Robert Kolej’den mezun olup iş hayatına değil denize atıldı. Halikarnas Balıkçısı’nın izinden Bodrum’a ulaştı. 1950’lerin sonlarında geleneksel usullerle yapılan sünger avcılığına modern teknikleri kazandırdı. Tosun Sezen, meşhur Gavur Ali’lerin, “nargile”lerin, ilk tüplü dalışların, Bodrum’dan Mısır-Libya sahillerine uzanan yazılmamış tarihini #tarih’e anlattı.
İki buçuk tarafı denizlerle çevrili bir ülkede yaşıyoruz. Ama deniz ve sualtı dünyasının sevdalısı olup, süngercilerin hikayelerini bilenlerimizin sayısı azdır. Çilekeş deniz emekçileri olan süngercilerin hikayesi, ilk kez Bodrum’a siyasi sürgün olarak giden, ‘Halikarnas Balıkçısı’ adıyla bilinen Cevat Şakir’in eserlerinde anlatılmıştır. 1960’lardan önce geleneksel yöntemlerle dalış yapan, vurgun yiyip sakat kalan bu insanların ve süngerciliğin tarihi maalesef yazılmamıştır.
1950’lerin sonunda Bodrum sünger avcılığında bir devrim olur. İstanbul’dan Robert Kolej mezunu iki genç, önlerindeki parlak bir kariyeri ellerinin tersi ile iterek, Bodrum’un çilekeş deniz emekçilerine modern süngerciliği öğretmek üzere İstanbul’dan yola çıkarlar. Bodrum Deniz Müzesi’nin web sitesinde onların hikayesi şöyle özetlenmektedir:
“Sünger avcılığında önemli bir dönüm noktası da 1957-58’lerde ufak tekneleriyle İstanbul’dan Bodrum’a gelen Baskın ve Tosun adlarında iki gençle yaşanacaktır. Tüpleriyle gelen bu gençler bir süre sonra tüp sisteminden yararlanarak nargile sistemini geliştirir ve sünger avcılığında balıkadam dönemini başlatırlar. Yukarıdan makineyle dalgıcın ağzındaki regülatöre hava basmaya dayanan bu yöntemle epey sünger toplayan Baskın ve Tosun, 1963 yılında Gavur Ali adlı tirhandili yaptırarak sünger için Libya’ya kadar giderler”.
Yukarıdaki metinde soyadları bile verilmeyen bu iki genç Baskın Sokullu ve Tosun Sezen’dir. Baskın Sokullu’yu maalesef 2011’de kaybettik ama bugün 78 yaşında olan Tosun Sezen’in hafızası hâlâ pırıl pırıl. Türkiye’de süngerciliğin ve dalgıçlığın tarihi hakkında söyleyecek çok sözü, anlatacak çok hikayesi var…
Tosun Sezen, 1938’de İstanbul’da doğar. 1949’da Robert Kolej’e girer. Lise yıllarında, Halikarnas Balıkçısı’nın dalgıçlar ve süngerciler hakkındaki kitaplarını okuyarak sualtı dünyasıyla tanışır, dalgıçlığa merak sarar. Okulda, daha sonra ortağı olacak Baskın Sokullu ile birlikte bir dalgıç kulübü kurarlar. İstanbul’da o zamanlar, balıkadamların sayısı 10-15’i geçmemektedir. Caddebostan’daki Balıkadamlar Kulübü’nde de dalarlar ama esas olarak dalmayı Robert Kolej bünyesinde kurdukları kulüpte öğrenirler:
“Dışardan regülatör falan getirttik. Uçaklardan çıkma tüpler vardı. Onları test ettirdik. Sonra Balat’ta oksijen fabrikasında tüplere hava bastırdık. Boğaz’da dalıyorduk. Bu arada dalgıçlık yüzünden gazete manşetlerine taşındık”.
1 Mart 1958 günü Üsküdar isimli Şehir Hatları vapuru İzmit-Gölcük seferini yaparken aniden patlayan fırtınada Derince açıklarında batar, çoğu öğrenci 380 civarında insan ölür. Kazadan hemen sonra, Baskın Sokullu ile birlikte o batığa dalarlar, gazeteler dalışlarını birinci sayfadan haber yapar.
