Kasım
sayımız çıktı

Selimiye Kışlası’ndaTürk edebiyatı müzesi

1839’dan günümüze “fotoğraflar, belgeler, üçboyutlu nesneler ile kronolojik bir Modern Türk Edebiyat Tarihi Müzesi” için en uygun yer, İstanbul’daki Selimiye Kışlası’dır. Bu yapı hem temsil özelliği hem de büyüklüğüyle, ciddi küratörlük gerektiren bu iş için ideal koşulları barındırmaktadır.

Kültür Şûrası’na sundu­ğum iki öneri ilgi gördü; önce özet sunumlarını veriyorum, hemen ardından ilk önerimi biraz daha somutlaştı­racağım.

Daha ne kadar genişletile­bilir, geliştirilebilir bilmiyorum: Bir Dîvan Edebiyatı müzemiz var. Eksikliği duyulan, XIX. yüz­yıldan başlatılarak günümüze ve yarına ışık tutacak bir Modern Türk Edebiyatı Müzesi. Bu ta­sarı için tarihsel ve anıtsal özel­likleri önem taşıyan, boyutla­rı açısından heybetli (sözgelimi Selimiye kışlası gibi) bir mekân tahsis edilmeli.

Nasıl bir içerik öngörülmeli sözkonusu müze için? Öncelikle bir “özgün malzeme” arşivi, böy­le bir projenin hedefleri arasında başköşeyi tutmalı: Elyazmasın­dan daktilolu versiyona, notlar­dan karalamalara her yazar için korunaklı kasa-kutular oluştu­rulmalı; dünya ölçeğinde başarılı modellerden esinlenerek… Yazar ailelerinden bağış yoluyla yar­dımcı unsurlar, kalıcı olarak ya da sergilenmek üzere toplanma­lı: Yazı masasından yazı araçla­rına, fotoğraflardan belgelere, mektuplara… Kitap ve dergi ka­paklarından, illüstrasyonlara…

Aşiyan’daki mask Tevfik Fikret’in ölümünden hemen sonra alınan maskı, bugün Aşiyan Müzesi’nde sergileniyor.

Müze, etkinlikleri kalıcı ve geçici iki ayrı kolda düzenlen­meli. Kalıcı eksen 1839’dan gü­nümüze “fotoğraflar, belgeler, üçboyutlu nesneler ile krono­lojik bir Türk Edebiyat Tarihi” üzerine oturtulabilir.

Dünyada ve bizde, “Modern Çağ”ın en dinamik kültürel ek­senlerinden birini dönemsel yayınlar oluşturmuştur. İster ‘cem etmek’ten gelen Mecmua’yı kullanalım, ister ‘derlemek’ten gelen Dergi’yi, farklı insanları genellikle ortak değerler üzerin­de buluşturan bu kollektif yayın organları çoğu zaman kelebek ömürlü, kimi zaman dirençli merkezler olmuşlardır. Herbiri, hâlâ, birer define adası kimliği taşımaktadır.

Son yıllarda, bazı örneklerin (Kadro ya da Yaprak) tıpkıbası­mının, bazılarının (örneğin Der­gâh’ın) transkripsiyonlu yeniden basımının gerçekleştirildiğine tanık oluyoruz. Büyük kütüpha­nelerimizde eksik koleksiyonla­ra ulaşılabiliyor. Gene de “tablo”­nun bütününe erişim olanakları sınırlı.

Kültür Bakanlığı, belki bir başka kurumla işbirliğine gire­rek, son 150 yılın, ideolojik çiz­gisi ne olursa olsun bütün kültür dergilerinin koleksiyonlarının taranmasıyla ilgili kitleye sunu­lacağı bir sanal merkez oluştur­ma girişimini üstlenmeli; böyle­ce dağınık ve eksik bir corpus’ü tek bir odakta toplamalı düşün­cesindeyim.

★ ★ ★

Modern Türk Edebiyatı öne­ri-projemi Selimiye Kışlası’nın içine oturtma fikrinin altında, bu yapının hem temsil özelliği­nin hem de büyüklüğünün payı var. Üç eksenli bir kurum, tasar­ladığım: Kasa-kutulara dayalı bir birinci el belge arşivi (elyazması, mektup, not, vb); kilometreler­ce duvar alanına konuşlandırıla­cak kronolojik bir ‘Fotoğraflarla Türk Edebiyatı Tarihi’ (dönem­ler, şahıslar, akımlar etrafında gelişecek bir senaryo çalışması); üçboyutlu nesnelere yaslanacak, eklemli bir senografi çalışması­na bağlı ‘odaklama’lar hepsi bi­rarada, ciddi küratörlük girişimi.

