Kasım
sayımız çıktı

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk

SOSYAL PSİKOLOJİNİN KURUCULARINDAN MUZAFER SHERIF

Muzaffer Şerif, Harvard mezunu parlak bir bilimadamıydı. Solculuğu Türkiye’de başına dert olunca Amerika’ya yerleşti. Adını Muzafer Sherif olarak değiştirmekle kalmadı, sosyal psikolojinin kurucuları arasında yer alarak bilim tarihini de değiştirdi. Gerçekleştirdiği İzci Kampı Deneyi’nin, William Golding’in Sineklerin Tanrısı romanının esin kaynağı olduğu bile rivayet edildi.

Ödemiş’te varlıklı bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi­ğinde 1906 senesidir. Son per­deye doğru yol alan İmpara­torluğun huzur kalmayan top­raklarında, savaşların ve etnik çatışmaların kucağında yaşa­nan çocukluk çağı geride kal­dığında Balkan Savaşlarına, 1. Dünya Savaşı’na, İzmir’in iş­galine, ardından Milli Müca­dele yıllarına ve nihayetinde Cumhuriyet’in ilanına tanık olmuştur bile. İzmir Amerikan Kolejinden mezun olup Darülfünun felsefe bölümüne başla­dığında, 1924 senesidir.

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk
1990’da çekilen ikinci Sineklerin Tanrısı filminden bir sahne.

Mezuniyetinden sonra yüksek lisans çalışması için ABD’ye gider. Harvard yılları Amerika’nın büyük buhran dö­nemine rastlamaktadır; 1929 kriziyle ve sol düşünceyle kar­şılaşması entellektüel dikkati­nin psikolojiye ve sosyal bilim­lere yönelmesine yol açar. “Bir öğrenme faktörü olarak açlık” konulu psikoloji master tezini bitirdikten sonra 1932 sene­sinde yaptığı Avrupa seyahati sırasında Berlin’de Gestalt psi­kolojisinin önemli isimlerin­den Köhler’in derslerine katı­lırken, Nazi partisinin yükse­lişine de tanık olur.

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk

Ülkeye döndüğün­de, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ndeki kısa süreli psikoloji öğret­menliğinin ardından bu kez doktora çalışması için yeniden Ameri­ka’ya gider.

1933 sonba­harında, Har­vard’da baş­ladığı dokto­ra çalışmasını Columbia üniversitesin­de sürdürür; Gardner Murphy ile “algıda bazı sosyal faktörler” üzerine yaptığı bu çalışmayı bitirdi­ğinde 1935 senesidir. “Sosyal normların temelinde yatan psikolojinin ne olduğu ve na­sıl işlediği” sorusundan yo­la çıkan bitirme tezi, Sosyal Normların Psikolojisi adıyla yayınlandığı 1936 senesinde sosyal psikoloji alanında ger­çek bir devrim yaratacak ve o zamandan beri bu alanın temel taşını oluştura­caktır. Kişinin üyesi bulundu­ğu gruplardan nasıl etkilen­diğini ince­leyerek sos­yal kuralla­rın gruba göre belirlendiğini, gruplar değiştikçe kuralların da değişeceğini deneylerle or­taya koymuştur.

Doktora sonrası, 1937 se­nesinde yurda dönen fakat bu­nun son dönüş olduğunu henüz bilmeyen Muzafer Sherif, hem çalışma alanı hem hayat görü­şü nedeniyle siyasal çalkantı­ların tam ortasında kalır. 1939 senesinde doçent olarak göreve başladığı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde sosyalist bir en­telektüel olarak yalnız değildir; savaşa ve ırkçılığa karşı Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Nus­ret Hızır, Saffet Dengi, Orhan Burian ve Halil Vedat gibi isim­lerle dayanışma halindedir.

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk

TKP ile temas içinde oldu­ğu 2. Dünya Savaşı yılların­da Behice Boran’la Adımlar dergisini çıkartırlar. İnsan dü­şüncesinin, hedeflerinin ve ar­zularının yani ego işlevlerinin doğuştan gelen sabit işlevler olmadığına, toplum içinde şe­killendiğine inanmakta yüksek nitelikli, ahenk içinde bir top­lum için yalnızca eğitimin ye­terli olmadığını ve fakat sosyal yapıda daha kökten değişiklik­ler gerektiğini savunmaktadır. Halkın Batılılaşmış aydınlar tarafından yukarıdan aşağıya doğru çağdaşlaştırılması dü­şüncesini doğru bulmaz; işe öncelikle hayata dair hakikat­lerin tanınması, sömürü iliş­kilerinin ve toplumsal yapı­nın saptanmasıyla başlamak gerektiğini çünkü toplumsal yapının değişmesinin, çağdaş­laşmanın koşulu olduğunu dü­şünür, sömürüden kurtulan ve teknolojik gelişme olanakları­na kavuşan halkın kendi çağ­daşlaşma dinamiklerini de ge­liştireceğini savunur.