Cevat Şakir’in kitapları, dalgıçlık kariyerinin erken yıllarında Tosun Sezen’e rehberlik etmeye devam eder. 1956’da henüz lise ikinci sınıftayken yarıyıl tatilinde Baskın Sokullu’yla dümeni Bodrum’a çevirirler. O yıllarda İstanbul’dan Bodrum’a doğrudan otobüs seferi yoktur. İzmir’e kadar vapurla giderler, oradan yola otobüsle devam ederler. İzmir’den Milas ve Bodrum’a sadece haftada iki gün otobüs seferi vardır:
“Kaçırdın mı otelde yatıp diğer otobüsü beklerdin. İşte tıngır mıngır, o zamanın Karadeveci firmasının burunlu otobüsüyle Bodrum’a gittik. Bodrum’da süngercilerle tanıştık. Onların hikayelerini daha evvel okumuştuk ama vurgun yiyip nasıl sakat kaldıkların kendi gözlerimizle gördük”.
Bodrum süngercileri o yıllarda eski usullerle dalmakta, kocaman başlıklar kullanmakta, dekompresyonun ne olduğunu bilmemektedir: “Vurgun yedikleri zaman basınç odasında iyileşebileceklerinin farkında değillerdi. Sadece askerliğini Bahriye’de yapanlar, denizaltıda veya Çubuklu Dalgıç Okulu’nda görev yapanlar modern tüplü dalış tekniklerinden haberdardı”.
Meşhur Gâvur Ali’yle (Karayel) de bu ilk Bodrum maceralarında tanışırlar: “Gâvur Ali Kaptan modern usullerle dalış yapılabileceğini ve sünger çıkartılabileceğini Bodrum’da düşünen ilk kişiydi. Diğerleri, bu işe ‘olmaz’ diyorlardı”. O zamanlar 60 yaşını geçmiş olan Gâvur Ali, hem müthiş bir kaptan hem de iyi bir idarecidir. Modern teknolojiden yararlanarak dalmak, yerel süngerciler arasında ilk onun aklına yatar, denemeye karar verir. O yılların Bodrum’unda kompresör bile yoktur, boşalan tüpleri doldurmak imkansızdır. Tosun ile Baskın yanlarında getirdikleri tüplerdeki hava bitinceye kadar dalarlar. Bu ilk seyahatten sonra artık bütün tatillerini Bodrum’da geçirmeye ve tüplü-tüpsüz dalmaya başlarlar.
Tosun Sezen 1958’de Robert Kolej’i bitirdikten sonra süngerciliği modernleştirmek amacıyla Beşiktaş’taki Et Balık Kurumu’nun (EBK) araştırma merkezinde çalışmaya başlar. Sınırlı olanaklara rağmen bu merkezde bir sene işçi statüsüyle görev yapar. Tam kadrolu olmadığı bu süre zarfında günlük 12,5 liradan ayda eline 375 lira geçer: “İmkanlar kısıtlıydı ama bize Mercan isimli bir balıkçı teknesi verdiler. Biz de tekneye dalgıç kompresörü koyduk. Balıkadamlar Kulübünden de – biri Mimar Berk Or – iki amatör arkadaş daha aldık. Bodrum’a gittik. Oradaki dalgıçlara tüple dalmayı öğretmeye başladık”.
Ama Bodrumlular tüple dalış yöntemine inanmamaktadır. Dedikodular çıkar. ‘Olur mu canım, tüple de dalınır mıymış’ diyenler hâlâ çoğunluktadır. Bodrum’da iki ay kalırlar, epey sünger avlarlar, gençlere dalgıçlık öğretirler. İki ay sonra sonbaharda İstanbul’a geri çağırılırlar. Tosun Sezen’in niyeti artık Bodrum’da bir dalgıç okulu açmak, o okulda modern yöntemlerle dalmasını bilen süngerciler yetiştirmektir. Dalgıçların vurgun yiyip kötürüm kalmasını engellemek için bir basınç odası kurmak da planları arasındadır: “Demokrat Parti dönemiydi, EBK aşırı siyasallaşmış bir yerdi. Bu işleri yapmak için siyasete girmek lazımdı. O da benim işim değildi”.
Yine de kurum bünyesinde gerçekleştirdikleri gezinin Bodrum’a dolaylı bir faydası olur. EBK, balıkçılara hizmet olsun diye Bodrum’da bir buz fabrikası kurar. O dönemde deniz balık kaynamaktadır ama balığın ekonomik bir değeri yoktur. Çünkü tutulan balık sıcakta bozulmaktadır. Buz fabrikasından sonra balıkçılar tuttukları balıkları buza yatırıp şehir dışına satmaya başlarlar. Böylece buz fabrikası sayesinde balıkçılık gelişir. Ama EBK’nin süngercilere bir faydası olmaz. Tosun Sezen artık bu işin devletle olmayacağını anlamıştır. İstifa eder ve Baskın Sokullu ile ortak olarak çalışmaya karar verirler. Ama önce vatani görevini tamamlaması gerekmektedir, 1959’da askere gider.