“Toplamak ve Göstermek” -müzenin hedefini belirleyen iki fiil- altlarında örtünen üçün­cü asal fiil: “Korumak”. Üç fiil­den ikisi uzun uzadıya açıkla­ma gerektirmiyor, her ne kadar teknik tabloları önem taşıyorsa da. Asıl tasa üçüncüyü aydın­latmak: Göstermek, ama nasıl? Küratörlüğün tanımı, işlevi, de­yiş yerindeyse optiği ışık istiyor. Tek, düz bir örnekten hareket edeceğim:

“Ölüm maskeleri” üzerine bir çıkma yazmıştım: Tevfik Fik­ret’le başladığını sandığım (araş­tırıp soruşturmak, kesinlemek gerekir), Orhan Veli ve Sait Fa­ik’e, oradan Tanpınar’a uzanmış bir uygulama. Müze, herşeyden önce bu dağınık malzemeyi top­lamalı; olabildiği ölçüde kapsa­ma alanını genişleterek. Göste­rirken, uygun koruma teknolo­jisini seçmeli. Bu iki aşamanın ardından, göstermenin, sunu­mun dilini bulmalı.

Ölüm maskelerinin yerleşti­rileceği odanın giriş duvarına iki büyük, ayrı pano koyulmalı: Bi­rinde işlemin tarihçesi ve tekni­ği anlatılmalı; ikincisinde, dünya edebiyatı tarihinden seçili ölüm maskesi örneklerinin fotoğraf­larına yer verilmeli. Odada, içe­ride, yorum panoları olmalı: İlâ­hiyatçı, kültür tarihçisi, sanat tarihçisi, semiyolog, antropolog gözünden biribirini tamamla­yan, zıtlıklara açık değerlendir­meler biraraya getirilmeli.

Ayraç içine alınmış haliyle “ölüm maskeleri” odası, kaba­taslak anlamıyla buna yakın bir yaklaşımla kotarılmalı. Gelgele­lim, müze, bir eklemleme mantı­ğına dayanacağına göre, bu oda­nın öncesi ve sonrasıyla bağ(lan­tı) düzeni de hesaba katılmalı. Önerdiğim, bir tür “petek man­tığı”nı benimseyerek, girişten çı­kışa toplam içeriği kanaviçe gibi işlemek.

Tarihî ve anıtsal III. Selim tarafından Nizam-ı Cedid için yaptırılan ilk Selimiye Kışlasını II. Mahmud yıktırıp günümüze ulaşan yeni Selimiye Kışlasını yaptırmıştı (1928). Bu kışla, tarihsel ve anıtsal özellikleriyle bir sanat müzesi için ideal niteliklere sahip.

Ölüm, maskeye indirgenecek bir olgu, bir ‘konu’ değil şüphe yok ki. Şairlerin, yazarların ölüm ‘rapor’ları, ‘ilân’ları, gazeteler­den cenaze haberleri (Yahya Ke­mal’in, Necip Fazıl’ın, Attilâ İl­han’ın kitleleri toplayan törenle­rine ilişkin fotoğraf çalışmaları), ekranlardan yaratılacak hareket­li görüntüler (televizyon arşivle­rinden), ölüm döşeği fotoğrafla­rı (Ataç’ınki gibi) bir yanda, şair ve yazarların ardından yazılmış ağıtlardan ve sıkı nekroloji yazı­larından örnekler bir başka yan­da, ciddi sahneye koyma çabası gerektirecek usta tasarımcılarla gerçekleştirilebilecek bir kesit. Diyelim, ön oda.

Sonra, “ölüm maskeleri”­ni izleyecek bir arka oda: Şair ve yazarların mezar taşlarından örülecek bir alan. Özel, özgün bir fotoğraflama çalışması. Abidin Dino’nun, Emin Barın’ın, baş­ka ustaların tasarımı mezartaşı örneklerine ağırlık tanıyarak… Ve ayrıntılı biçimde işlenmiş bir Türkiye haritası: Kim, ne­rede gömülü? Yalnızca Aşiyan türü yoğunluk noktalarını değil, doğduğu Salı köyüne gömülen Dıranas’ın mezar adresini, Yu­nus Emre’ye yakıştırılan farklı gömü yerlerini içerecek devasa bir adres defteri. Yanıbaşına bir gurbet haritası iliştirerek: Mos­kova’da Nâzım’ınkinden, Père Lachaise’deki Yılmaz Güney’e ve ötesine.

Farkındayım, seçtiğim kesit içkarartıcı. Modern Türk Ede­biyatı Müzesi’nin ne merkezi, ne çekirdeği elbette. Akımlar, büyük dergi serüvenleri, ana fi­gürler, okkalı izlekler (hapisane, sürgün örneğin), ressamlardan yazar portreleri, ressam yazarlar, fetiş nesneler (kalem, daktilo, yazı masası) asıl odaklardan ba­zıları. Dediğim gibi, temel kay­gı doğru bir güzergâh şemasını oturtmak, doğru senaryoya yak­laşmak, doğru gösterme yoluna ulaşmak.