Modern savaşların özellikle askerî-siyasi nedenleri, sonuçları incelenir. Aslında her savaş alanı, tarafların yakın iletişime girdiği birer kültürel alışveriş meydanıdır da. Cephelerde doğan sözcükler ve deyişler, takılan lakaplar, kullanılan kısaltmalar, yapılan espri ve yakıştırmalar, yaşanan anekdotlar tarafların ortak hafızalarında yer eder, insanlık kültürünün birer parçası haline gelirler. İşte 19. ve 20. yüzyıl savaşlarından bir seçki…
Bilenlerin bildiği gibi “hooker”, ABD’de “hayat kadını” için kullanılan bir tabirdir. Kökeni, Amerikan İç Savaşı sırasında Kuzeyli General Hooker’ın Washington’da, o zamanlar boş olan Pennsylvania Avenue üzerinde, askerler için kurduğu özel dinlenme tesisine dayanır. General Hooker’ın adı, askerler için kurduğu bu tesisle ölümsüzleşmiş.
İşte bunlar zamanla unutulur. Ama bazı laflar vardır ki savaştan çıkıp günlük hayatımıza girmiştir ve nereden geldiğini bilmeyiz. Bir de savaşan askerin keskin bir mizah anlayışı vardır; kulaktan kulağa yayılır, kimi zaman anonim folklorun bir parçası olur. Neredeyse 60 yıldır savaş tarihinin çok meraklı bir okuyucusu olarak, bunların bir kısmını aktarmak isterim. Sonuçta savaşlar sadece komutanların zekasından veya budalalıklarından ibaret değil.
BISTRO
Rus ‘çabuk’ dedi, Fransız ‘lokanta’ anladı
Bistro, 19. yüzyılda standart yemekleri servis eden nispeten küçük lokanta-barları tanımlayan bir isim oldu. Bunun, Napoléon savaşlarının son aşamasında Paris’e yürüyen Rus askerlerinin girdikleri hanlarda “bystro, bystro” yani “çabuk, çabuk” diye bağırmalarından esinlendiği kabul edilir. Ruslar, Moskova’yı yakan Fransızları böyle hizmete koşturup intikamlarını almışlardı.
VERDI
Operada atılan üstü kapalı slogan
19. yüzyılda İtalyan Birliği kurulurken İtalyanlar operada “Viva Verdi” diye bağırıyordu. Buradaki Verdi, aslında ülkenin birliğini temsil edecek olan Sardinya Kralı’na atfen söylenen “Viva Vittorio Emmanuelle Re d’Italia” (Yaşasın İtalya kralı Vittorio Emmanuelle) deyişinin başharflerinden oluşuyor, bu coşkulu sloganı gizliyordu. Özellikle de o sırada hâlâ Avusturya işgalinde olan kuzey kentlerindeki temsillerde, işgalci subay ve bürokratlar İtalyanların bu bağırtılarına, suratları kıpkırmızı bir şekilde tahammül etmek zorunda kalıyorlardı.
CAFE
Kahve değil faşist kısaltma
20. yüzyıla gelindiğinde bir başka akronim İspanya’da ortaya çıktı. 1933 yılında İspanyol faşist hareketi ortaya çıktıktan sonra, anarşistlerin ve komünistlerin nümayişlerine karşı faşistler sokağa dökülüp “Cafe, Cafe” diye bağırırdı. Buradaki “Cafe” sözcüğü “Yoldaşlar, İspanyol falanjı geliyor” anlamını taşıyan “Camerados, arriba el falange Espanola”sözlerini temsil ediyordu.
GATO (GATEUA)
Hem saldırıyor hem pasta istiyorlar!
Eski savaşlardan birinde güney Almanyalı askerler “get to” (hakkından gelmek, canına okumak) manasında bağırırken, aksanlarından dolayı bu “gat to” haline geliyor ve uzaktaki Fransız komutanın kulağına “gato” yani “gateaux”(pasta) olarak yansıyordu. Onun “bunlar niçin pasta istiyor acaba?”dediği tarihlere geçmiştir. İlahi mon jeneral!