O yıllarda dalgıçlık yapmış olanlar Deniz Kuvvetleri’ne alınmaktadır. O da askerliğini yedek subay olarak Çubuklu Dalgıç Okulu’nda yapar. Hem erlere, hem de subaylara dalgıçlık öğretir. Bu arada Tabip Yarbay Ethem Bölen’in açtığı kursa katılır, Çubuklu’daki Amerikan yapımı basınç odasında ‘basınç odası operatörlüğü’nü de öğrenir. 1961’de terhis olur, artık süngercilik hayaliyle arasında hiçbir engel kalmamıştır.
Aynı yıl Baskın Sokullu ile Bodrum’a yerleşirler, küçük paralarla sünger avcılığına başlarlar. Tosun Sezen pul koleksiyonunu 3.000 liraya satar. Baskın Sokullu’ya ise vefat eden babasından 5.000 lira kalır. O parayla 1961’de, 1995’e kadar yaşayacak olan ‘Sokullu-Sezen Deniz Dibi İşleri Kolektif Şirketi’ni kurarlar. İlk olarak, İstanbul’da Ayvansaray’da Pamuk Usta’ya altı metrelik bir sandal yaptırırlar, paraları ancak ona yeter. Tekneye altı beygirlik bir motor taktırırlar. Bu motordan kayış-kasnak ile ayrıca güç alıp hava kompresörünü çalıştırırlar:
“Oldu sana, nargile! Biz ‘nargile’ dediğimiz modern sistemle dalıyorduk. Teknede mazotla çalışan kompresörden basılan hava İtalyan malı hortumla dalgıcın ağzındaki regülatöre gidiyordu. Böylece, tüpün yarattığı sınırlı dalış süreleri sorununu çözmüştük”. Böylece sünger çıkarmaya başlarlar. Taşları, sünger yataklarını iyi bilen Gâvur Ali de onlarla birliktedir. Süngerlerin parasıyla mazot ve kumanya alıp daha güneye doğru devam ederler. Bodrumlu dalgıçlar olan biteni hayretle seyretmekte, onlara ‘deli’ demektedir:
“Kahvedeki dedikodu şuydu: ‘İstanbul’da Bakırköy’deki tımarhane yanmış, deliler yurdun dört bir tarafına kaçışmış, iki tanesi de Bodrum’a düşmüş’ diyorlardı. Bunu duyunca biz de teknemizin ismini Bodrum Liman Başkanlığı’na Tımarhane olarak tescil ettirdik. Kaptanı da resmen Gâvur Ali oldu”.
İşleri yolunda gider, gayet güzel sünger çıkartırlar, iyi para kazanırlar. Ayrıca Bodrumlu birkaç genci de yetiştirmeye başlarlar. Maddi imkanları artınca Bodrumlu Erol ile Mehmet Ustalara 10 metre boyunda bir tirhandil ısmarlarlar. Teknenin beyazı 7.000 liraya mal olur. Ziraat Bankası’nın 15.000 liralık donanım kredisiyle İstanbul’dan da Lister marka bir motor alırlar. Bankadan ayrıca 6.000 lira işletme kredisini de kullanırlar. Artık gerçek bir dalış ve sünger tekneleri vardır, adını Ali Dayı koyarlar. Eylül ayına doğru denize indirdikleri teknenin tuvaleti yoktur: “Seyir esnasında büyük abdesti gelenin işi zor olurdu. İki tane halka vardı. Bacaklarınızı küpeşteye koyup, arkanızı da denize vererek halkalara tutunarak işinizi görmek zorundaydınız. Zordu tabii!”.
Ali Dayı ile ilk olarak Fethiye Körfezi’ne giderler, Tersane adasını kendilerine liman yaparlar. Ayrıca ismi Fok olan ayna kıç, eski bir tekne satın almışlardır, onu depo olarak kullanırlar. Dalgıçların sayısı yediye ulaşmıştır, kalabalıklaşan ekibin bir kısmı o teknede yatar. Kaptanları Gâvur Ali, aşçıları Minnoş Dayı’dır. Tosun Sezen’in eşi Josette de ekiptedir. Fethiye Körfezi’nde o kadar çok sünger vardır ki, sadece iki ay içinde 450 kg sünger avlarlar. Bu kadar çok sünger ile Bodrum’a dönünce tabii kahvedekilerin kafası karışır. Gâvur Ali ve diğer dalgıçlar onlara nasıl daldıklarını anlatırlar.
