1839’dan günümüze “fotoğraflar, belgeler, üçboyutlu nesneler ile kronolojik bir Modern Türk Edebiyat Tarihi Müzesi” için en uygun yer, İstanbul’daki Selimiye Kışlası’dır. Bu yapı hem temsil özelliği hem de büyüklüğüyle, ciddi küratörlük gerektiren bu iş için ideal koşulları barındırmaktadır.
Kültür Şûrası’na sunduğum iki öneri ilgi gördü; önce özet sunumlarını veriyorum, hemen ardından ilk önerimi biraz daha somutlaştıracağım.
Daha ne kadar genişletilebilir, geliştirilebilir bilmiyorum: Bir Dîvan Edebiyatı müzemiz var. Eksikliği duyulan, XIX. yüzyıldan başlatılarak günümüze ve yarına ışık tutacak bir Modern Türk Edebiyatı Müzesi. Bu tasarı için tarihsel ve anıtsal özellikleri önem taşıyan, boyutları açısından heybetli (sözgelimi Selimiye kışlası gibi) bir mekân tahsis edilmeli.
Nasıl bir içerik öngörülmeli sözkonusu müze için? Öncelikle bir “özgün malzeme” arşivi, böyle bir projenin hedefleri arasında başköşeyi tutmalı: Elyazmasından daktilolu versiyona, notlardan karalamalara her yazar için korunaklı kasa-kutular oluşturulmalı; dünya ölçeğinde başarılı modellerden esinlenerek… Yazar ailelerinden bağış yoluyla yardımcı unsurlar, kalıcı olarak ya da sergilenmek üzere toplanmalı: Yazı masasından yazı araçlarına, fotoğraflardan belgelere, mektuplara… Kitap ve dergi kapaklarından, illüstrasyonlara…
Müze, etkinlikleri kalıcı ve geçici iki ayrı kolda düzenlenmeli. Kalıcı eksen 1839’dan günümüze “fotoğraflar, belgeler, üçboyutlu nesneler ile kronolojik bir Türk Edebiyat Tarihi” üzerine oturtulabilir.
Dünyada ve bizde, “Modern Çağ”ın en dinamik kültürel eksenlerinden birini dönemsel yayınlar oluşturmuştur. İster ‘cem etmek’ten gelen Mecmua’yı kullanalım, ister ‘derlemek’ten gelen Dergi’yi, farklı insanları genellikle ortak değerler üzerinde buluşturan bu kollektif yayın organları çoğu zaman kelebek ömürlü, kimi zaman dirençli merkezler olmuşlardır. Herbiri, hâlâ, birer define adası kimliği taşımaktadır.
Son yıllarda, bazı örneklerin (Kadro ya da Yaprak) tıpkıbasımının, bazılarının (örneğin Dergâh’ın) transkripsiyonlu yeniden basımının gerçekleştirildiğine tanık oluyoruz. Büyük kütüphanelerimizde eksik koleksiyonlara ulaşılabiliyor. Gene de “tablo”nun bütününe erişim olanakları sınırlı.
Kültür Bakanlığı, belki bir başka kurumla işbirliğine girerek, son 150 yılın, ideolojik çizgisi ne olursa olsun bütün kültür dergilerinin koleksiyonlarının taranmasıyla ilgili kitleye sunulacağı bir sanal merkez oluşturma girişimini üstlenmeli; böylece dağınık ve eksik bir corpus’ü tek bir odakta toplamalı düşüncesindeyim.
★ ★ ★
Modern Türk Edebiyatı öneri-projemi Selimiye Kışlası’nın içine oturtma fikrinin altında, bu yapının hem temsil özelliğinin hem de büyüklüğünün payı var. Üç eksenli bir kurum, tasarladığım: Kasa-kutulara dayalı bir birinci el belge arşivi (elyazması, mektup, not, vb); kilometrelerce duvar alanına konuşlandırılacak kronolojik bir ‘Fotoğraflarla Türk Edebiyatı Tarihi’ (dönemler, şahıslar, akımlar etrafında gelişecek bir senaryo çalışması); üçboyutlu nesnelere yaslanacak, eklemli bir senografi çalışmasına bağlı ‘odaklama’lar hepsi birarada, ciddi küratörlük girişimi.
