Muzaffer Şerif, Harvard mezunu parlak bir bilimadamıydı. Solculuğu Türkiye’de başına dert olunca Amerika’ya yerleşti. Adını Muzafer Sherif olarak değiştirmekle kalmadı, sosyal psikolojinin kurucuları arasında yer alarak bilim tarihini de değiştirdi. Gerçekleştirdiği İzci Kampı Deneyi’nin, William Golding’in Sineklerin Tanrısı romanının esin kaynağı olduğu bile rivayet edildi.
Ödemiş’te varlıklı bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldiğinde 1906 senesidir. Son perdeye doğru yol alan İmparatorluğun huzur kalmayan topraklarında, savaşların ve etnik çatışmaların kucağında yaşanan çocukluk çağı geride kaldığında Balkan Savaşlarına, 1. Dünya Savaşı’na, İzmir’in işgaline, ardından Milli Mücadele yıllarına ve nihayetinde Cumhuriyet’in ilanına tanık olmuştur bile. İzmir Amerikan Kolejinden mezun olup Darülfünun felsefe bölümüne başladığında, 1924 senesidir.
Mezuniyetinden sonra yüksek lisans çalışması için ABD’ye gider. Harvard yılları Amerika’nın büyük buhran dönemine rastlamaktadır; 1929 kriziyle ve sol düşünceyle karşılaşması entellektüel dikkatinin psikolojiye ve sosyal bilimlere yönelmesine yol açar. “Bir öğrenme faktörü olarak açlık” konulu psikoloji master tezini bitirdikten sonra 1932 senesinde yaptığı Avrupa seyahati sırasında Berlin’de Gestalt psikolojisinin önemli isimlerinden Köhler’in derslerine katılırken, Nazi partisinin yükselişine de tanık olur.
Ülkeye döndüğünde, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ndeki kısa süreli psikoloji öğretmenliğinin ardından bu kez doktora çalışması için yeniden Amerika’ya gider.
1933 sonbaharında, Harvard’da başladığı doktora çalışmasını Columbia üniversitesinde sürdürür; Gardner Murphy ile “algıda bazı sosyal faktörler” üzerine yaptığı bu çalışmayı bitirdiğinde 1935 senesidir. “Sosyal normların temelinde yatan psikolojinin ne olduğu ve nasıl işlediği” sorusundan yola çıkan bitirme tezi, Sosyal Normların Psikolojisi adıyla yayınlandığı 1936 senesinde sosyal psikoloji alanında gerçek bir devrim yaratacak ve o zamandan beri bu alanın temel taşını oluşturacaktır. Kişinin üyesi bulunduğu gruplardan nasıl etkilendiğini inceleyerek sosyal kuralların gruba göre belirlendiğini, gruplar değiştikçe kuralların da değişeceğini deneylerle ortaya koymuştur.
Doktora sonrası, 1937 senesinde yurda dönen fakat bunun son dönüş olduğunu henüz bilmeyen Muzafer Sherif, hem çalışma alanı hem hayat görüşü nedeniyle siyasal çalkantıların tam ortasında kalır. 1939 senesinde doçent olarak göreve başladığı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde sosyalist bir entelektüel olarak yalnız değildir; savaşa ve ırkçılığa karşı Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Nusret Hızır, Saffet Dengi, Orhan Burian ve Halil Vedat gibi isimlerle dayanışma halindedir.
TKP ile temas içinde olduğu 2. Dünya Savaşı yıllarında Behice Boran’la Adımlar dergisini çıkartırlar. İnsan düşüncesinin, hedeflerinin ve arzularının yani ego işlevlerinin doğuştan gelen sabit işlevler olmadığına, toplum içinde şekillendiğine inanmakta yüksek nitelikli, ahenk içinde bir toplum için yalnızca eğitimin yeterli olmadığını ve fakat sosyal yapıda daha kökten değişiklikler gerektiğini savunmaktadır. Halkın Batılılaşmış aydınlar tarafından yukarıdan aşağıya doğru çağdaşlaştırılması düşüncesini doğru bulmaz; işe öncelikle hayata dair hakikatlerin tanınması, sömürü ilişkilerinin ve toplumsal yapının saptanmasıyla başlamak gerektiğini çünkü toplumsal yapının değişmesinin, çağdaşlaşmanın koşulu olduğunu düşünür, sömürüden kurtulan ve teknolojik gelişme olanaklarına kavuşan halkın kendi çağdaşlaşma dinamiklerini de geliştireceğini savunur.
