Kasım
sayımız çıktı

Sağlıkta Şiddet

Konya’da bir hasta yakınının kurşunlarıyla hayatını kaybeden Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ekrem Karakaya, sağlık çalışanlarının özellikle pandemi döneminde artan güvenlik endişelerini çok acı bir şekilde gündeme taşıdı. Ancak sağlıkta şiddet sorunu ne bu olayla başladı ne de tek bir cinayetle sınırlı. Türkiye’de konuyla ilgili istatistiklerinin tutulmaya başlandığı 2012’den bu yana 10 yılda 110 bini aşkın şiddet vakası bildirildi; dünyada da benzer bir eğilim yükselişte. Tarih boyunca “el kalkmaz” denen, kutsal kabul edilen bir mesleğin, bağımsızlığını kaybedip sistemin içine dahil edildikçe şifa verdikleriyle değişen ilişkileri ve itibarsızlaştırma…

Türkiye’de sağlıkta şid­det istatistiklerinin tutulmaya başlandığı 2012’den bu yana 10 yılda 110 bini aşkın şiddet vakası bildiril­di; sağlıkta şiddeti gösteren Be­yaz Kod verilerine göre bu, gün­de ortalama 80’den fazla şiddet vakası demek. Şiddet bildirim­lerinin sayısı 2020’de 11.942 iken, 2021’de 29.826’ya yükseldi. Türk Ta­bipleri Birliği’ne göre ise hekim­lerin yüzde 84’ü meslek hayatla­rında en az bir kez fiziksel veya sözel şiddete uğrasa da sadece yarısı bunu gerekli mercilere bildirdi. Dolayısıy­la gerçek rakamla­rın çok daha yüksek olduğu tahmin edi­liyor.

Vakaların bildiril­memesi bir yandan çok daha acı bir tablonun göstergesi: Sağlık hizmetlerin­de şid­det, neredeyse mesleğin doğal bir uzantısı, kabullenilmesi ge­reken ayrılmaz bir parçası ola­rak görülüyor. Hastane ortamı­nın yarattığı stres, anestezi ya da uyuşturucu/uyarıcı madde etkisi, kötü bir haber almanın getirdiği üzüntü gibi nedenlerle ortaya çıkan gerginliğin zaman zaman sağlık çalışanlarına yan­sıması bir “insanlık hâli” olarak kabul edilebilse ve bu durum­lar çoğunlukla kontrol altın­da tutulabilse de son dönemde sağlıkta şiddetin hem sıklığını hem de derecesini artıran yapı­sal nedenler üzerinde de duru­luyor. Örneğin sağlıkta dönü­şüm programının açıklandığı 2002’den bu yana, devlet sağlık hizmetinin sağlayıcısı olmaktan denetleyicisi olmaya doğru ge­çerken, ölümle sonuçlanan sağ­lıkta şiddet vakalarında görülen artış, dikkate değer bir veri.

6 Temmuz 2022’de Konya Şehir Hastanesi’nde bir hasta yakınının silahlı saldırısı sonucu öldürülen Dr. Ekrem Karakaya.

Aslen sağlık çalışanlarının değil, sağlık sisteminin yarattı­ğı sorunlar olan uzun bekleme ve daha kısa muayene süreleri, zor bulunan randevular, artan hastane faturaları, riskli çalış­ma ortamının sağlıkçılara getir­diği stres ve aşırı yorgunlukla bozulan hasta-doktor ilişkisin­den sağlık çalışanları da en az hastalar kadar etkileniyor. Yet­kililerin açıklamaları ise bu so­runların ortaya çıkardığı öfkeyi, bu ortamın doğrudan mağduru olan doktorlara yöneltiyor. Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın Türk Tabipleri Birliği toplantı­sında doktorların önünde “He­kimlerin eli hastaların cebinde” şeklinde konuşması; dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdo­ğan’ın “Hekim efendinin döne­mi bitti” ya da yakın dönemde yaptığı “Çeksinler, gitsinler” gi­bi açıklamalarına paralel olarak artan sağlıkta şiddet vakaları, hekimin itibarının onun koru­yucu kalkanı olduğunu daha net anlamamızı sağladı. Birçok he­kim, tarih boyunca otonom bir şekilde çalışma imkanına sahip yegane mesleklerden olan dok­torluğun itibarsızlaştırılma­sının, sağlığın özelleştirilmesi sürecinde onu işçileştirmeye ve sermaye önünde engel olması­nı önlemeye yönelik bir hamle olduğunu düşünüyor. Doktorlar bu ortamda, bazen çok büyük zorluklarla aldıkları eğitimle­rine baştan başlamak pahasına yurtdışına göçüyor; idealleri­ni sorguluyor; devam edenlerse pandemi süresinde balkonlar­dan alkışlanan fedakarlıklarının ne kadar hızlı unutulduğunu her an hatırlayarak umutsuzluk ve mutsuzluk içinde meslekle­rine devam ediyor.

