Kardeşini/kardeşlerini, bunların erkek çocuklarını büyük-küçük, mazlum-masum demeden boğdurtmak, Osmanlı tarihinde cinayet değil, hanedanın sürekliliği için meşru ve gerekli sayılıyordu. Ancak özellikle 16. yüzyılın son çeyreğinde, 3. Murad ve 3. Mehmed dönemlerinde gerçekleşen “toplu katliamlar”, sonraki dönemleri de etkileyecekti.
İstanbul’un alınışından sonra, 1470’lerden 1850’lere kadar Osmanlı padişahlarının saltanat sarayı “Topkapu”da yaşanan töresel/törensel olaylar çok ve çeşitlidir. Cülus, muayede (bayram alayı), kılıç alayı, Selamlık Resmi (Cuma alayı), kadir alayı, Mevlid alayı, Zafer alayı, Sancak-ı Şerif İhracı, sürre alayı, Galebe (ulufe) Divanı, Hırka-i Saadet ziyareti, valide alayı, elçi kabulü, cihaz alayı, düğün alayı, Hıtan (sünnet) resmi, düğünler, velâdet (doğum) şenlikleri… Ayrıca törenlere koşut, padişah ölümlerinde cenaze alayı, saraya yönelik kıyamlar, sarayda çıkan yangınlar, padişahı tahttan indirme hatta öldürmeler, idamlar… Bunları anlatan kaynaklar, belgeler, yazılmış kitaplar, minyatürler, resimler; 19. yüzyılda da fotoğraflar, gazete haberleri, ayrıca anılar, hazinelerde saklanabilmiş eşya ve öteberi çoktur.
Bütün bu renkli-görkemli geleneklerin gerisinde saray entrikaları, boğdurma ve kafa kesmeler, vücudundan ayrılmış başların ibret taşlarında teşhir edilmesi, “kapuarası” denen karanlık kule zindanında, Balıkhane’de, Odunluk’ta uygulanan işkenceler, denize atmalar, sürgüne göndermeler, saraya özel “örfî” ceza ve infazlar da vardı. Bunların teşhiri veya gizlenmesi de yine Saray kararıydı.
Bugün dünyanın büyük müze saraylarından olan Topkapı’nın tarihinde, tahta çıkanın kardeş- kuzen şehzadeleri “saltanat paylaşılmaz” diye boğdurması meş’um bir gelenekti ama, kökleri Osmanlı Devleti’nin kuruluş evresine dayanıyordu. Kardeşini/kardeşlerini, bunların erkek çocuklarını büyük-küçük, mazlum-masum demeden boğdurtmak, Osmanlı tarihinde cinayet değil, hanedanın sürekliliği için meşru ve gerekli sayılıyordu. Aksi durum, taht ve saltanat hakkı gütmek, isyan edip tahta çıkmak veya devleti paylaşmaya kalkışmak demekti. “Tahtımda gözü var” diyerek oğlunu öldürten padişahlar dahi vardır.
Mehmed Zeki Pakalan’ın Maktul Şehzadeler adlı kitabındaki anlatılardan, taht uğruna mücadeleyi göze alıp yenilince boynunu kemende uzatan şehzadelere oranla, bebek-çocuk denmeden boğulan masumların daha çok olduğu sonucu çıkar. Bu bedbaht yazgının simgesi Fatih’in oğlu Cem Sultan değil, onun oğlu Oğuz olmalıdır: Kardeşi 2. Bayezid’e yenilerek önce Memlûk sultanına, sonra Rodos Şövalyeleri’ne, Papa’ya, en son Fransa Kralı’na sığınmış, taht ve hayat savaşımı, 14 yıl süren Avrupa’daki tutsaklığı, -olasılıkla zehirlenerek- ölümüyle noktalanmıştı. Bir hatırlatma: Fatih öldüğü (1481) sırada küçük oğlu Cem, Karaman Valisi; Cem’in oğlu Oğuzhan ise henüz çocuk ve İstanbul’daki Eski Saray’daydı. 2. Bâyezid, Cem’i yendikten sonra Oğuzhan’ı da boğdurtacaktı.
