10. yüzyıldan itibaren Anadolu coğrafyasına yerleşmeye başlayan konar-göçer Türkmen ve Kürt kökenli topluluklar, Anadolu Selçukluları öncesi ve sonrasında yerel devletler kurdular, sikke bastırdılar, benzersiz mimari eserlere imza attılar. Çatışmalara ve kaotik ortamlara rağmen çokkültürlü bir çeşitliliğin hüküm sürdüğü, ders kitaplarımızda “karanlık” veya “Osmanlılara hazırlık” diye okutulan ama aydınlık yüzyılların tarihi…
Türk tarihini bir bütün olarak yazmak arzusuyla 20. yüzyıl başlarından itibaren özel bir kurgu oluşturulmuştur. Genellikle Türklerin bir devleti olduğu ve bu devletin zaman zaman hanedan ve yönetici boyların değişimiyle isim değiştirdiği kabul edilir.
Bu silsile Hunlardan başlayan Göktürkler, Uygurlar’dan Müslüman Karahanlılara geçen ve nihayet Selçuklu ve Osmanlı devletleri ile Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanır. Aslında Cumhurbaşkanlığımızın forsunda da birer yıldız olarak tanımlanan bu devletlerin dışında da kurulmuş çok sayıda Türk devleti vardır. Sadece Anadolu’da 30 kadar Türk devleti kurulmuştur. Türkmenlerden oluşan orduları nedeniyle bu devletleri Türk olarak anmak adettir. Çoğunda hanedan da Türk kökenlidir. Ama Danişmendliler, Germiyanoğulları gibi bazı hanedanların kökenleri ile ilgili çok farklı bilgiler de vardır.
Hiç şüphesiz Anadolu’da Rum, Ermeni, Süryani gibi Hıristiyan, Kürt, Arap gibi Müslüman halklarla karışmalar ve ortaklıklar da yaşanmıştır. Hanedanların birbirleri ile olan akrabalık ilişkilerini takip etmek zordur. Ancak birbirlerinden kız alıp vermenin yaygın olduğu da anlaşılmaktadır.
Türkmenler kadar bölgenin bir diğer halkı Kürtler de bu coğrafyada devletler kurmuştur. Bunlardan Mervaniler, Türkmenler bölgeye girdiğinden kısa bir süre sonra, Şeddadiler ise 12. yüzyılın sonlarında kapanmıştır. Mısır ve Arabistan’da egemen Eyyubilerin kimi kolları Güneydoğu Anadolu ya da hâkim olmuşlardır. Özellikle Hasankeyf kolu 1462’de Akkoyunlular tarafından yıkılana kadar varlığını devam ettirmiştir. Devletin bütün kolları yok olduktan sonrada bazı yerlerde hanedan mensupları yönetici olmaya devam etmiştir. Kürtlerin bazı bölgelerde Türkmenler ile birlikte ilerlediği tahmin edilebilir. Ancak bu dönem ile ilgili veriler çok daha azdır. Küçük bölgelere ve bazı aşiretlere dayanan topluluklar bağımsız yaşasalar da, iktidar olmanın sikke darpetmek, hutbe okutmak gibi şartlarını yerine getirmemişlerdir. Farklı devletlere tâbi olarak bölgede kendi yönetimlerini devam ettirebilmişlerdir.
Beylikler çoğu zaman birbirleri ile mücadele etmiş ve birbirlerini ortadan kaldırmıştır. Bu Türk devletlerini ortadan kaldırma konusunda en büyük başarı ise, hiç şüphesiz Osmanlılarındır. Bu mücadelede devletler bazen gelin olarak alınan presesin çeyizi kabul edilerek düğün dernekle eğlenerek alınmış, bazen acımasız kanlı fetihler yapılmıştır. Ama bu konu araştırmalarda çok farklı ele alınır.
Ötekileştirilmiş, düşmanlarla yapılan savaşları anlatmak kolaydır. Asıl zor olan diliyle, diniyle, kültürüyle aynı olanla yapılan savaşın açıklanmasıdır. Genelde bu duruma şöyle bir çözüm bulunmuştur. Öncelikle bu devletler beylik olarak anılmış ve sanki küçük bir boşluktan yararlanılarak kurulmuş geçici, yerel hanedanlar gibi sunulmuştur. İki Türk devletinin mücadelesinde taraf tutmak herşeye rağmen zordur; bu durumda da Türk devletinin bütünlüğüne zarar veren “yaramaz kardeşler” olarak anılmışlardır.