HURRAH (HURRAY)
‘Vur ha’dan geldi ‘Hurra’ya dönüştü
“Get to” Fransız komutanın kulağına “gato” diye gelirken, bizim “Vur ha, vur ha” (ya da daha eski haliyle “ur ha”) şeklindeki savaş nidamız da Avrupalıların kulağına “Hurra” diye geliyordu. İşte bizden aldıkları bir laf budur. Kültür alışverişi için savaştan daha iyi bir ortam bulunur mu?
UNRRA
BM: Yardım örgütüyle dalga geçen kısaltma
1945’te 2. Savaş sona ererken yerinden yurdundan edilmiş en az 20 milyon Avrupalı yeni kurulmuş olan Birleşmiş Milletler’in UNRRA (United Nations Relief and Rehabilitation Administration), yani Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi Kurumu’ndan yardım bekliyordu. Her kentte ve kasabada ailesinden kopmuş binlerce çocuk samanlıklarda, kapı eşiklerinde, tarlalarda yatıyor, bunların çok çok azına yardım edilebiliyordu. Bu durumda kurumun adı, inisiyallerinden hareketle “Unhappy Natives Receiving Ridicilous Assistance”, yani “Gülünç (derecede az) Yardım Alan Mutsuz Yerliler” olarak anılmaya başlanmıştı. Ön siperlerde diz boyu çamur içerisinde cesetleri kemiren farelerle yaşayan askerler ise geri hizmet yapanlara hem özenir, hem de nefret ederlerdi. Onlara REMF kısaltmasıyla seslenirlerdi ki, bu deyişin açılımınının Türkçe’sini yazamıyoruz. İngilizce bilenler anlasın, anlayan anlamayana anlatsın: Rear Echelon Mother F…ers.
USMC
Sam Amca’nın yoldan çıkmış çocukları
Amerikan deniz piyadelerinin (US Marine Corps) kısaltması USMC’den türetilen kısaltma “Uncle Sam’s Misguided Children” (Sam Amca’nın Yoldan Çıkmış Çocukları) şeklindeydi. Deniz piyadeleri özel bir sınıf olarak, kendilerini diğerlerinden ayrı tutmayı severdi.
TRENÇKOT
Siper kıyafeti sivilde moda olunca
1. Dünya Savaşı’nda subayların siperlerde giydikleri bir cins palto olan trençkot, kullanışlı tasarımından dolayı daha sonra moda haline gelmişti. Böylece günlük hayata giren “trenchcoat” yani sadık çevirisiyle “siper paltosu” sözcüğü de, birçok dilde olduğu gibi Türkçe’de de kullanılır oldu.
ASLAN-EŞEK
İngiliz askerlerin alaycı benzetmesi
1. Dünya Savaşı’nda generaller askerleri makinelitüfeklerin önüne o kadar ısrarla sürüp milyonların boş yere ölümüne, daha fazlasının sakat kalmasına neden olmuşlardı ki, İngiliz askerleri kendilerine “Eşeklerin yönettiği aslanlar” diyordu. Gerçi bazıları gerçekten de öyleydi ama generallerin hepsi siperlerden uzak şatolarda, her akşam ziyafette değildi. Sonuçta yeni tekniklerle savaşmayı çözenler de onların arasından çıkacaktı.
COLONEL MOTORS
De Gaulle’ün motorize birlik aşkı
De Gaulle iki dünya savaşı arasındaki dönemde Almanların mekanize birliklerini yakından izliyor ve Fransa’yı da bu yöne çekmeye çalışıyordu ama, küt kafalı muhafazakâr generalleri ikna etmesi mümkün olmadı. İşte motorlara bu ilgisi nedeniyle General Motors’dan benzetmeyle, ona “Colonel Motors” adı verildi. Ama uzun boyundan dolayı bazen “The Great Asparagus” (Büyük Koşkonmaz) ve “Wormwood” (Tahta Kurdu) olarak da anılmıştır.