Ülkede giderek yükselen ırkçılığa karşı 1943 senesinde ırk kuramını ve Turancılığı eleştirdiği Irk Psikolojisi adlı kitabını yayımlar. Bu kitabı yazma sebebini kitabın önsözünde şöyle açıklamaktadır: “Memleketimizde son senelerde mahreci şüpheli bir ihracat matahının, bulunmaz bir hint kumaşı gibi, memleketimizin fikir ve kıymet alemine sürülmesi yolunda gösterilen gayretkeşlikler bu küçük kitabı yazmağa sevketti. Mahreci şüpheli bu ihracat malı, ırkçılıktır.” Nazım Hikmet, Kemal Tahir’e yazdığı 1943 tarihli bir mektubunda Muzafer Sherif hakkındaki izlenimlerini şöyle bildirir: “Muzaffer Şerif’i ben tanırım. Enteresan çocuktur, ama ne senin ne de benim şöyle ahbapça arkadaşlığını edebileceğimize pek ihtimal vermiyorum. Lüzumundan fazla münevver Amerikalı bilgin. Belki de bu altı yıl önceki intibaımdır. Belki şimdi o da ben de değiştim. Kim bilir. Mamafih kitabı (Irk Psikolojisi) cidden güzel, faydalı, aktüel. Ve böyle bir kitaba sahip olduğumuz için sevinebiliriz.”
Turancı hareketin en etkili isimlerinden Nihal Atsız Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye Açık Mektupları yayınladığında hedefteki isimlerden biri olarak 16 Mart 1944’te üniversitede arkadaşlarıyla birlikte komünizm propagandası yapmak suçundan gözaltına alınır. Dört hafta sonra, 12 Nisan 1944’te serbest bırakılır. Princeton’dan aldığı davet üzerine ABD’ye gider, aynı sene Carolyn Wood ile evlenir. 1947’de Türkiye’ye yeniden dönmek isteyecektir. Fakat bu kez de eşinin yabancı olması sebebiyle mevzuat gereği Ankara Üniversitesi’ndeki pozisyonu elinden alınınca hayal kırıklığına uğrayacak, adını Muzafer Sherif olarak değiştirecek ve memleketine bir daha hiç dönmeyecektir.
Muzafer Sherif, insan psikolojisinin sosyal tabiatını ortaya koyan çalışmalara imza attığı Princeton döneminin ardından, kısa bir müddet için Yale’e, daha sonra da 1966 senesine kadar çalışacağı Oklahoma’ya gider. 1950’ler soğuk savaş yıllarıdır, McCarthy döneminin meşhur cadı avında FBI soruşturmasına maruz kalır. 1950’ler ve 1960’lar boyunca pek çoğunu eşi Carolyn Sherif ile gerçekleştirdiği çalışmalarından başka, sosyal psikolojinin bağımsız bir bilim dalı olarak kabul edilmesi için de büyük bir uğraş verir. Yaklaşık 40 yıl süren akademik yaşamı boyunca sosyal psikolojiyle ilgili deneylerinde birey ile grup ve gruplar arasındaki ilişkilere odaklanır. Otokinetik ve İzci Kampı (Robber’s Cave) deneyleri psikoloji tarihinin klasikleri arasında yer alır. Muzaffer Şerif, grup davranışlarının deneysel araştırmalarına imkan tanıyan bilimsel metodolojiyi kurarak, sosyal psikolojinin ayrı bir bilimsel disiplin olarak kabul edilmesinin yolunu açmıştır.
Uzun ve verimli kariyeri boyunca 24 kitap, 60 makale yazan, pek çok ödül kazanan Muzafer Sherif, 1972 senesinde Pensylvania State üniversitesinden emekli olmuş, 1988’de Alaska’da hayata veda etmiştir. Sosyal psikolojinin kurucularından biri olarak kabul edilen Muzafer Sherif’in bu alanda birer klasik olan sosyal normlara dair çalışmaları halen ders kitaplarında yer almakta ve okullarda okutulmaktadır. Sosyal psikolojiye dair bıraktığı emsalsiz bilimsel miras ise, bugünü aydınlatmak ve anlamak için büyük ölçüde keşfedilmeyi beklemektedir.
“OTOKİNETİK ETKİ” DENEYİ
20. yüzyılın sosyal psikoloji klasiği
Tamamen karartılmış bir odada hareketsiz duran bir ışığa gözümüzü kaydırmadan bir süre bakarsak, ışık aslında yerinde durduğu halde onu hareket ediyormuş gibi görürüz. Muzafer Sherif bugün klasik olarak kabul edilen 1936 tarihli bu deneyinde “otokinetik etki” diye adlandırılan bu görsel algı sapmasından yararlanmıştır.
