Tütün, sigara, puro, pipo… Sanatın, edebiyatın vazgeçilmez temaları. Bugün azılı tiryaki de olsa, aklı başında kimse bu öldürücü bağımlılığı savunamaz. Ancak seri katillerin, pedofillerin bile hakları kollanırken, tiryakilere zebani muamelesi yapılması, uygunsuz koşulların onlara reva görülmesi de kabul edilemez.
Yılların içinde/n ağır ağır oluşturduğum Tütün Tutkusu antolojimi bir gün karar verip kurar mıyım, emin değilim. Yeşilay zihniyetinin hışmına uğramaktan korkmuyorum, korkacak olsam beni kalp ve akciğer hastası kılan, günden güne ölümümü hızlandıran tiryakilikten korkardım. Antolojiyi kurma tasamın altında tütüne övgü niyeti de okunsun istemem: XIX. yüzyılda absent, verem ile frengi, XX. yüzyılda tütün, kanser ile kalp hastalıkları vebadan doğan boşluğu doldurmuşlardır, bunu kabul etmemek için insanın aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekir, hayır yemedim.
Neden, öyleyse, Tütün Tutkusu antolojisine niyetlendim? Önce, bu bağımlılığın kültürel zeminini gözden uzak tutmamak; sonra, onu handiyse ölesiye kılan özelliklerini serimlemek; bir de doğurduğu ürünlerden bir seçki hazırlamak toplam hedefimi tanımlıyor(du), yolda, durmadan işaretleri çentikledim.
Sigaradan vazgeçememe çizgisi, sigaradan vazgeçme çizgisiyle atbaşı ilerlemiş. Şairler (Prévert, Oktay Rifat, Necatigil), bakınız “bir cigara içimi”, dumana boğmuşlar kelimeleri, sayfaları. Pipocular (Van Gogh, Magritte, Simenon, Berk, Edgü), purocular (Brecht, Infante) yan alanlar açmışlar. Yabana atılamayacak keş nüfusunun üyelerine ayrıca gelmek gerekir.
Antolojiyi kurmaktan ikidebir vazgeçiyorsam, bünyemi kavuran bağımlılığı bir anlamda taçlandırmayı yakışıksız bulduğum içindir — itirafsa itiraf.
Antolojiyi kurma fikrine ikidebir yatkın bir ruh haline dönüyorsam, gerekçesi karşıdan geliyor: Yasakçı zihniyetin haklı savaşını budalaca bulduğum zorlamalarla süslemesi, içimde yeni, taze bir diklenme hareketini tetikliyor — şu deneme ondan.
★ ★ ★
Bir tütün tutkusu antolojisini Claude Lévi-Strauss’un Çiğ ve Pişmiş’de aktardığı Bororo efsanelerinden başlatmak gerekir: Tütünün yaratılışına ilişkin olağanüstü ilkel rivayetler hayalgücünün sınırsızlığını kanıtlar. Bu ilk adımın ardından hemen modernlere sıçramak kaçınılmaz — eğer tömbekiye afyon koymayacak, esrar sarmaya kalkışmayacaksak.
Antolojinin başköşesine İtalyan edebiyatının özel romancısı Italo Svevo’yu koymak bir bakıma zorunluysa, bir tek Zeno’nun Ölümü romanında başrole çıktığı için değil, sigarayı bırakmak ve bırakamamak yazarı ömrü boyunca oyalamıştır: Ölümünden çok sonra bağımsız bir kitap halinde okur önüne çıkan Son Sigaralar’da günlüğünden ve mektuplarından seçilmiş parçalar da yeralır.
