10. yüzyılda henüz İslâmiyet’e geçmemiş Türkler monoteist bir inanca sahipti. Kültigin Yazıtları’ndaki “zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu hep ölmek için türemiş” ifadesi, 8. yüzyılın başlarında bile Göktürkler’in ölümsüz ve evrensel bir tek Tanrı anlayışına işaret eder. Ne Osmanlı Devleti’ni ne de önceki Türk devletlerini kuranlar şaman inancına sahiplerdi.
Bugüne kadar Şaman inancı (şamanizm), ısrarla “en eski Türk dini” olarak anlatılagelmiştir. İçinde totemci ve animist ögeler bulunan şamanizm, geniş anlamda yüzlerce çeşit pratiği ile Kuzey Avrupa’dan Kamçatka’ya kadar uzanan devasa bir coğrafyanın inanç sistemidir. (Totemizm, çoğu tarihçi ve felsefeci tarafından “en ilkel din”i olarak görülür; bu inanç sisteminde, adına klan (Türkler’de boy) denilen insan kümeleri kimi kutsal yaratıklara ya da kutsal nesnelere saygı gösterir. Animizm (canlıcılık) ise, doğada insan ve diğer canlıların ruhları bulunduğuna inanan dindir).
Geniş olarak düşünüldüğünde, özellikle Kuzey Avrupa ve Batı Avrasya’da açığa çıkarılan tarihöncesi mezarların kimilerinde hayvan, özellikle geyik kemikleri saptanmıştır. Totemizm etkili bir inanca işaret eden bu gömüler, şamanizmin kökeninin Üst Paleolitik Dönem’e (MÖ 12 bin) kadar geriye gittiğine işaret eder. Geyiklerin doğal döngüleriyle bağlantılı karmaşık ritüelleri yansıtan ölü gömme gelenekleri, Mezolitik (MÖ 5 bin) ve Neolitik (MÖ 4 bin) dönemlerde de devam etmiştir. Hayvan kemikleri ile birlikte gömüldüğü anlaşılan bireylerin mezarları, tarihöncesi dönemlerde Kuzey Avrupa ve Batı Avrasya’da totemizmin şamanist bir dönüşüme uğradığını göstermektedir.
Kökeni 14 bin yıl önceye uzanan şamanizm, daha dar olarak düşünüldüğünde bozkır sahalarındaki ortak dinsel pratiklerdir. Totemist ve animist bulgular Proto-Türkler’deki ruhçuluk ve totemciliğin varlığına dair önemli ipuçları sunmasının yanında; şamanizmin ortaya çıktığı bölgelerden Batı Avrasya’nın bir parçası olan Hazar Denizi’nin kuzey ve kuzeybatısındaki Proto-Turan kümelerinde de inanç başlangıcına işaret eder. Gökyüzünün, şekli bakımından dikkati çeken bir kaya kütlesinin, görkemli bir tepe veya bir dağın hatta bir ağacın bile totem olarak saygı gördüğü anlaşılmaktadır. Türkler’in İslâmiyet’e kadar yaşamış oldukları Tengri inancında (Tengricilik), büyük ve görkemli her şeyi Tengri olarak adlandırmaları, totemciliğin evrilmiş bir formu gibi görünmektedir.
Erken dönem Türkologların değerlendirmesi, tarihsel ve güçlü bir “Türk şamanizmi” olduğu yönündeydi. Oysa ki “Türk şamanizmi” denilen ruhani sistemin, şaman inançlı kuzey halklarıyla Protohistorik Dönem Türk silsilesi olan Sintaşta-Andronovo-Saka-Hun-Göktürk- Oğuz/ Türkmen kümeleri arasında bozkırda gerçekleşmiş temaslarla oluştuğu gözlenmektedir. Sözkonusu temaslar Proto-Türk ve Türk kümelerini belli ölçüde de olsa etkilemiş ve kimi şamanist geleneklerin sahiplenilmesine yol açmıştır.