Osmanlı tarihinde, kurucu Osman Bey’den sonraki sultanlar arasında amcasını, kardeşini kuzenini, yeğenini saltanat paylaşımın önlemek gerekçesiyle savaşarak veya bir süre hapsedip sonra boğdurtanlar vardır. 16. yüzyılın son çeyreğinde ise, bu gerekçeyle açıklanması zor iki büyük şehzade katliamı vardır. İlkinde 5, ikincisinde 19 şehzadenin katledildiği hadiseler arasında 21 yıl vardır. Bu katliamlar, her iki dönemin de tanığı Selânikî Mustafa Efendi’nin eseri Selânikî Tarihi’nde özetle şöyle anlatılır:
15 Aralık 1574: 2. Selim bir kış günü 50 yaşında sarayda öldüğünde, hasekisi Nûrubânû’nun oğlu Murad, Manisa’dan gelesiye ölümü gizlerken; Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa da önlemleri alarak Hasan Çavuş’u Manisa’ya, Kılıç Ali Paşa’yı da bir baştarda ile Mudanya’ya gönderir. Haberi alan Şehzade Murad ise kestirme yoldan Mudanya’ya gelerek Kılıç Ali’yi beklemeden has adamlarıyla Feridun Bey’in 16 oturaklı forsa kalyete kayığına binerek 20/21 Aralık geceyarısı Sarayburnu’na gelir. Eniştesi Sokollu ile saraya çıkarlar. Hasoda’da iç biat yapılır. 3. Murad’ın ilk buyruğu, sarayda bulunan ve üvey kardeşleri olan 5 şehzadeyi o gece boğdurtmak olur. Ertesi 22 Aralık sabahı taht kurularak 3. Murad’ın cülus töreni, bundan sonra da sarayın Alay Meydanı’nda 2. Selim’in ve bahtsız 5 şehzadenin cenaze namazları kılınır.
Bu hadisenin ayrıntıları Selânikî Tarihi’nde, Hammer’in Osmanlı Tarihi’nde, Mehmed Zeki Pakalın’ın Maktul Şehzâdeler’inde ve başka kaynaklarda da okunabilir.
Bu taht değişikliğinin Topkapı Sarayı tarihi açısından önemi, 2. Selim’in İstanbul’da ve bu sarayda ölen ilk padişah; 5 şehzadenin boğulmasının da yine bu saraydaki ilk hanedan cinayeti oluşudur.
2. Selim’in oğlu/ardılı 3. Murad’ın ölümü ve sonrasına gelince… 1595’te Erbain ayı (21 Aralık-3I Ocak) soğukları Avrupa’yı, İstanbul’u, Anadolu’yu tutsak almıştı. Sadrazam Sinan Paşa orduyla Belgrad kışlağındaydı ve erzak-yem kıtlığı had safhadaydı.
İstanbul’da ise 15 Ocak günü 3. Murad, 21 yıllık saltanattan sonra 49 yaşında hastalandı; 3 gün yattı ve 4. gün ölüverdi! Belki de tarihin yazmadığı bir suikastın kurbanı idi. Başhasekisi Safiye Sultan’ı dul bırakmıştı ama, Topkapı Sarayı Haremi diğer hasekiler, kimileri hamile gözdeler ve yüzlerce cariye ile dolu idi. Aynı Harem’de 3. Murad’ın 27 kızı; adları bilinen ve en büyükleri 10-12 yaşında 19 şehzadesi vardı.
Harem’in ve Saray’ın tek hakimi Safiye Sultan, padişahın ölümünü vezirlerden bile saklamaya çalışarak, sadrazam vekili Ferhad Paşa’yla görüştü, anlaştı. Manisa’da vali olan veliaht oğlu Mehmed’in kış koşullarında gelmesi zaman alacağından İstanbul’da ayaklanma çıkması, hatta saraydaki şehzadelerden birinin tahta oturtulması olasıydı. Devamını, o sırada Saray’da müteferrika rütbesiyle görevli, tarihçi Selânikî’den özetleyelim:
“Padişah-ı zaman (3. Murad) ölmüştü ama gören-bilen yoktu. Türlü dedikodu dolaşa dursun Yeniçeri Ağası da cepheden geliverdi. Padişahın huzuruna çıkması gerekliydi. İçeriden (Harem) kendisine: ‘-soğukların şiddetinden, mesane sıkleti var, çıkamaz. Hekimlerin ilacıyla hamdolsun iyileşiyor, beklesin’ haberi ulaştırıldı. Oysa ‘maraz-ı mühlike hücumunda ıstırabı ziyade olmuş’ (komaya girmiş), ölmüştü. Bunu bilmez gibi davranan vezirler, günlük işler için Kubbealtı’nda toplanıyordu. Valide (Safiye) Sultan ise Kaymakam (sadrazam vekili) Ferhad Paşa ile görüşüp anlaştı. Bostancıbaşı Ferhad Ağa, mühürlü bir manzum mektup ve şehzadenin bildiği bir gümüş maşraba (nişane) ile ivedi gelmesi için Manisa’ya, Tersane’den de Korsan Ali Reis 2 kadırga ile Mudanya’ya gönderildi. İçeride (Harem) de 3. Murad’ın saraydaki şehzadeleri anneleri ile “muhkem” kapatıldılar. Bu önlemlere karşın padişahın öldüğü, Valide Safiye’nin gönderdiği mektup, küçük-büyük herkesçe duyulmuş, ezberlenmiş, dillerde idi!