ÇÖL TİLKİSİ VE DİĞERLERİ
Ünlü generaller ve tuhaf lakapları
Generaller genelde askere uzaktır ama bazıları eratla yakın ilişki kurmak için sürekli birlikleri dolaşır. Herhalükarda erat tarafından onlara isim takılır. Örneğin, Libya’daki İtalyan komutanı Bastico’ya “Bombastico” adı takılması hiç de şaşırtıcı değildir. Onunla komutayı paylaşan ama sadece kendi bildiğini okuyan Rommel’e de “Çöl Tilkisi” denmiştir. Gerçekten harekatı daima en ön saflardan yönetirdi ama, 1. Dünya Savaşı sırasında Alpler’de bir tilkiyi beslediği de bilinir ve bununla çektirdiği bir fotoğraf arşivlerde vardır. İngiliz General Montgomery’ye de değinmeden geçmeyelim. Hiç muharebe yitirmeyen ama çok ihtiyatlı şekilde harekât yapan bu generalin emrindeki Kanadalılar ona “God Almighty”den (Her Şeye Kadir Tanrı) hareketle “God Almonty” demişlerdi. Herhalde dediğim dedik olmasından. Harf değişikliği ile türetilen isimlerden birisi de İngiliz General Gatacre’a “Backacher” yani “sırt ağrıtan” adının verilmesiydi. Fransız generali Mangin ise 1. Dünya Savaşı’nda askeri düşman makinelitüfeklerin önüne sürmekte o kadar ısrarlıydı ki, lakabı “Kasap” oldu.
Rommel ve tilki
Çöl tilkisi lakabıyla anılan general Erwin Rommel bir Alp tilkisiyle.
GI, TOMMY, POILU, BOCHE
Kendilerine ve düşmana ne dediler?
2. Dünya Savaşı döneminde Amerikan ordusunda askere verilen malzemenin üzerinde GI harfleri bulunurdu. Bu “Government Issue” yani devlet tarafından verilmiş anlamına gelirdi. Tabii, sıradan askerlere GI denmeye başlandı ve derhal yaygınlaştı. İngiliz erata bizdeki “Mehmetçik” gibi “Tommy” denirken, Fransız askerlerine ise “Poilu” yani “Kıllı” denirdi; zira çoğu savaşta bıyık veya sakal bırakırdı. Amerikan askerlerinin daha eski adı ise “Doughboy” idi. Dough, İngilizce’de hamur anlamına gelir. Bu ad ile ilgili birçok teoriden birisi onlara çok miktarda kızarmış hamur yedirilmesidir. Tozdan bembeyaz olmaları veya düğmelerini parlatmaları için verilen bir malzemeden dolayı böyle adlandırıldıkları da ileri sürülür. Fransızlar ise Almanlara “Boche” derlerdi ki, bu inatçı, küt kafalı (tête de boche) anlamında kullanılırdı. Bunlar, belki de biraz o inatçılıkları sayesinde 1871 ila 1940 arasında 69 yılda yapılan üç büyük savaşın ikisinde Paris’e girmişlerdi!
I. Savaş’ta Fransız askerler kendilerine Poilu (Pualü okunur) adını takmıştı. Bunun nedeni, orduya katılan askerlerin çoğunun bıyık ve sakallarını uzatmalarıydı.
SITZKRIEG
‘Yıldırım Savaşı’ndan ‘Oturma Savaşı’na
1939 Eylül’inde Almanlar Polonya’yı birkaç hafta içerisinde işgal edince, gazeteciler buna “yıldırım savaşı” anlamına gelen “Blitzkrieg” dediler. Bundan sonra ertesi Nisan ayına kadar Avrupa’ya uzun bir sessizlik çöktü, hiçbir önemli operasyon yapılmadı. Askerler siperlerde büyük bir can sıkıntısına girince gazeteciler buna de bir ad bulmakta gecikmediler: “Sitzkrieg” yani “Oturma Savaşı’. Ne var ki Sitzkrieg, Almanların yeni bir Bliztkrieg’i ile aniden sona erecek ve iki ay içerisinde beş Avrupa ülkesi daha Nazi işgaline girecekti.
