Kasım
sayımız çıktı

Sünger peşindeBodrum’a gitti,vurgunu bitirdi

Robert Kolej’den mezun olup iş hayatına değil denize atıldı. Halikarnas Balıkçısı’nın izinden Bodrum’a ulaştı. 1950’lerin sonlarında geleneksel usullerle yapılan sünger avcılığına modern teknikleri kazandırdı. Tosun Sezen, meşhur Gavur Ali’lerin, “nargile”lerin, ilk tüplü dalışların, Bodrum’dan Mısır-Libya sahillerine uzanan yazılmamış tarihini #tarih’e anlattı.

İki buçuk tarafı denizlerle çevrili bir ülkede yaşıyoruz. Ama deniz ve sualtı dünya­sının sevdalısı olup, süngerci­lerin hikayelerini bilenlerimi­zin sayısı azdır. Çilekeş deniz emekçileri olan süngercilerin hikayesi, ilk kez Bodrum’a siya­si sürgün olarak giden, ‘Hali­karnas Balıkçısı’ adıyla bilinen Cevat Şakir’in eserlerinde anla­tılmıştır. 1960’lardan önce gele­neksel yöntemlerle dalış yapan, vurgun yiyip sakat kalan bu in­sanların ve süngerciliğin tarihi maalesef yazılmamıştır.

1950’lerin sonunda Bodrum sünger avcılığında bir devrim olur. İstanbul’dan Robert Ko­lej mezunu iki genç, önlerinde­ki parlak bir kariyeri ellerinin tersi ile iterek, Bodrum’un çile­keş deniz emekçilerine modern süngerciliği öğretmek üzere İstanbul’dan yola çıkarlar. Bod­rum Deniz Müzesi’nin web si­tesinde onların hikayesi şöyle özetlenmektedir:

“Sünger avcılığında önem­li bir dönüm noktası da 1957-58’lerde ufak tekneleriy­le İstanbul’dan Bodrum’a gelen Baskın ve Tosun adlarında iki gençle yaşanacaktır. Tüpleriyle gelen bu gençler bir süre son­ra tüp sisteminden yararlana­rak nargile sistemini geliştirir ve sünger avcılığında balıkadam dönemini başlatırlar. Yukarıdan makineyle dalgıcın ağzındaki regülatöre hava basmaya daya­nan bu yöntemle epey sünger toplayan Baskın ve Tosun, 1963 yılında Gavur Ali adlı tirhandili yaptırarak sünger için Libya’ya kadar giderler”.

Tosun Sezen 1958’de Bodrum’da …

Yukarıdaki metinde soyad­ları bile verilmeyen bu iki genç Baskın Sokullu ve Tosun Se­zen’dir. Baskın Sokullu’yu ma­alesef 2011’de kaybettik ama bugün 78 yaşında olan Tosun Sezen’in hafızası hâlâ pırıl pı­rıl. Türkiye’de süngerciliğin ve dalgıçlığın tarihi hakkında söy­leyecek çok sözü, anlatacak çok hikayesi var…

“Gâvur Ali Kaptan
modern usullerle dalış
yapılabileceğini ve
sünger çıkartılabileceğini
Bodrum’da düşünen ilk
kişiydi. Diğerleri, bu işe
‘olmaz’ diyorlardı. O
zamanlar 60 yaşını geçmiş
olan Gâvur Ali, hem
müthiş bir kaptan hem de
iyi bir idareciydi. Modern
teknolojiden yararlanarak
dalmak, yerel süngerciler
arasında ilk onun aklına
yattı”

Tosun Sezen, 1938’de İs­tanbul’da doğar. 1949’da Robert Kolej’e girer. Lise yıllarında, Ha­likarnas Balıkçısı’nın dalgıçlar ve süngerciler hakkındaki ki­taplarını okuyarak sualtı dün­yasıyla tanışır, dalgıçlığa merak sarar. Okulda, daha sonra ortağı olacak Baskın Sokullu ile bir­likte bir dalgıç kulübü kurarlar. İstanbul’da o zamanlar, balı­kadamların sayısı 10-15’i geç­memektedir. Caddebostan’da­ki Balıkadamlar Kulübü’nde de dalarlar ama esas olarak dalma­yı Robert Kolej bünyesinde kur­dukları kulüpte öğrenirler:

“Dışardan regülatör falan getirttik. Uçaklardan çıkma tüpler vardı. Onları test ettirdik. Sonra Balat’ta oksijen fabrika­sında tüplere hava bastırdık. Boğaz’da dalıyorduk. Bu arada dalgıçlık yüzünden gazete man­şetlerine taşındık”.

Tosun Sezen ve Baskın Sokullu’nun dalış teknesi Bodrum’da tersanede inşa edilirken. Arkada görülen Rum Kilisesi şimdilerde yok!