Ekipten kimsenin vurgun yiyip sakat kalmadığını gören Bodrumlu süngerciler nihayet “bu işi bize de öğretin” diye ricacı olurlar. Bodrumlu tornacı kardeşler Mahmut ve Ali Kurutaş da yeni dalgıçlar için nargile takımı ve bağlantılarını yapmayı öğrenirler. Yerel süngercilere nargile sistemi için takım hazırlamaya başlarlar. Kompresörler de İstanbul’dan getirtilir. Eski dalış yöntemleri terk edilir, artık herkes balıkadam olmak istemektedir, birçok yeni tekne yapılır.
Tosun Sezen ve ekibi sonraki yaz, iki tekneyle Mersin Taşucu’na kadar giderler. Ali Dayı ve Fok ile toplam 2500 kg sünger avlarlar. Bu kez yanlarında yurtdışından transfer ettikleri yeni teknolojileri de vardır. Norveç’ten getirttikleri SIMRAD marka hassas elek- tronik iskandil aleti, deniz zeminindeki topografyayı yukarıdan çizerek işlerini kolaylaştırır. Dalgıçların denizin dibi ile üzerindeki taşı renginden ayırt etmelerini, dalacakları yeri doğru belirlemelerini sağlar: “Taşa mı dalıyorsun, yoksa kum tepesine mi dalıyorsun önceden biliyordun”.
Her yaz daha uzaklara giderler, İskenderun’da Arsuz sahiline kadar sünger peşinde koşarlar. Fakat 1962’de Türkiye kıyılarında süngerlerde hastalık başlar. Bu, deyim yerindeyse, bir tür ‘sünger kanseri’dir. Tosun Sezen ve arkadaşları sünger avcılığına devam edebilmek için ne yapacaklarını kara kara düşünmeye başlarlar. Sonunda Yunanlı süngerciler gibi Libya’ya gitmeye karar verirler. Dışişleri Bakanlığı’na müracaat ederek, elçilik vasıtasıyla Libya’dan resmî bir ‘sünger avlama izni’ alırlar. Dönem Kaddafi’nin darbesinden öncedir, iktidarda Kral Sunusi vardır.
İstanbul’dan bir çektirme alırlar. Onu biraz tâdilatla geliştirirler, içine su ve mazot tankları, kumanya depoları ekletirler. Kumanyayı İzmir’de düzerler, 1963 Haziran’ında yola çıkarlar. Aralarında daha önce İskenderiye ile İngiltere’nin limanları arasında sefer yapan gemilerde tayfalık yapmış, bu sırada Arapça öğrenmiş Gâvur Ali ile Tosun Sezen’in eşi Josette’in de bulunduğu 17 kişilik ekip, Erkahraman adlı çektirme ve Ali Dayı ile Libya’ya gecikmeli de olsa ulaşır. Bâkir deniz balık kaynamaktadır. Onlar sünger avlarken, insan yüzü görmemiş balıklar şaşkın gözlerle onları izler: “Sünger toplarken köpek balıkları, büyük çekiçbaşlar, orfozlar gelip merakla bakıyordu. Koca balıkları kulağından tutup torbaya atmak mümkündü”.
Libya sularında 1.200 kilo sünger toplarlar. Fakat yeni bir sorunları vardır. Av bereketlidir ama, onu nasıl paraya dönüştüreceklerini daha önce hiç düşünmemişlerdir. Süngerleri Bodrum’a götürseler ithalat işlemi yapılacağından ödeyecekleri vergi bütün kazançlarını sıfırlayacaktır. Sonunda dönüş yolunda Bodrum’a yaklaşık 20 mil mesafedeki Kalimnos adasına uğramaya karar verirler. Yunan adasında süngerleri gümrüklü sahadaki depoya koyarlar, sünger borsasının açılmasını beklemeye başlarlar. Tayfalar adayı biraz gezdikten sonra Erkahraman’la Bodrum’a dönerler. Tosun Sezen ise eşi Josette ve yüzme bilmeyen gemicileri Minnoş Dayı ile birlikte Ali Dayı teknesi ile Kalimnos adasında kalır, Kristal Otel’e yerleşirler.