Manisa’dan Mudanya’ya at koşturup Ali Reis’in İstanbul’a 4 gün gibi kısa bir zamanda Mudanya’ya, oradan da Ali Reis’in kadırgası ile İstanbul’a gelen Mehmed-i salis’e devlet erkanı sarayın taht kapısı önünde bi’at ettiler. Yeni padişah, babasının cenaze namazını kılıp saraya döndü. 3. Murad’ın Harem’de 27 kızı ile; Mustafa, Osman, Bayezid, Selim, Cihangir, Abdullah, Abdurrahman, Hasan, Ahmed, Yakub, Alemşah, Yusuf, Hüseyin, Korkud, Ali, İshak, Ömer, Alâeddin, Davud adlı 19 şehzadesi vardı. Şehzadelerin en büyüğü Mustafa 10 yaşında, ötekiler ise daha küçük, sabi idiler. Büyükçelerini, muallimleri Şair Nev’î Efendi itina ile terbiye ediyordu. Bunlardan en çok ümit veren Mustafa idi. Pederinin ölümünü haber alınca akıbetini düşünerek belki çare olur diye ağabeyine (3. Mehmed) şu mısralarla başlayan bir ağıt yazmıştı:
‘Nâsiyemde kâtib-i kudret ne yazdı bilmedim
Ah-kim bu gülşen-i âlemde her giz gülmedim’
3. Mehmed o gece kardeşlerini annelerinin kucaklarından aldırtıp işlenecek cinayet-katliam saklı kalsın diye duygusuz dilsizlere boğdurttu. Masum şehzadeler o gaddar hissiz cellatların elinde can verirken bedbaht validelerinin gözyaşları ve feryatları katillerin dikkatini bile çekmemişti. Her birini 4 baltacının taşıdığı kavuk ve sorguçlu tabutları vezirlerle saray memurları teşyi ettiler. 19 tabut Ayasofya avlusunda babaları (3. Murad) için hazırlanan türbe yerinin yanına defnedildiler”.
19 kardeşinin katili 3. Mehmed, karışıklıklar, idamlarla geçen 8 yıllık saltanatının son aylarında, kendi yetişkin oğlu Şehzade Mahmud’u da “Tahtımda gözü var!” suçlamasıyla boğdurmuş; diğer şehzadesi Ahmed’i de Celâlî Ayaklanmaları nedeniyle sancağa göndermemiş, sarayda tutmuştu. 14 yaşındaki Ahmed, babasının öldüğü 22 Aralık 1603 tarihinde sarayda cülûs etti. Bu da bir ilkti.
Bu yazı münasebetiyle belirtelim: Şehzadelerin ve Sultanefendi denen padişah kızlarının doğumları ve ecel ölümleri saray kaynaklı resmî-yazılı belge konuları olurken, boğulan şehzadeler için yazılı saray kaynaklı bir belge görülmüş değildir. Bu saray cinayetleri, dönemin ve sonraki tarihçilerin ruznâme ve tarihlerinden öğrenilebilir.
17.YÜZYIL
‘Saltanat babadan-oğula’ kuralın neden ve hangi koşullarda değişti?
Osmanoğulları saltanatında tahtın mutlaka babadan tek oğula geçmesi için kimi şehzadelerin boğdurtulması 1603’e kadar aksatılmadı. Bu dönemde devleti, 1. Osman’dan 1. Ahmed’e 314 yılda babadan oğula 14 padişah temsil etti. 1603’te 14 yaşında tahta geçen, 1617’de ölen 1. Ahmed’in yerine sözde bir Divan-ı Hümâyun kararı ile oğlu 2. Osman değil, o tarihe kadar varlığı bilinmeyen, Ahmed’in kardeşi akıl yoksunu Mustafa geçirildi. 3 ay sonra deli denilerek tahttan indirildi ve 2. Osman tahta çıktı. 2. Osman ise kısa saltanatında kardeşi şehzade Mehmed’i boğdurttu. Bu evrede bir kural değişimi ile “saltanat babadan oğula geçer” dönemi kapanmış; 2. Osman bu yeni kuralı berkitmek ve daha tehlikeli-korkutucu bir vurgu olsun diye kardeşini öldürtmüştü.
2. Osman da tahttan indirilip Yeniçerilerce öldürülecek, 2. Mustafa ikinci defa tahta çıkartılacak ve tekrar indirilerek hapsedilecekti. “Saltanat hukuku”nun değişmesiyle, önceki padişahlardan birinin oğlu ve yaşça ekber (büyüğü) şehzade olması koşuluyla, bu seçimi yapmak Divan’ın kararına ve şeyhülislâmın fetvasına bağlandı.