TOMMY’NİN SİLAHI
Ölüm makinaları ve takma isimleri
Kişilere ad takılır da silahlara takılmaz mı? İşte birkaç örnek… 20. yüzyılın efsane silahlarından Thompson makineli tabanca derhal “Tommy Gun” (Tommy’nin Silahı) olarak anılmaya başlandı. Bundan daha basit bir makineli tabanca ise T şeklindeki gres sıkıcıya benzediği için “Grease Gun” adını aldı ki bunların ikisi de bir dönem bizim ordumuzda da kullanılmıştır. 1. Dünya Savaşı’nda Almanların ağır topçusunun attığı mermilere ise “Black Maria” (Kara Maria) denmişti. Çoğu asker düşmanı daha hiç görmeden bu mermilerle hayata veda etti.
HOOKER
‘Hayat kadını’ tabiri, ‘hayırsever’ komutan
Bilenlerin bildiği gibi “hooker”, ABD’de malum mesleği icra eden hanımlar için kullanılan bir tabirdir. Kökeni, Amerikan İç Savaşı sırasında Kuzeyli General Hooker’ın Washington’da, o zamanlar boş olan Pennsylvania Avenue üzerinde, askerler için kurduğu özel “dinlenme tesisi”ne dayanır. General askerin derdinden anladığı gibi, adını da böylece ölümsüzleştirmiş. Bu savaşta generallere takılan lakaplar arasında en ilginçlerinden birisi de General (daha sonra Başkan) U. S. Grant’a aittir. Ulyses Simpson (U. S.) olan adı daha ilk muharebelerden sonra “Unconditional Surrender” (Şartsız Teslim) oluvermişti. Güneyli General Jackson ise savaşta öyle başarılıydı ki, “Stonewall Jackson” (taş duvar anlamına gelen kelime, sıkı savunma anlamında kullanılır) adını hak etmişti. Alacakaranlıkta orman yollarında at sürerken kendi askerleri tarafından vurulunca, en iyi generalini yitiren başkomutan Lee “sağ kolumu yitirdim” demişti.
Amerikan komutanları arasında lakabı en uygun düşenlerden birisi de 2. Dünya Savaşı’nda Burma cephesinde öne çıkan General Joeseph Stilwell idi. Bu asık suratlı generale takılan “Vinegar Joe” (Sirke Joe) adı derhal yaygınlaşmıştı. Tabii von Richtofen’e kırmızı renkli uçağından dolayı verilen “Red Baron” yani “Kızıl Baron” adını da unutmamalı. Bunların sonu gelmez. Ama durun, son bir iki tanesini de eklemeden geçemeyeceğim. Filistin’de son savaşımızda bize hücum eden Allenby o kadar sert bir adamdı ki “The Bull” (Boğa) olarak anılırdı. Karargâhtan ayrıldığında arkasından “BBL” kodlu mors mesajıyla birlikler uyarılırdı. Bu, “Bloody Bull Loose” yani “Vahşi Boğa dolaşmaya çıktı, dikkatli olun” anlamına gelirdi.
Bir de Fransız Generali Patrice MacMahon’a (kendisi Magenta Dükü’dür aynı zamanda) “Duke of Polenta” adı verilmesi vardır. Bilindiği gibi polenta, mısır unundan yapılan bir lapadır ve 1859 Magenta Muharebesi günlerinde general askerlere bundan başka tayın vermeyince Magenta derhal polentaya dönüşmüş. Pek de matah bir komutan olmadığı ilerideki Prusya Savaşı’nda daha iyi anlaşılacaktı ama, askerler ona çoktan “Mac-Bête” (Çift anlamlı bir yakıştırma, bir yandan “Aptal Mac” manasına gelirken diğer yandan muhtemelen Lady Macbeth’e gönderme yapılıyor) adını takmışlardı.
