Her ne kadar binlerce yıllık dünya tarihinde benzer işlevlere sahip insanlar olsa da bu dedektiflik işleri, yakın zamanın işleri. Tabii dedektif dendiğinde çoğumuzun aklına, Sherlock Holmes gibi zeki, ince ayrıntılardan sonuca ulaşan, analitik zekasına şapka çıkartılan bir tür kahraman geliyor. Yıllar yılı nice roman, film ve dizi, kötülere karşı zekaları ve yumruklarıyla savaşan özel dedektif tiplemesini aklımıza kazımış çünkü. Ama pek de uzun sayılmayan özel dedektiflik tarihine baktığımızda özel dedektiflerin imrenilesi kahramanlar değil, eve sokulmayacak, hatta bırakın selamı, yağmurlu havada su bile verilmeyecek adamlar olduğunu görüyoruz.
Aklımda kaldığı kadarıyla bu özel hafiyelik 19. yüzyılın ilk yarısında Fransa’da başlıyor. Dünyanın ilk dedektiflik bürosunu François Vidocq diye bir arkadaş açıyor. Özgeçmişi genç yaşta hırsızlıkla başlıyor, dolandırıcılık, sahtecilik, yağmacılık, katillik falan derken mahpuslukla devam ediyor. Vidocq, hapisten muhbirlik yapma sözüyle kurtuluyor ve sanki hapisten kaçmış gibi gösterilerek İtalya’ya gidiyor. İtalya’ya giden başkası olabilir, orasını karıştırdım galiba ama bir şekilde Napolyon’un emriyle ilk gizli polis teşkilatını kurma şerefi de bu Vidocq’a kısmet oluyor. Bu gizli polis teşkilatı da büyük oranda abinin hapishane arkadaşlarından oluşuyor. Vidocq bu işi uzun yıllar yaptıktan sonra istifa edip 1830’larda falan dünyanın ilk özel dedektiflik şirketini kuruyor ve
personelin tamamını yine eski suçlular oluşturuyor. Artık ondan sonra şantaj mı istersiniz montaj mı, aklınıza ne gelirse arkadaştan soruluyor. Ama bir zaman sonra politik bağlantıları onu korumaya yetmiyor ve şirketi kapatmak zorunda kalıyor.
Hemen hemen aynı dönemde, okyanusun diğer tarafında bir dedektiflik şirketi daha kuruluyor. Adı filmlere, hikâyelere ve şarkılara konu olan, bizim genellikle Red Kit’ten tanıdığımız meşhur Pinkerton Dedektiflik Ajansı bu. Şirketi kuran Alan Pinkerton ağırlıklı olarak fabrikalara hizmet veriyor ve dedektiflerini işçilerin arasına sokarak, işçilerin grev hazırlığında olup olmadığı gibi konularda bilgi sağlıyor. Ama Pinkerton asıl ününe Lincoln sayesinde kavuşuyor.
Pinkerton ve adamları, halkı selamlamak üzere Ortabatı’dan Vaşington’a doğru yola çıkan Lincoln’e, mola vermeyi planladığı Baltimore’da suikaste uğrayacağını haber ediyorlar. Her nasılsa Pinkerton’ın şehre yerleştirdiği birkaç ajan birtakım söylentiler duymuş, sonra kendileri de Lincoln karşıtıymış gibi yapıp karşıtların güvenini kazanmış ve suikaste dair bütün planları öğrenmişler. Yalnız ismini verdikleri kimse de ortalıkta yok.
Lincoln’ün etrafındakiler daha sonra Pinkerton’ın yalan söylediğini bildiklerini ama riske girmemek için tavsiyesine uyup Baltimore’u pas geçtiklerini söyleseler de, Pinkerton dedektiflerinin ünü yayılıyor bir kere. Ve ilginç bir şekilde hep benzer başarılar elde ediyor Pinkerton. İşçilerin arasına soktukları ajanlar dev tehlikelerle ilgili raporlar hazırlıyor, aynı ajanlar bazen işçiler greve gittiklerinde işçiymiş gibi polise ya da grev kırıcılara silah sıkıyor ve, iddialar doğruysa, bazı işçi liderlerini ve sendikacıları da öldürüyor. Eh, hiç de Sherlock Holmes’a benzemiyor, öyle değil mi?
Yani öyle özel dedektif denildiğinde aklımıza hep polisin içinden çıkamadığı cinayetleri çözen adamlar falan geliyor ya, aslında tam tersi; bizzat polisin içinden çıkamadığı cinayetleri yaratan adamlar bunlar kimi zaman. Sherlock Holmes’a can kurban tabii, o ayrı ama aklımda kalanlardan yola çıkarak özel dedektifin eve sokulmaz bir şahıs olduğunu iddia etmeye hiç çekinmiyorum doğrusu.