Bu bilimsel gerçeklerin tipik bir örneklemesi yakın geçmişte Türkiye’de yaşanmış olmasına karşın, sözkonusu hadise konunun uzmanı hiçbir biliminsanının dikkatini çekmedi. Bilecik ili, Söğüt ilçesi, Borcak Köyü’nde bulunan ve Ertuğrul Gazi’nin silah arkadaşı İsa Sofi’ye (İsa Sofu, İsa Dede) ait olduğu iddia edilen bir Erken Osmanlı Dönemi türbesi ile ilgili gelişmeler; ülkemizde şamanizm ile ilgili yapay hatta sahte seviyeyi bizlere gösterdi. 14. yüzyıl başlarında inşa edildiği düşünülen İsa Sofi Türbesi’ne 2016’da yapılan defineci saldırıları sonucunda gerçekleşen tahribatların ardından, restorasyon ve konservasyon süreci başlatılmıştı. Bu süreçteki sıva raspası sırasında açığa çıkan kalem işi benzeri bir teknikle yapılmış şematik bezemelerin Anadolu’daki türbe bezemelerinden farklılık göstermesiyle, İsa Sofi Türbesi ilgilerin odağı haline geldi. Çoğunlukla koyu kırmızı bir boya uygulanarak ve tüm iç mekanı kullanarak yapılmış kompozisyonların, şamanist inancı taşıyan insanlar tarafından “Gök Tanrı Dini”ni yansıttığı, bazı akademisyenlerce büyük bir özgüven ile dile getirildi.
Sözkonusu akademisyenlerin ikonografi uzmanlığı (!) ile kompozisyonun evreni tasvir ettiği; yeraltı ve yerüstü olarak ikiye ayrılmış olduğu; yukarıdaki 17 katın ışık âlemi olarak göğü meydana getirdiği; aşağıdaki 7 ya da 9 katın ise yeraltı yani karanlıklar âlemi olduğu; bu iki kat arasında ise hayatın devam ettiği yeryüzünün bulunduğu, akademik bir dergide yayımlanan makalenin konusu oldu. Hatta kompozisyonda iki gemi tasviri olduğu; bunların ölenin ruhunu alıp gökyüzünün 16. katındaki Ülgen’e götürdüğü; 17 denizin birleştiği yerin Talay Kan’ın evi olduğu gibi şaşırtıcı saptamalar da yapıldı. Sonuçta da o “çok önemli” soru soruluyordu: “Osmanlılar’ı kuranlar da şaman mıydı?”
Kültür ve Turizm Bakanlığı uzmanları; 2023’te İsa Sofi Türbesi’nden tarihleme amacıyla aldıkları harç, sıva ve boya örnekleri üzerinde analizler yaparak, iç mekanı kaplayan kompozisyonların 18. veya 19. yüzyılda, yani türbenin inşaından 300-400 yıl sonra yapıldığını kanıtladı. Bu durum, doğal olarak İsa Sofi Türbesi kompoziyonlarının şamanizmle bir ilgisinin bulunmadığını; sözkonusu bezemelerin dikkatli olarak incelenmediğini de ortaya koydu.
Sonuç olarak ne Osmanlı Devleti’ni ne de daha önceki Türk devletlerini kuranlar şaman inancına sahiplerdir. Proto-Türklüğün bilinen başlangıç noktalarından olan Sakalar ile (Doğu İskit) başladığı anlaşılan ve kökeninde totemcilik bulunan tengriciliğin, bugüne kadar bilinçli olarak eklemlenmiş şamanizm ögeleri ile birlikte yapay bir inanç olarak kamuoyu ve topluma sunulmaya çalışıldığı; bununla da yetinilmediği, İslâmi dönemlerin bile bu düşünce yapısına uydurulmaya çalışıldığı gözlenmektedir. Tapınağı, heykeli ve sunağı olmayan tengricilikte, ibadet etmek için bir aracıya yani ruhbana da ihtiyaç duyulmamıştır. Kamların eski Türkler arasındaki mevcudiyetleri dinsel temelli değil, şifacı ve büyücü özellikleri ile olmuştur. Ruhlarla iletişim kuran, büyü yapan, büyü bozan, hasta iyileştiren ve fal bakan kamların Tanrısal bir yetkisi yoktu. Oysa Türkler’in her dönemde Tanrı inançları vardı.
Kültigin Yazıtları’nda geçen “zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu hep ölmek için türemiş” ifadesi, 8. yüzyılın başlarında Göktürkler’in ölümsüz ve evrensel bir Tanrı anlayışına sahip olduğuna işaret eder. Türkler’in, tengri inancına şahit olan İbn Fadlan, Oğuzlar’dan birinin başına hoş olmayan bir iş geldiğinde, başını göğe doğru kaldırıp “Bir Tengri” dediğini aktarır. Bu aktarımın ışığında, 10. yüzyılda henüz İslâmiyet’e geçmemiş Türkler’in monoteist bir inanca sahip oldukları anlaşılmaktadır. Ayrıca İbn Fadlan’ın herhangi bir mabet veya din adamından bahsetmemiş olması, şamanların bulunmadığı bir Gök Tanrı dininin varlığı için dolaylı bir doğrulamadır.