Doğu da Kafkasya Gü­ney-doğu da Suriye ve Irak et­kileri açık olarak görülür.

Batı Anadolu’da Bizans ve İtalyan kolonileri ile ilişkiler de unutulmamalıdır. Tüm etkiler ve farklılaşmalara rağmen tüm Anadolu’yu içine alan bir üst yaklaşımdan da bahsedilmeli­dir. Bu genel özellikler halı, ki­lim, maden, taş, seramik, ahşap tüm malzemelerde de devam eder. Yaratıcı yaklaşımlar adeta sürekli değişen ve hareketli, ka­otik ortamın kışkırttığı bir süre­ce işaret eder. Önce Selçuklular ve sonra Osmanlılar Anadolu’da “birliği” sağladıkça bu çeşitlilik azalmıştır.

Sanat tarihçisi Zeki Boleken ve İzzet Umut Çelik’in katkılarıyla oluşturulmuştur.

ANADOLU BEYLİKLERİ

Alaiye Beyleri (Alanya ve çevresi / 14. yüzyıl sonları)

Ankara Ahi Beyliği (Ankara ve çevresi / 1290 – 1354)

Artuklular (Mardin, Diyarbakır, Harput /1102 – 1409)

Aydınoğulları (Aydın / 1308 – 1426 )

Candaroğulları (İsfandiyaroğulları, Kastamonu, Sinop / 1292 – 1462)

Çobanoğulları (Kastamonu çevresi / 12. yüzyıl sonu – 1309)

Danişmendliler (Sivas, Malatya, Amasya, Tokat /1071 – 1178)

Dilmaçoğulları (Bitlis, Erzen /1192 – 14. yüzyıl sonu)

Dulkadiroğulları (Elbistan, Maraş / 1348 – 1521)

Eretnaoğulları (Sivas, Kayseri, Niğde / 1335 – 1381)

Ermenşahlar / Ahlatşahlar, Ahlat çevresi / 12. yüzyıl)

Eşrefoğulları (Beyşehir ve çevresi / 13. yüzyılın ikinci yarısı)

Eyyûbiler (Hasankeyf Kolu / 1232 – 1524, Silvan Kolu / 1185 – 1260 )

Germiyanoğulları (Kütahya / 1302 – 1429)

Hamidoğulları (Isparta, Eğirdir / 14. yüzyıl başı)

İnaloğulları (Diyarbakır ve çevresi / yaklaşık 1098 – 1183)

İzmir (Çaka/Çakan) Beyliği (İzmir çevresi / 11. yüzyıl sonu)

Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti (Sivas / 1381 – 1398)

Karamanoğulları (Konya-Karaman çevresi / 1228 – 1483)

Karasioğulları (Balıkesir / 1297 – 1360)

Ladik (Denizli) Beyliği /1261 – 1368)

Mengücekler (Divriği, Erzincan, Kemah /1072 – 13. yüzyıl sonu)

Menteşeoğulları (Muğla / 1282 – 1424 )

Mervaniler (Diyarbakır, Silvan / 983 – 1085)

Pervaneoğulları (Sinop çevresi / 1266 – 1322)

Ramazanoğulları (Adana, Tarsus / 1352 – 1608)

Sahib-Ataoğulları (Afyon, Denizli çevresi / 1275 – 1342)

Saltuklular (Erzurum / 1072 – 1202)

Saruhanoğulları (Manisa / 1313 – 1410)

Şeddadiler (Arran ve Doğu Anadolu / 951 – 1175)

Taceddinoğulları (Ordu, Bafra / 1348 – 1428)

BEYLİKLER DEVRİNİN ÜNLÜ SİMALARI

1. Danişmend Gazi (öl. 1085)

2. Artuk Gazi (öl. 1091)

3. Çaka Bey (öl. 1092)

4. Sökmen bin Artuk (öl. 1104)

5. Balak Gazi (öl. 1124)

6. Mama Hatun (öl. 12. yüzyıl)

7. İbrahim ibn Rezzaz el Cezeri (öl. 1206)

8. Karamanoğlu Mehmet Bey (öl. 1280)

9. Ulu Arif Çelebi (öl. 1320)

10. Yunus Emre (öl. 1321)

11. Aşık Paşa (öl. 1333)

12. Alaeddin Eretna (öl. 1352)

13. Dulkadiroğlu Zeyneddin Karaca Bey (öl. 1353)

14. Şemsettin Ahmet Eflaki (öl. 1360)

15. Kadı Burhaneddin (öl. 1398)

16. Germiyanoğlu Yakub Bey (öl. 14. yüzyıl ortaları)

17. Nefise Melek Hatun (öl. 1400)

18. Aydın kızı Hanzade Hatun (öl. 1419)

19. Enveri (15. yüzyıl)

20. Ahmed Şikari (öl. 16. yüzyıl)