Ülkede giderek yükselen ırkçılığa karşı 1943 senesin­de ırk kuramını ve Turancılığı eleştirdiği Irk Psikolojisi ad­lı kitabını yayımlar. Bu kitabı yazma sebebini kitabın önsö­zünde şöyle açıklamaktadır: “Memleketimizde son sene­lerde mahreci şüpheli bir ih­racat matahının, bulunmaz bir hint kumaşı gibi, memleketi­mizin fikir ve kıymet alemine sürülmesi yolunda gösterilen gayretkeşlikler bu küçük ki­tabı yazmağa sevketti. Mah­reci şüpheli bu ihracat malı, ırkçılıktır.” Nazım Hikmet, Kemal Tahir’e yazdığı 1943 ta­rihli bir mektubunda Muzafer Sherif hakkındaki izlenimle­rini şöyle bildirir: “Muzaffer Şerif’i ben tanırım. Enteresan çocuktur, ama ne senin ne de benim şöyle ahbapça arkadaş­lığını edebileceğimize pek ih­timal vermiyorum. Lüzumun­dan fazla münevver Amerikalı bilgin. Belki de bu altı yıl ön­ceki intibaımdır. Belki şimdi o da ben de değiştim. Kim bilir. Mamafih kitabı (Irk Psikoloji­si) cidden güzel, faydalı, aktü­el. Ve böyle bir kitaba sahip ol­duğumuz için sevinebiliriz.”

Turancı hareketin en et­kili isimlerinden Nihal Atsız Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye Açık Mektupları yayınladığın­da hedefteki isimlerden biri olarak 16 Mart 1944’te üniver­sitede arkadaşlarıyla birlikte komünizm propagandası yap­mak suçundan gözaltına alı­nır. Dört hafta sonra, 12 Nisan 1944’te serbest bırakılır. Prin­ceton’dan aldığı davet üzerine ABD’ye gider, aynı sene Carol­yn Wood ile evlenir. 1947’de Türkiye’ye yeniden dönmek isteyecektir. Fakat bu kez de eşinin yabancı olması sebe­biyle mevzuat gereği Ankara Üniversitesi’ndeki pozisyonu elinden alınınca hayal kırıklı­ğına uğrayacak, adını Muzafer Sherif olarak değiştirecek ve memleketine bir daha hiç dön­meyecektir.

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk

Muzafer Sherif, insan psi­kolojisinin sosyal tabiatını ortaya koyan çalışmalara im­za attığı Princeton dönemi­nin ardından, kısa bir müddet için Yale’e, daha sonra da 1966 senesine kadar çalışacağı Oklahoma’ya gider. 1950’ler so­ğuk savaş yıllarıdır, McCarthy döneminin meşhur cadı avın­da FBI soruşturmasına maruz kalır. 1950’ler ve 1960’lar bo­yunca pek çoğunu eşi Carol­yn Sherif ile gerçekleştirdiği çalışmalarından başka, sosyal psikolojinin bağımsız bir bilim dalı olarak kabul edilmesi için de büyük bir uğraş verir. Yak­laşık 40 yıl süren akademik yaşamı boyunca sosyal psiko­lojiyle ilgili deneylerinde birey ile grup ve gruplar arasındaki ilişkilere odaklanır. Otokinetik ve İzci Kampı (Robber’s Ca­ve) deneyleri psikoloji tarihi­nin klasikleri arasında yer alır. Muzaffer Şerif, grup davranış­larının deneysel araştırmala­rına imkan tanıyan bilimsel metodolojiyi kurarak, sosyal psikolojinin ayrı bir bilimsel disiplin olarak kabul edilmesi­nin yolunu açmıştır.

Uzun ve verimli kariyeri boyunca 24 kitap, 60 makale yazan, pek çok ödül kazanan Muzafer Sherif, 1972 sene­sinde Pensylvania State üni­versitesinden emekli olmuş, 1988’de Alaska’da hayata veda etmiştir. Sosyal psikolojinin kurucularından biri olarak ka­bul edilen Muzafer Sherif’in bu alanda birer klasik olan sosyal normlara dair çalış­maları halen ders kitapların­da yer almakta ve okullarda okutulmaktadır. Sosyal psiko­lojiye dair bıraktığı emsalsiz bilimsel miras ise, bugünü ay­dınlatmak ve anlamak için bü­yük ölçüde keşfedilmeyi bek­lemektedir.

“OTOKİNETİK ETKİ” DENEYİ

20. yüzyılın sosyal psikoloji klasiği

Tamamen karartılmış bir odada hareketsiz duran bir ışığa gözümüzü kaydırmadan bir süre bakarsak, ışık aslında yerinde durduğu halde onu hareket ediyormuş gibi görürüz. Muzafer Sherif bugün klasik olarak kabul edilen 1936 tarihli bu deneyinde “otokinetik etki” diye adlandı­rılan bu görsel algı sapmasından yararlanmıştır.

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk
Hâlâ ders kitaplarında Uzun ve başarılı kariyeri boyunca yazdığı çok sayıda eserden önemli bir bölümünü eşi Carolyn (Wood) Sherif ile birlikte kaleme alan Muzafer Sherif’in çalışmaları hâlâ okullarda okutuluyor.