MARGARIN
Askere yağ diye üretildi, bombadan tehlikeliydi
Savaşlardan kalan en berbat şeylerden biri olup, siperlerde ölenlerden çok daha fazla insanı katletmiştir. Bunu icat eden de savaşta askerlerine ucuz yağ temin etmek isteyen Fransızlardı. Sıvı bitkisel yağı katılaştırmışlar, bunun daha kolay benimsenmesini sağlamak için de sarı boya katıp tereyağına benzetmeye çalışmışlardır. Türkiye’ye 1950’lerde gelen margarin hızla yaygınlaşmış ve milyonlarca insanın damarlarını tıkayarak erken ölmelerine neden olmuştur.
ONBAŞI
Diktatörlüğün gayriresmî rütbesi
Çok ilginçtir, Avrupa’nın yakın tarihteki iki büyük diktatörünün ikisine de “onbaşı” denilmiştir. Birisi “Bohemyalı onbaşı” da denilen Hitler’dir ve lakap gerçeği yansıtır; çünkü gerçekten onbaşı idi. Ne var ki bu onbaşı savaş boyunca hemen her gün generalleri ve mareşalleri karşısına dizip feci halde fırçalıyor, kendisini bir askerî deha sanıp her şeye karışıyordu. Bu Müttefikler için iyi oldu, çünkü yanlış kararları Almanların yenilgisini hızlandırdı. Bir İngiliz generali “Hitler bizim için 40 tümen değerindedir” demişti.
İkincisi ise meslekten bir general olan Napoléon idi. Askerleri tarafından sevgiyle “Küçük Onbaşı” şeklinde adlandırılmıştı. Bu, ilk dönemlerinde yolda ve muharebe alanlarında askerlerle birlikte olmasından kaynaklanan bir yakınlık ifadesiydi. Yoksa sanılanın aksine, çağı için kısa boylu sayılmazdı. Her iki onbaşı da hasımlarının şaşkınlığından kaynaklanan ilk başarılarıyla sarhoş olup 12’şer yılda tasfiye oldular.
Hitler onbaşı, I. Dünya Savaşı’nda cephede.
TRAJİKOMİK
Savaş acılarına ilaç, biraz kara mizah
Kara mizahın, durumun vahametiyle birlikte arttığını zor durumlardan geçenler iyi bilir. Savaşlar, kara mizah incilerinin doğup yayılması için ideal ortamları sunmuştur. 1. Dünya Savaşı’nda siperden uzattığı kolu kopan bir asker “Şimdi malzememi nereye asacağım” demişti. Bir başka asker ise ayağı kopmuş olarak geldiği sahra hastanesinde “ben aslında teftişe gelen generalim. İnandırıcı görünmek için ayağımı uçurdum” diye şaka yapmıştı. Gene, savaşta yanlışlıkla alayın sargı yeri bombalanıp doktorlar ve yaralılar ölünce birisi çıkıp “Harika bir gün, kimse hasta sırasına girmemiş” diyebilmişti. Gene kendi uçakları tarafından yanlışlıkla bombalanan bir askerin “Maçta haksızlık olmasın diye hava kuvvetlerini düşmana ödünç vermişler” lafını yapıştırdığı bilinir.
Bir başka anlık kara mizah örneği ise şöyledir: 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikalılar Batı Pasifik’te bir adaya çıkarma yapacaklardır. Bir grup askere gemide verilen son brifingde şunlar söylenir: “Mercan kayalıkları nedeniyle adaya çıkmak zordur. Kumsalı geçer geçmez bambu tuzaklarla dolu tropik ormana gireceksiniz. Her adımda zehirli yılan ve örümceklerle karşılaşacaksınız. Ada yağmurlu ve bataklıktır ve her zaman bir karış suda uyumak zorunda kalabilirsiniz. Sular çok mikropludur, ne kadar susarsanız susayın içmeyin, hatta yüzünüze sürmeyin, yara olur. Sivrisinek bulutları ise her an ağzınıza burnunuza dolacak ve sıtma nöbetini engellemek için her gün bu sarı tabletlerden alacaksınız, benziniz sararacak. Sonra sıcak ve susuzluk bastırır”. Bunları dinleyen bir er atılır: “Adayı niçin Japonlara bırakmıyoruz komutanım?”