Bir başka ana örnek, bir sanatçıyla bir yazarın ayrıksı yazışmalarının merkezine oturmuştur: Dubuffet ile Gombrowicz, mektuplarında “sigara” üzerinden çatışırlar. Gombrowicz, tıpkı şiire olduğu gibi sanata da karşıdır: “Ekmek yaşamsal, sigara yapay bir maddedir, sanat da öyledir” der. Dubuffet, ki sıkı bir tiryakiydi, ekmekle sigarayı aynı gereksinim giderme kefesine koyarak karşı en kanatıcı satırlarını Hasan-Âli Yücel’e bir mektubunda buluyoruz:
“Âliciğim, cigarasız yaşamak güç. Şu anda belki iki milyonuncu defadır cigarayı terk ediyorum. Vâkıâ tam yirmi üç gün oldu içmeyeli ama her dakika yeniden karar alarak (…). Hastanede hep karşımdaki denizi, adaları seyrederken bütün manzarayı büyük ve marifetli bir tiryakinin eseri gibi tahayyül ederdim; bulutla güneşin kendisi, mavi gökyüzü hepsi bana gümüş savatlı bir tabaka, yasemin çubuk ve tabaka tabaka dumanı yığılan bir cigara gibi gelirdi. Fakat bu kadar çok sevdiğimiz ve muhtaç olduğumuz şeyi neden bu kadar kötü kullandık. Gerçeği şu ki, son zamanlarda cigaranın zevkini alamıyordum artık. Fart-ı istimal bu melekeyi bende öldürmüş, bu kapıyı bana kapatmıştı. Halbuki günde on, on iki cigara ile mesut olma ihtimali daima vardı. Keratanın yokluğu da güzel. Âli, tadı dudaklarımı ve dilimi ısırıyor. Kokusu burnumu, yüzümü, gözlerimin içini ısırıyor. Hiçbir Hint veya Japon orospusu hatırımda bu kadar canlı yaşamaz. Hiçbir zaman ve hiçbir şeyde kendimi bu kadar dul, bu kadar eşinden ayrılmış hissetmedim. Sanki iki koşulu bir arabayı tek başına çeken bir atım. Her hareketim kendiliğinden çolpa oluyor” (31 Mart 1959).
Tütün tutkusu antolojisi bu tür okkalı parçalara dayanmalı. Bir dolu şairden, yazardan cımbızla çekilecek mısralar, satırlar ile kotarılacak bütünlük:
“Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
Memleketimin şarkıları ve tütünü gibi”
(Nâzım Hikmet)
“Dün fena sıkıldım akşama kadar:
İki paket cigara bana mısın demedi”
(Orhan Veli)
“Sigara içenlere ateş etmeyiniz”
(Cemal Süreya)
uzar gider bir liste.
★ ★ ★
Bugün hangi havayolları hangi güzergâhlarda uçakta sigara içilmesine izin veriyor, veriyorlar mı, bilemiyorum; bildiğim, yıllardır sigara içme yasağını haklı olarak uygulayan şirketlerin bu konuda uyarı anonsları yapmayı sürdürdüğü. Ne sanıyorlar, durumdan habersiz bir yolcu sızmış olabilir mi uçağa, yoksa kafamıza kakmaktan mı haz devşiriyorlar? Kapalı mekânlarda bulundurulması zorunlu, çirkinin çirkini, ceza duyurulu levhâlar kaldırılacak olsa, göremeyen hemen bir sigara mı yakacak sanıyorlar? Diyelim, bunlar yasal yaptırım, peki, ya gerisi, ötesi?
RTÜK dumana karışamıyor ama sigara oyuncunun ağzındaysa onu tanıyamıyoruz. İçki şişeleri, bardaklar aynı buğulu müdahalelerle örtülüyor. Buna karşılık, filimde kan gövdeyi götürüyormuş, şiddetin feriştahı sözkonusuymuş, tecavüz varmış, çocuk dövülüyormuş, hayvan keyfekeder öldürülüyormuş tasa değil: Tütünün alkolün yanında lâfı mı olur?
Tütün yasağını ilk dayatan Hitler olmuştur, şimdi başka buyurganlar iz sürüyor. Bu zihniyetin sahipleri insanları farklı yollardan imha ederler, işi tütüne alkole bırakmak istemezler. Tüttürme yasağının en keskin uygulaması yanılmıyorsam ABD’dedir: Açık ara en büyük sigara üreticisi. Haklı siyaset: Ne de olsa “öteki”leri yoketmenin her yolunu denemeyi biliyorlar.