Bu devletlerin kendilerine ait yazılı kaynakları azdır. Mimari anıtları, az da olsa vakfiyeleri, kitabeleri, sayısız sikkeleriyle tarihleri hakkında azımsanmayacak bir bilgiye ulaşılır. Bu devletler hiç de kendilerini küçük, yerel ve iktidara musallat olan yaramaz kardeş, hain gibi görmemiştir. Sikke basmış, hutbe okutmuş hükümdar unvanları kullanmış, anıtsal yapılar inşa ettirmiştir. Birbirleriyle ve komşu güçlerle ilişkiler içerisine girmiş, antlaşmalar imzalamış, ittifaklar kurmuş, zaferler kazanmış yani devlet olmanın bütün şartlarını yerine getirmiştir.
Osmanlı tarihçileri başlangıçta Osmanlılar ile denk olan, ama sonrasında büyüyen Osmanlı Devletince yutulan bu komşular için kararsızdır. Yine de bugün kullanılan yaklaşımı büyük ölçüde onlara borçluyuz. Osmanlı aydınları bu komşu devletlere karşı girişilen mücadeleyi açıklamak için özel formüller geliştirmişlerdir. Adeta Osmanlı hakimiyeti güçlendikçe buna siyasi, hukuki, dinî altyapıyı hazırlayan ilmek ilmek örülen bir yaklaşım gelişmiştir.
Önce Osmanlılar Selçukluların varisi gibi sunulmuş, rüyalar, vasiyetler, dervişler, evliyalar ile örülen bu müthiş kurguyla Osmanlıların hakkı olanı almak için makul bir mücadele verdiklerini iddia etmişlerdir. Cumhuriyet devrinde bu efsaneler, menkıbeler ile karışık etkileyici çözümlerin esası büyük ölçüde kabul edilmiş, ancak bu efsanevi unsurların yerine mantıklı siyasi, iktisadi, hukuki yaklaşımlar geliştirilmeye çalışılmıştır: Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı Devletleri ve bunlar zayıfladığında ortaya çıkan arsız kardeşlerin devlet bile olmayan yerel beylikleri!
Peki, ama bu yaklaşım hâlâ böyle mi olmalıdır. Bu devletler kuruldukları dönemin önemli siyasi, askerî, kültürel kurumlarını oluşturmuşlardır. Onların çağı birçok açıdan olağanüstü parlak ve etkileyicidir. Bu devletler Türklerin batıya göçünü sağlayan en önemli unsurlardan biridir ve dünya tarihinde çok özel bir yere sahiptir.
Türkiye tarihi açısından bakıldığında, Anadolu Türk devletleri iki dönemde yoğunlaşmıştır. Bunlar birinci ve ikinci beylikler dönemi gibi anlatılır. Birinci dönem yaklaşık olarak 11. ve 12. yüzyıllarda, Selçukluların beraberinde Anadolu’yu fethden beyler ve komutanların kurdukları devletlerin dönemidir. İkinci dönem ise 13. yüzyılın sonu 16. yüzyıl başı arasında tarihlenir.
İlk döneme damgasını vuran olay, kalabalık göçebe Türkmenlerin bölgeye girmesidir. Yeni göç bir yönü ile göçebelerin yerleşik kültürlere hâkim olmasıdır. Başlangıçta gelenler zengin şehirler yerine yaylaları geniş otlakları ele geçirmek için mücadele etmiştir. Kısa süre içinde Anadolu’da Bizans hâkimiyeti şaşırtıcı şekilde sona ermiş, zor hayat şartlarının iyi savaşçılar haline getirdiği Türkmenlerse kolayca geniş bölgeleri ele geçirebilmiştir.
Orta Asya’nın göçebeleri iyi süvariler ve çok başarılı okçulardı. Aile fertlerinin çoğu kadınlar ve çocuklar bile bu özelliklere sahiptiler. Daha geç kaynaklar savaşçı kadın ve kızlarla ilgili birçok bilgi verirler. Bu sayede askerî mücadele hızlı ve kesin bir şekilde sonra ermiştir. Anadolu’nun yerli halkı ile ilişkilerin seyrini takip etmek güçtür. Ancak Danişmendname, Saltukname gibi destanlar, daha geç kaleme alınan evliya menkıbeleri bize bu ilişkiler hakkında ipuçları verir.