Şiddete karşı G(Ö)REV Dr. Ekrem Karakaya’nın ölümü büyük tepkiye neden olurken Türk Tabipleri Birliği’nden iki günlük grev kararı geldi. “Şiddete karşı 7-8 Temmuz’da G(ö)REV’deyiz!” çağrısıyla Türkiye’nin bütün şehirlerinde sağlık çalışanları eylemlerinde “Artık Yeter” dediler. Eyleme müdahale eden polis fenalaşınca yine protestoya katılan doktorlar tarafından ilk müdahalesi yapıldı.

Üstelik hastanın yüksek ya­rarı yerine kâr sağlamayı ön­celeyen neoliberal zihniyetin hekimlik değerlerinde yarattı­ğı erozyon, küresel bir sorun. Dünya verilerine bakıldığında sağlıkta şiddetin tüm dünyada, özellikle pandemi sonrasında yayılması da bununla bağlantılı olarak okunabilir. Küresel çap­ta, meslek hayatının bir nok­tasında fiziksel şiddete maruz kalan sağlık çalışanlarının oranı yüzde 8-38 arasında değişse de psikolojik şiddet vakaları dahil edildiğinde bu rakamlar çok da­ha yukarılara tırmanıyor. Çatış­ma, felaket, pandemi bölgele­rinde görev yapanlar için risk­ler iyice yükseliyor; şiddet bu bölgelerde kollektif ve siyasi bir özellik de gösterebiliyor. İklim krizinden kirliliğe, gıdalardaki bozulmadan stres ve hareket­sizliğe, sağlığımızı bozan fak­törler artarken, bunun sorum­luluğunu doktorların omuzla­rına yüklemek, dünyanın her yerindeki karar vericiler için en kolay yol.

Halbuki henüz tıbbın bir bi­lim hâline gelmediği şifacılık günlerinden bu yana, iyileşti­renler “kutsal” kabul edilmiş, savaş sırasında dahi “dokunul­maz” addedilmişti. Yakın zama­na dek hastanelerin kapılarında güvenlik görevlileri, metal de­dektörleri olmasına gerek bile duyulmaması, “Hekime el kalk­maz” kaidesinin en ücra köyden en büyük hastaneye her yere ya­yılmış olmasının eseriydi. Has­talar, daha uzun, daha sağlık­lı yaşamalarına yardımcı olan doktorları el üstünde tutarken, doktorlar da hastane CEO’ları­na, performans kriterlerine, si­gorta ve ilaç şirketlerine değil, mesleklerinin Hipokrat yemi­niyle korunan ilkelerine bağlı olarak görevlerini yapabiliyor­lardı.

Bu ay ölümle hayat arasın­daki ince çizgiye, hayat lehine yön verebilen sağlık çalışan­larının itibarının köklerini, bu itibarın tarih boyunca en zor koşullar altında yapılmış hangi fedakarlıklarla hak edildiğini ve hangi koşullar altında aşınma­ya başladığını mercek altına alı­yoruz. Yaşatanları yaşatmanın önemini bir kez daha hatırla­mak için…

Deniz Kaynak