Kasım
sayımız çıktı

Pazara kadar değil, mezara kadar…

Geçen ay Roma’da atlı araba yarışları ve takım taraftarları arasında­ki bitmek tükenmek bilmeyen mücadele konusunda bir şey­ler karalamıştım; bazı okurlar “Kardeş, hep Roma hep Yunan, bu dünyada başka medeniyet mi yok” diye sitem ettiler. Doğ­rusu haklılar. Evet, “dünya ta­rihi” dendiği zaman sadece be­nim aklımda kalan değil, kitabî olarak anlatılan da hep Antik Yunan ve Roma’nın hikâyele­ri ya, nasıl ki dünya çizgi çizgi değilse, sadece Avrupa’dan iba­ret de değil. Dünya tarihi Avru­pa’nın hem batısında hem de doğusunda aynı şekilde akmaya devam ediyor elbette. Ha nedir, Doğu’yu yine az çok biliyoruz da, Olmek, Aztek, Maya gibi ka­dim Batı medeniyetleriyle ilgili bilgimiz çizgi film düzeyinde seyrediyor. Yani en azından be­nimki öyle, şimdi kimse­nin günahını almayayım ve “Güneşin Oğlu Este­ban” çizgi filminden öğrendiklerimle de bir şeyler yaz­maya çekiniyorum açıkçası.

Ama az da olsa onların ta­rihleriyle ilgili bir-iki satır oku­muşluğum, haklarında verilen derslerde uyumuşluğum var. Bunlardan ilki en eski ama en son keşfedilmiş, varlığının far­kına en son varılmış olan Ol­mekler.

Aklımda kaldığı kadarıyla, tıpkı Roma’da olduğu gibi Ol­mek dünyasında da spor var ve bir hayli de önemli. E sporun olduğu yerde de hâliyle yen­mek de var, yenilmek de. Yal­nız hatırlarsanız Roma’da spor takımlarına olan taraftarlık, günümüzde kimi arkadaşların yaptığı gibi, “pazara kadar de­ğil, mezara kadar” biçimiydi ve buna karşılık tıpkı günümüz­de olduğu gibi takımların yıldız sporcuları, “Ben profesyonelim, geleceğimi düşünmem lâzım” diyerek hangi takım daha fazla para verirse rahatlıkla o takı­ma transfer olabiliyordu ya, işte Olmek arkadaşlara baktığımız zaman, üç aşağı beş yukarı bunun tam tersini görü­yoruz.

Öncelikle Ol­mek dünyasında yanılmıyorsam en önemli spor dalı günümüz­deki voleybol, tenis ve fut­bolun karışımı olan bir tür top oyunu. Takım­lar topu birbir­lerinin sahasına atıyor, onlar da bedenlerinin bir parçası ve genellikle de kal­çalarıyla topu karşılayarak geri gönderiyorlar. Tabii şimdi böy­le anlatınca kakara kikiri, eğ­lenceli bir oyun gibi geliyor ku­lağa ama benim aklımda kaldığı kadarıyla işin sonu pek öyle eğ­lenceli değil.

Artık nasıl skor tutuyorlar, maç nasıl kazanılıyor bilmiyo­rum ama Olmek dünyasının bu favori sporunda taraftarlar ta­kımlarını mezara değil, pazara kadar, sporcuların en az yarısı da takımlarını pazara değil, me­zara kadar tutuyorlar. Tabii as­lında burada kilit nokta, Olmek sporu için pazar ve mezarın ay­nı anlama geliyor olması, zira Olmekler, heyecanla izlenen bu müsabakaların ardından kaybe­den takımı tanrılara kurban edi­yorlar. Dolayısıyla kaybeden ta­kımı tutan taraftarlar, o takımı bir daha tutamıyor, o takımdaki oyuncular başka takıma trans­fer olamıyor. Evet, gördüğünüz gibi Olmeklerde sporculuk zor iş, iki gol yediğin zaman “Ucun­da ölüm yok ya” diyemiyorsun.

Tabii bu durumda taraf­tarlık bağları da çok kuvvetli olmasa gerek diye düşünüyo­rum ve sadece bu bile Olmek­leri Romalılardan ve günümüz dünyasından bir adım öne çı­karıyor. Ama işte o kaybeden takımın kafasını kesip tanrıla­ra kurban etme olayı işi bozu­yor, o konuda insanın Olmekle­ri kınayası geliyor ama yapacak bir şey yok. Görünen o ki artık bunlar mı görmezden gelmiş, arada bir yanlışlık mı olmuş bilinmez, Olmekler mağlup takımın oyuncularını kurban ederken Olmek tanrıları insa­fa gelip “Yav durun, alın bunu kesin” diye bir lama falan gön­dermemiş. Ha belki jaguar gön­dermişlerdir ama öyleyse de Olmeklere hak vermemek elde değil. Kim yakalayacak jaguarı da kurban edecek?