“Toplamak ve Göstermek” -müzenin hedefini belirleyen iki fiil- altlarında örtünen üçüncü asal fiil: “Korumak”. Üç fiilden ikisi uzun uzadıya açıklama gerektirmiyor, her ne kadar teknik tabloları önem taşıyorsa da. Asıl tasa üçüncüyü aydınlatmak: Göstermek, ama nasıl? Küratörlüğün tanımı, işlevi, deyiş yerindeyse optiği ışık istiyor. Tek, düz bir örnekten hareket edeceğim:
“Ölüm maskeleri” üzerine bir çıkma yazmıştım: Tevfik Fikret’le başladığını sandığım (araştırıp soruşturmak, kesinlemek gerekir), Orhan Veli ve Sait Faik’e, oradan Tanpınar’a uzanmış bir uygulama. Müze, herşeyden önce bu dağınık malzemeyi toplamalı; olabildiği ölçüde kapsama alanını genişleterek. Gösterirken, uygun koruma teknolojisini seçmeli. Bu iki aşamanın ardından, göstermenin, sunumun dilini bulmalı.
Ölüm maskelerinin yerleştirileceği odanın giriş duvarına iki büyük, ayrı pano koyulmalı: Birinde işlemin tarihçesi ve tekniği anlatılmalı; ikincisinde, dünya edebiyatı tarihinden seçili ölüm maskesi örneklerinin fotoğraflarına yer verilmeli. Odada, içeride, yorum panoları olmalı: İlâhiyatçı, kültür tarihçisi, sanat tarihçisi, semiyolog, antropolog gözünden biribirini tamamlayan, zıtlıklara açık değerlendirmeler biraraya getirilmeli.
Ayraç içine alınmış haliyle “ölüm maskeleri” odası, kabataslak anlamıyla buna yakın bir yaklaşımla kotarılmalı. Gelgelelim, müze, bir eklemleme mantığına dayanacağına göre, bu odanın öncesi ve sonrasıyla bağ(lantı) düzeni de hesaba katılmalı. Önerdiğim, bir tür “petek mantığı”nı benimseyerek, girişten çıkışa toplam içeriği kanaviçe gibi işlemek.
Ölüm, maskeye indirgenecek bir olgu, bir ‘konu’ değil şüphe yok ki. Şairlerin, yazarların ölüm ‘rapor’ları, ‘ilân’ları, gazetelerden cenaze haberleri (Yahya Kemal’in, Necip Fazıl’ın, Attilâ İlhan’ın kitleleri toplayan törenlerine ilişkin fotoğraf çalışmaları), ekranlardan yaratılacak hareketli görüntüler (televizyon arşivlerinden), ölüm döşeği fotoğrafları (Ataç’ınki gibi) bir yanda, şair ve yazarların ardından yazılmış ağıtlardan ve sıkı nekroloji yazılarından örnekler bir başka yanda, ciddi sahneye koyma çabası gerektirecek usta tasarımcılarla gerçekleştirilebilecek bir kesit. Diyelim, ön oda.
Sonra, “ölüm maskeleri”ni izleyecek bir arka oda: Şair ve yazarların mezar taşlarından örülecek bir alan. Özel, özgün bir fotoğraflama çalışması. Abidin Dino’nun, Emin Barın’ın, başka ustaların tasarımı mezartaşı örneklerine ağırlık tanıyarak… Ve ayrıntılı biçimde işlenmiş bir Türkiye haritası: Kim, nerede gömülü? Yalnızca Aşiyan türü yoğunluk noktalarını değil, doğduğu Salı köyüne gömülen Dıranas’ın mezar adresini, Yunus Emre’ye yakıştırılan farklı gömü yerlerini içerecek devasa bir adres defteri. Yanıbaşına bir gurbet haritası iliştirerek: Moskova’da Nâzım’ınkinden, Père Lachaise’deki Yılmaz Güney’e ve ötesine.
Farkındayım, seçtiğim kesit içkarartıcı. Modern Türk Edebiyatı Müzesi’nin ne merkezi, ne çekirdeği elbette. Akımlar, büyük dergi serüvenleri, ana figürler, okkalı izlekler (hapisane, sürgün örneğin), ressamlardan yazar portreleri, ressam yazarlar, fetiş nesneler (kalem, daktilo, yazı masası) asıl odaklardan bazıları. Dediğim gibi, temel kaygı doğru bir güzergâh şemasını oturtmak, doğru senaryoya yaklaşmak, doğru gösterme yoluna ulaşmak.