Deneyde birbirlerini hiç tanımayan kişiler kullanılmıştır. İlk bölümde, tamamen karartıl­mış bir odaya teker teker alınan deneklere bir ışık gösterilmiş ve ışığın hangi yönde, ne kadar hareket ettiği sorulmuştur. Işık sabit olmasına rağmen, her denek ışığın belirli bir yöne, belli bir mesafe boyunca hareket ettiğini belirtmiştir. Deneyin ikinci bölü­münde, aynı kişiler, odaya bu kez grup halinde alınmış ve ışığın her gösterilişinde yargılarını yüksek sesle ifade etmeleri istenmiştir. İlk bölümde birbirinden farklı standartlar geliştiren kişilerin ikinci bölümde bu standartla­rından vazgeçerek grup halinde tek bir standart oluşturdukları gözlemlenmiştir. Deneyin üçüncü bölümünde karanlık odaya yine teker teker alınan deneklerin, ilk bölümdeki kanaatlerinde ısrar etmedikleri ve ikinci bölümde oluşturdukları grup standardına bağlı kaldıkları izlenmiştir.Dene­yin sonuçları şöyle özetlenebilir: Fiziksel gerçek belirsizse bireyler kendi gerçeklerini yaratırlar. Bir araya geldiklerinde ise kendi gerçeklerini bırakıp grup stan­dardını kullanırlar. Yani bireyin gerçeğinin yerini sosyal gerçeklik alır. Grup normu bir kez oluşunca bireyler artık ona inanmakta ve gönüllü olarak uymaktadır.

İZCİ KAMPI DENEYİ VE SİNEKLERİN TANRISI ROMANI

Aralarındaki şaşırtıcı benzerlik!

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk

20. yüzyılın en önemli psikoloji deneylerinden biri olarak kabul edilen İzci Kampı Deneyi’ne, sosyal psikolojinin belki de en can alıcı konusu olan ayrımcılık ve ötekileştirme meselesinin bir toplumda kolayca tetiklenebileceğini ve farklı gruplar arasında önyargıların körüklenerek düşmanlığa dönüş­türülebileceğini ortaya koyması bakımından bilim tarihinde büyük bir önem atfedilir. Deney ayrıca ayrımcılığın başlatılabildiği gibi ortadan kaldırılabileceğini ve düş­manlığın etkisiz hale getirilebile­ceğini de göstermesi bakımından da müstesnadır.

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk

Deneyin üçüncü aşamasında her iki grup ortak çıkarlara, ortak hedeflere yönlendirilir. Kampın tek su kaynağı kullanılamaz hale getirilir. Sonunda öğrenciler bu ortak sorunu işbirliği yaparak bereberce çözerler. Kamp sona er­diğinde öğrenciler aynı otobüsle dönmek için ısrar ederler.

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk

Deneyde 12’şer kişilik iki öğrenci grubunun ıssız bir yaz kampında birkaç ay geçirmesi planlanmıştır. Denekler daha önce hiçbiri diğerini tanımayan, orta sınıf ailelerden gelen, 11 yaşında, beyaz erkek çocuklar arasından seçilmiştir. Kampın iki ayrı yerine iki ayrı otobüsle götürülen gruplar başlangıçta diğerinin varlığından habersiz­dir. İlk birkaç günün ardından iki grubun da içerisinde doğal bir şekilde astların ve üstlerin ortaya çıktığı, bir hiyerarşinin şekillendi­ği gözlenir. Gruplar artık birbiriyle tanışmaya hazırdır. İki grup birbi­riyle karşılaştırılır ve aralarında rekabete dayalı sportif yarışmalar düzenlenir. Kısa zamanda eğlence adeta bir ölüm-kalım savaşına döner, istisnasız her grubun üyele­ri diğer grubun üyelerine sebepsiz düşmanlık beslemeye başlar.

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk

William Golding’in bir uçak kazası sonrası ıssız adada mahsur kalan okul çocuklarının medeni­yetten uzakta nasıl hızla dönüşü­me uğradıklarını anlatan Sineklerin Tanrısı romanının Muzafer Sherif’in İzci Kampı Deneyinden esinlendiği rivayet edilir. Roman 1954 yılında, deneyin kitap halinde yayınlan­masından birkaç ay sonra piyasaya çıkmıştır. Asıl mesleği öğretmenlik olan ve çocukları iyi tanıyan Golding’e göre ise roma­nın ana malzemesi henüz bitmiş olan 2. Dünya Sa­vaşı’nda tanık olduğu olaylar ve mesleki tecrübeleridir, benzerlik­ler sadece tesadüften ibarettir.

Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk
Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk
Sineklerin Tanrısı’nı bilimle öngören Türk
Çocuklar ıssız adada
1954’te, İzci Kampı Deneyinin kitap olarak yayımlanmasından iki ay sonra basılan Sineklerin Tanrısı’nda ıssız adaya düşen çocuklar Muzafer Sherif’in deneyindekine benzer koşullarda, benzer psikolojik tepkiler veriyordu. Kült roman; 1963’te Peter Brook, 1990’da Harry Hook tarafından sinemaya uyarlandı.