Hiç şüphesiz çatışma vardır. Yine de şaşırtıcı bir ortak yaşam biçimi geliştirmek de mümkün olmuştur. Bu dönemin ikinci önemli olayı batıdan Haçlıların Anadolu coğrafyasına girmesidir. Türkmenlerin doğudan bölgeye gelişlerinden çok kısa bir süre sonra 1096 yılında bu sefer Haçlılar batıdan geldiler. Bazı şehirlerin Müslüman ve Türk olmayan yerli halkı da zaman zaman Haçlılara karşı Türkmen emirlerle birlikte direndi. Selçuklu sultanları kadar Danişmendli ve Artuklu emirleri de savaştı. Türk emir ve beyler bazen birlikte savaşa girerken, kimi zaman da esirler için ödenecek fidyeyi paylaşırken birbirlerine düştüler.
İkinci dönemi başlatan en önemli olay Moğolların batıya düzenledikleri seferler oldu. Moğol orduları önünden batıya çekilen Türkmenler Selçuklu sınırlarında toplandılar ve giderek Bizans topraklarına geçip yerleşmeye başladılar. Bu olgu Bizans ve Selçuklu hâkimiyetlerinin zayıflaması yeni devletlerin ortaya çıkması için gereken şartları hazırladı.
Haçlılar ve Moğol saldırıları arasında dünya tarihinin korkunç savaşları yaşanırken, beyliklerin birbirleri ile Selçuklularla, Bizanslılarla, Kilikya Ermeni krallığı ile de savaştığını unutmamak gerekli. Yine de bu kargaşanın içinde farklı çevreler birbirleri ile ciddi kültürel ilişkiler içerisinde girdiler. Karşılıklı olarak etkilendiler. Tüm coğrafyada farklı diller, kültürler, inançlar içiçe geçti.
Bu dönemde Anadolu’da uzun bir yolculuk yapan İbn-i Batuta, Anadolu’nun kültürel çeşitliliğine, hoşgörüsüne çok şaşırmıştı. Ünlü seyyah, Aydınoğlularının sarayında bir Yahudi hekimin gördüğü saygıyı hayretler içinde anlatır. Hatta Yahudi hekime kızıp mecliste hazır bulunanlara sitem ettiğinde, yerli bey ve emirlerin söylediklerine bir anlam veremediklerini de ekler.
Sürecin değişik dönemlerinde yaşayan Eflaki, Ulu Arif Çelebi, Aşık Paşa, Hacı Bayram gibi isimler dönemin edebiyat ve fikir hayatının önemli isimleridir. Türkçe artık hem edebi hem dinî konularda kullanılmaya başlanır. Aynı zamanda Arapça ve Farsça yazılmış eserler de yavaş yavaş Türkçeye çevrilir.Gezgin dervişler, ahiler, fütüvvet ehli Anadolu’nun tamamında etkindir. Onlar için yapılan ve bu dönemin tüm devletlerinde görülen zaviyeli tabhaneli camiler dervişlerin ve seyyahların konaklamaları da düşünülerek hazırlanmıştır. Bu yapılar İslâm mimarisinde benzerleri pek olmayan, İslâm ibadethanesi çok farklı kurgulayan bir tasarıma sahiptir. Gezgin dervişlerin misafir edildiği bu mekânlar tüm coğrafya için bir iletişim merkezi görevi de görmüştür.
Anadolu devletlerinin sınırları modern dünyanın ülke sınırlarından çok farklı daha geçirgen ve belirsizdir. Sınırların sık sık değiştiğini hatırlamak gereklidir. Dervişler gibi şairler, yazarlar ve fikir adamları da bölge içinde hareket halindedir. Bunlar çalışmalarını hangi devletin yöneticisi desteklerse orada kalmayı tercih ediyorlardı. Benzer şekilde yapı ustalarının ve sanatçıların da geniş alanlarda rahatça hareket ettiğini gözlemlemek mümkündür. Sanatçılar Anadolu’nun her yerinde Suriye, Azerbaycan, Irak gibi ülkelerde de seyahat edebiliyor, sanatları ile ilgili etkinliklere katılabiliyorlardı.
Bu serbestliğin sağladığı zenginlik çok etkileyicidir. Üretilen mimari eserler süslemeler eşsizdir. Mimari süslemenin en dikkat çekici özelliği, ana kurguda simetri, detayda alabildiğine farklılaşmadır. Yeni formlar ve tasarımlar her yerde karşımıza çıkar. Dönemin mimarisinde yerel/ bölgesel özellikler baskındır. Kuzey-Doğu da Kafkasya Güney-doğu da Suriye ve Irak etkileri açık olarak görülür.