Piponun, puronun belki değil, sigara içmenin lumpenlere, azgelişmiş ülkelerin vasat insanlarına özgü bir bağımlılık türü olduğundan adı gibi emin bilge kişilere rastlıyorum öteden beri. Georges Pompidou’yu, Helmut Schmidt’i, Mustafa Kemal’i sigarasız gördüğümü anımsamıyorum. Purosuz Churchill, Che, Castro düşünülebilir mi? Ataç mı lumpendi, Reşat Nuri mi? Sartre, Godard, Thomas Mann mı, yatağında sigarasıyla ölen Bachmann mı, “sigara içmek için yaşıyorum” diyen Musil mi, Oktay Rifat ya da Bilge Karasu mu?
★ ★ ★
“Tüttürmek Öldürür”: Bütün dillerde sigara paketlerinin üzerine koyulan bu savsöz iyi seçilmiş, sayısal veriler doğruluyor: Başta kalp ve damar hastalıkları, kanser, solunum yetersizliği, tütün bağımlılığı öldürücü gerçekten. Azılı tiryaki de olsa, aklı başında kimse tersini savunamaz; savunursa, ölüm kamplarının varlığını yadsıyanlardan farkı kalmayacağını bilir. Ben sözgelimi, edilgin içicilik konusundaki duyarlığı da haklı buluyorum. Diklendiğim, tiryakilere zebani muamelesi yapılması, uygunsuz koşulların onlara reva görülmesi: Seri katillerin, pedofillerin bile hakları kollanıyor!
Yasakçılığın ifrata tefrite kaçtığı durumlar gözden kaçırılmamalı. Red Kit’in sigarası ağzından alınmıştı, Tati’nin piposu hedef alınıyor şimdi: Düpedüz kültürel bir saldırı örneği bu.
“Tüttürmek Öldürür” de kesmedi sigara düşmanlarını. Önce yan savsözlere başvuruldu, nahoş görüntülerle pekiştirilerek: İktidarsızlık tehditi taşıyan paketlerin yerine Laz erkeklerin hamilelikle ilgili uyarıyla donanımlı paketleri satın alma öyküleri panzehir gibiydi.
Burada durulamadı: Markaları gizleyen, anonim sigara paketleriyle ilgili yasa yürürlüğe girme aşamasında. Açık söylemeli, bir kültürel saldırı daha sözkonusu: Sigara paketleri, logoları ve tasarımlarıyla tarihsel önem taşıyan bir ikonografik kesittir; bir dolu çalışma yapılmıştır üzerilerine. Simge değerleri yabana atılamaz: Gauloises paketi, faşist işgâle karşı çıkan direnişçilerin bir tür parolası sayılmamış mıdır? Caydırıcılığı çok şüpheli bir sözde önlem adına silinecek suretler, gizlenecek isimler sayılamaz bunlar.
“Tüttürmek Öldürür” — bu bağlamdaki özgün yaklaşımlardan birine Jean Clair’in günlüğünde (Journal Atrabilaire, 2006) rastlamıştım: “Yaşamak Öldürür” başlıklı bölümde bir (eski?) tiryakinin yanlı nostaljik isyanını okumak eldedir şüphesiz; gelgelelim, içinde yaşadığımız dönemin “öldürür”lerinin uçsuz bucaksızlığına işaret eder Clair, abartılı ‘sağlıklı yaşam’ reçetelerinin insanı bütün “zevk”lerden korumaya kalkışan, yerine tatsız tuzsuz (her iki anlamıyla), sası bir yaşama üslûbu dayatan perspektifini birden eldiven gibi ters çeviriverir: Her kıvanç kaynağına kilit asılan bir dünyada, kaçınılmaz ölüm olgusuna güyâ sırtını dönerek kokusuz bir hayat geçirmeyi ciddi bir seçenek olarak görebilir miyiz?
Sonunda, “Tüttürmek Öldürür”le bitmemiştir iş: “Ekmek Öldürür”e, “Elma Öldürür”e varaduralım, unutur olduk anlaşılan: Hayat Öldürür.
Bu denemenin üzerine doğrusu güzel tüttürülür!