Deneyde birbirlerini hiç tanımayan kişiler kullanılmıştır. İlk bölümde, tamamen karartılmış bir odaya teker teker alınan deneklere bir ışık gösterilmiş ve ışığın hangi yönde, ne kadar hareket ettiği sorulmuştur. Işık sabit olmasına rağmen, her denek ışığın belirli bir yöne, belli bir mesafe boyunca hareket ettiğini belirtmiştir. Deneyin ikinci bölümünde, aynı kişiler, odaya bu kez grup halinde alınmış ve ışığın her gösterilişinde yargılarını yüksek sesle ifade etmeleri istenmiştir. İlk bölümde birbirinden farklı standartlar geliştiren kişilerin ikinci bölümde bu standartlarından vazgeçerek grup halinde tek bir standart oluşturdukları gözlemlenmiştir. Deneyin üçüncü bölümünde karanlık odaya yine teker teker alınan deneklerin, ilk bölümdeki kanaatlerinde ısrar etmedikleri ve ikinci bölümde oluşturdukları grup standardına bağlı kaldıkları izlenmiştir.Deneyin sonuçları şöyle özetlenebilir: Fiziksel gerçek belirsizse bireyler kendi gerçeklerini yaratırlar. Bir araya geldiklerinde ise kendi gerçeklerini bırakıp grup standardını kullanırlar. Yani bireyin gerçeğinin yerini sosyal gerçeklik alır. Grup normu bir kez oluşunca bireyler artık ona inanmakta ve gönüllü olarak uymaktadır.
İZCİ KAMPI DENEYİ VE SİNEKLERİN TANRISI ROMANI
Aralarındaki şaşırtıcı benzerlik!
20. yüzyılın en önemli psikoloji deneylerinden biri olarak kabul edilen İzci Kampı Deneyi’ne, sosyal psikolojinin belki de en can alıcı konusu olan ayrımcılık ve ötekileştirme meselesinin bir toplumda kolayca tetiklenebileceğini ve farklı gruplar arasında önyargıların körüklenerek düşmanlığa dönüştürülebileceğini ortaya koyması bakımından bilim tarihinde büyük bir önem atfedilir. Deney ayrıca ayrımcılığın başlatılabildiği gibi ortadan kaldırılabileceğini ve düşmanlığın etkisiz hale getirilebileceğini de göstermesi bakımından da müstesnadır.
Deneyin üçüncü aşamasında her iki grup ortak çıkarlara, ortak hedeflere yönlendirilir. Kampın tek su kaynağı kullanılamaz hale getirilir. Sonunda öğrenciler bu ortak sorunu işbirliği yaparak bereberce çözerler. Kamp sona erdiğinde öğrenciler aynı otobüsle dönmek için ısrar ederler.
Deneyde 12’şer kişilik iki öğrenci grubunun ıssız bir yaz kampında birkaç ay geçirmesi planlanmıştır. Denekler daha önce hiçbiri diğerini tanımayan, orta sınıf ailelerden gelen, 11 yaşında, beyaz erkek çocuklar arasından seçilmiştir. Kampın iki ayrı yerine iki ayrı otobüsle götürülen gruplar başlangıçta diğerinin varlığından habersizdir. İlk birkaç günün ardından iki grubun da içerisinde doğal bir şekilde astların ve üstlerin ortaya çıktığı, bir hiyerarşinin şekillendiği gözlenir. Gruplar artık birbiriyle tanışmaya hazırdır. İki grup birbiriyle karşılaştırılır ve aralarında rekabete dayalı sportif yarışmalar düzenlenir. Kısa zamanda eğlence adeta bir ölüm-kalım savaşına döner, istisnasız her grubun üyeleri diğer grubun üyelerine sebepsiz düşmanlık beslemeye başlar.
William Golding’in bir uçak kazası sonrası ıssız adada mahsur kalan okul çocuklarının medeniyetten uzakta nasıl hızla dönüşüme uğradıklarını anlatan Sineklerin Tanrısı romanının Muzafer Sherif’in İzci Kampı Deneyinden esinlendiği rivayet edilir. Roman 1954 yılında, deneyin kitap halinde yayınlanmasından birkaç ay sonra piyasaya çıkmıştır. Asıl mesleği öğretmenlik olan ve çocukları iyi tanıyan Golding’e göre ise romanın ana malzemesi henüz bitmiş olan 2. Dünya Savaşı’nda tanık olduğu olaylar ve mesleki tecrübeleridir, benzerlikler sadece tesadüften ibarettir.