Batı Anadolu’da Bizans ve İtalyan kolonileri ile ilişkiler de unutulmamalıdır. Tüm etkiler ve farklılaşmalara rağmen tüm Anadolu’yu içine alan bir üst yaklaşımdan da bahsedilmelidir. Bu genel özellikler halı, kilim, maden, taş, seramik, ahşap tüm malzemelerde de devam eder. Yaratıcı yaklaşımlar adeta sürekli değişen ve hareketli, kaotik ortamın kışkırttığı bir sürece işaret eder. Önce Selçuklular ve sonra Osmanlılar Anadolu’da “birliği” sağladıkça bu çeşitlilik azalmıştır.
Sanat tarihçisi Zeki Boleken ve İzzet Umut Çelik’in katkılarıyla oluşturulmuştur.
ANADOLU BEYLİKLERİ
Alaiye Beyleri (Alanya ve çevresi / 14. yüzyıl sonları)
Ankara Ahi Beyliği (Ankara ve çevresi / 1290 – 1354)
Artuklular (Mardin, Diyarbakır, Harput /1102 – 1409)
Aydınoğulları (Aydın / 1308 – 1426 )
Candaroğulları (İsfandiyaroğulları, Kastamonu, Sinop / 1292 – 1462)
Çobanoğulları (Kastamonu çevresi / 12. yüzyıl sonu – 1309)
Danişmendliler (Sivas, Malatya, Amasya, Tokat /1071 – 1178)
Dilmaçoğulları (Bitlis, Erzen /1192 – 14. yüzyıl sonu)
Dulkadiroğulları (Elbistan, Maraş / 1348 – 1521)
Eretnaoğulları (Sivas, Kayseri, Niğde / 1335 – 1381)
Ermenşahlar / Ahlatşahlar, Ahlat çevresi / 12. yüzyıl)
Eşrefoğulları (Beyşehir ve çevresi / 13. yüzyılın ikinci yarısı)
Eyyûbiler (Hasankeyf Kolu / 1232 – 1524, Silvan Kolu / 1185 – 1260 )
Germiyanoğulları (Kütahya / 1302 – 1429)
Hamidoğulları (Isparta, Eğirdir / 14. yüzyıl başı)
İnaloğulları (Diyarbakır ve çevresi / yaklaşık 1098 – 1183)
İzmir (Çaka/Çakan) Beyliği (İzmir çevresi / 11. yüzyıl sonu)
Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti (Sivas / 1381 – 1398)
Karamanoğulları (Konya-Karaman çevresi / 1228 – 1483)
Karasioğulları (Balıkesir / 1297 – 1360)
Ladik (Denizli) Beyliği /1261 – 1368)
Mengücekler (Divriği, Erzincan, Kemah /1072 – 13. yüzyıl sonu)
Menteşeoğulları (Muğla / 1282 – 1424 )
Mervaniler (Diyarbakır, Silvan / 983 – 1085)
Pervaneoğulları (Sinop çevresi / 1266 – 1322)
Ramazanoğulları (Adana, Tarsus / 1352 – 1608)
Sahib-Ataoğulları (Afyon, Denizli çevresi / 1275 – 1342)
Saltuklular (Erzurum / 1072 – 1202)
Saruhanoğulları (Manisa / 1313 – 1410)
Şeddadiler (Arran ve Doğu Anadolu / 951 – 1175)
Taceddinoğulları (Ordu, Bafra / 1348 – 1428)
BEYLİKLER DEVRİNİN ÜNLÜ SİMALARI
1. Danişmend Gazi (öl. 1085)
2. Artuk Gazi (öl. 1091)
3. Çaka Bey (öl. 1092)
4. Sökmen bin Artuk (öl. 1104)
5. Balak Gazi (öl. 1124)
6. Mama Hatun (öl. 12. yüzyıl)
7. İbrahim ibn Rezzaz el Cezeri (öl. 1206)
8. Karamanoğlu Mehmet Bey (öl. 1280)
9. Ulu Arif Çelebi (öl. 1320)
10. Yunus Emre (öl. 1321)
11. Aşık Paşa (öl. 1333)
12. Alaeddin Eretna (öl. 1352)
13. Dulkadiroğlu Zeyneddin Karaca Bey (öl. 1353)
14. Şemsettin Ahmet Eflaki (öl. 1360)
15. Kadı Burhaneddin (öl. 1398)
16. Germiyanoğlu Yakub Bey (öl. 14. yüzyıl ortaları)
17. Nefise Melek Hatun (öl. 1400)
18. Aydın kızı Hanzade Hatun (öl. 1419)
19. Enveri (15. yüzyıl)
20. Ahmed Şikari (öl. 16. yüzyıl)