Tesadüf bu ya, o sırada Yorgo Papandreu-Dede (1888-1968) seçim kampanyası için adaya gelmiş, ada halkına bir balkon konuşması yapmaktadır. Giritli olduğu için çok iyi Rumca bilen Minnoş Dayı’yı olanı biteni öğrenmesi için mitinge gönderirler. Usta aşçı Minnoş Dayı biraz sonra geri döner, eline aldığı bıçağı eğelemeye başlar. “Ne yapıyorsun” diye sorduklarında “Ağabey, bu adam Anadolu’yu alacağız diye nutuk atıyor. Halk da ‘Anatoli’ ve Konstantinoupoli diye bağırıyor. Şimdi, bizi burada kesmeye kalkarlarsa, ben de hiç olmazsa birini götürürüm” diye cevap verir.
Bütün bunlar olurken limanda bağlı teknelerinde Türk bayrağı dalgalanmaktadır. Ama bir sorun çıkmaz. Çünkü, Libya’da, Tobruk’ta sünger çıkarırlarken, yakınlarında avlanırken vurgun yiyen Yunanlı dalgıç Rodoslu Manolis’i teknelerindeki basınç odasında tedavi etmişler, onu da yanlarında Kalimnos’a getirmişlerdir. Manolis, adadaki ziyaretçi Türkler hakkında iyi şeyler söylemiş olmalıdır.
22 Kasım 1963 tarihinde Başkan Kennedy suikasti gerçekleşir. Aynı dönemde, Kıbrıs’taki çatışmalar (Kanlı Noel, 21 Aralık 1963) nedeniyle Türk-Yunan ilişkileri iyice gerilmiştir. Borsa açılınca, Kalimnos’ta süngerleri satıp Bodrum’a dönerler. Ama artık Türk karasularında süngercilere ekmek kalmamıştır: “Hastalık nedeniyle bizim için Türkiye’de süngercilik bitmişti. Türkiye’ye döndükten sonra, Çanakkale muharebeleri sırasında batan zırhlıların peşine düştük”.
1959’DAN OLAĞANÜSTÜ BİR SÜNGER AVI HİKAYESİ
Allah ve Gâvur Ali yardım etti
Tosun Sezen’in arkadaşı 80 yaşındaki dalgıç Berk Or, 1959’da Bodrum’da sünger avı sırasında yaşadığı inanılmaz hadiseyi anlattı:
“Yıl 1959. Baskın’la birlikte Bodrum’dayız. Yılların tecrübesi Gâvur Ali Kaptan bir gün önce “yarın gari seni fışıka atacağım” dedi. Fışık dediği denizin dibindeki çamurlu ama zengin sünger yatağı olan bir yer. Sabah gün doğmadan Oraklar Mevkii’ne doğru yola çıktık. Derin su demir ipinden 60-70 metreye indim. Aletler iptidai, nargile var, hava kuvvetlerinin ıskartaya çıkardığı kompresörleri modifiye etmişiz ama su kaçırıyor, üfleyip dışarı atıyoruz sürekli. Tek kademeli regülatör kullanıyoruz, o da hava kaçırıyor.
Elimde apoş dediğimiz sünger fileleri var. Bir ara hava zorlamaya başladı, sinirlendim yukarı doğru çıkmaya başladım yavaş yavaş. Yüzeye 7-8 metre kala hava yeniden bollandı; bunun üzerine tekrar daldım ama mükerrer dalışa girdi. Aşağıda bir sünger daha gördüm. Tam alacakken bir anda hava tamamen kesildi. Hortum gam yaptı dedim ama durum değişmedi. Son havayı da üfledim. Yapacak bir şey yok, tek çözüm yukarı fırlamak. O sırada 58 metredeyim, vurgun ihtimali neredeyse yüzde 100. Ölümle hayat arasında gittim, geldim. Tam pes ettiğim noktada teknenin siluetini gördüm ve son gayretle çıktım yukarı.
Boru kopmuş, farkına varmışlar ama çok geç. Elim ayağım tutmuyor. “Hemen İstanbul’a tazyik odasına götürün” dedim ama, kendim de inanmıyorum. O zamanki yollarla, araçlarla İstanbul’a ulaşmak en az bir gün. Gâvur Ali “sana bişey olmayacak, geç küreğe” dedi. Elim ayağım tutmuyor, moral sıfır. Kıyıya vurduk, “çık koş” dedi bu sefer. Düştüm, dizlerim, her tarafım parçalandı, ama farkettim o kadar kötü değilim. Düşe kalka koşmaya başladım.
Vurgun 6 saat içinde çıkabilir. Bodrum’a dönüş yolunda hava patladı, sürekli su boşaltıyoruz tekneden. Bodrum’a geldik, bir baktım 8 saat geçmiş üzerinden. Allah ve Gâvur Ali yardım etti, sağ kaldım, sakatlanmadım”.