1 Mart 1958 günü Üsküdar isimli Şehir Hatları vapuru İz­mit-Gölcük seferini yaparken aniden patlayan fırtınada De­rince açıklarında batar, çoğu öğ­renci 380 civarında insan ölür. Kazadan hemen sonra, Baskın Sokullu ile birlikte o batığa da­larlar, gazeteler dalışlarını bi­rinci sayfadan haber yapar.

Cevat Şakir’in kitapları, dal­gıçlık kariyerinin erken yılla­rında Tosun Sezen’e rehberlik etmeye devam eder. 1956’da he­nüz lise ikinci sınıftayken yarı­yıl tatilinde Baskın Sokullu’yla dümeni Bodrum’a çevirirler. O yıllarda İstanbul’dan Bodrum’a doğrudan otobüs seferi yoktur. İzmir’e kadar vapurla gider­ler, oradan yola otobüsle devam ederler. İzmir’den Milas ve Bod­rum’a sadece haftada iki gün otobüs seferi vardır:

“Kaçırdın mı otelde yatıp diğer otobüsü beklerdin. İşte tıngır mıngır, o zamanın Kara­deveci firmasının burunlu oto­büsüyle Bodrum’a gittik. Bod­rum’da süngercilerle tanıştık. Onların hikayelerini daha evvel okumuştuk ama vurgun yiyip nasıl sakat kaldıkların kendi gözlerimizle gördük”.

Tosun Sezen, Bodrum’da dalış esnasında …

Bodrum süngercileri o yıl­larda eski usullerle dalmakta, kocaman başlıklar kullanmak­ta, dekompresyonun ne oldu­ğunu bilmemektedir: “Vurgun yedikleri zaman basınç odasın­da iyileşebileceklerinin farkın­da değillerdi. Sadece askerliğini Bahriye’de yapanlar, denizaltıda veya Çubuklu Dalgıç Okulu’n­da görev yapanlar modern tüp­lü dalış tekniklerinden haber­dardı”.

“O yıllarda İstanbul’dan
Bodrum’a doğrudan otobüs
seferi yoktu. İzmir’den
Milas ve Bodrum’a sadece
haftada iki gün sefer
vardı. İşte tıngır mıngır,
o zamanın Karadeveci
firmasının burunlu
otobüsüyle Bodrum’a
gittik, süngercilerle tanıştık.
Hikayelerini daha evvel
okumuştuk ama vurgun
yiyip nasıl sakat kaldıklarını
kendi gözlerimizle gördük”

Meşhur Gâvur Ali’yle (Ka­rayel) de bu ilk Bodrum mace­ralarında tanışırlar: “Gâvur Ali Kaptan modern usullerle dalış yapılabileceğini ve sünger çı­kartılabileceğini Bodrum’da düşünen ilk kişiydi. Diğerleri, bu işe ‘olmaz’ diyorlardı”. O za­manlar 60 yaşını geçmiş olan Gâvur Ali, hem müthiş bir kap­tan hem de iyi bir idarecidir. Modern teknolojiden yararla­narak dalmak, yerel süngerciler arasında ilk onun aklına yatar, denemeye karar verir. O yılla­rın Bodrum’unda kompresör bile yoktur, boşalan tüpleri dol­durmak imkansızdır. Tosun ile Baskın yanlarında getirdikleri tüplerdeki hava bitinceye kadar dalarlar. Bu ilk seyahatten son­ra artık bütün tatillerini Bod­rum’da geçirmeye ve tüplü-tüp­süz dalmaya başlarlar.

1950’lerde kullanılan dalış takımları.

Tosun Sezen 1958’de Robert Kolej’i bitirdikten sonra sünger­ciliği modernleştirmek amacıy­la Beşiktaş’taki Et Balık Kuru­mu’nun (EBK) araştırma mer­kezinde çalışmaya başlar. Sınırlı olanaklara rağmen bu merkez­de bir sene işçi statüsüyle gö­rev yapar. Tam kadrolu olma­dığı bu süre zarfında günlük 12,5 liradan ayda eline 375 lira geçer: “İmkanlar kısıtlıydı ama bize Mercan isimli bir balıkçı teknesi verdiler. Biz de tekne­ye dalgıç kompresörü koyduk. Balıkadamlar Kulübünden de – biri Mimar Berk Or – iki amatör arkadaş daha aldık. Bodrum’a gittik. Oradaki dalgıçlara tüple dalmayı öğretmeye başladık”.

Ama Bodrumlular tüple da­lış yöntemine inanmamaktadır. Dedikodular çıkar. ‘Olur mu ca­nım, tüple de dalınır mıymış’ di­yenler hâlâ çoğunluktadır. Bod­rum’da iki ay kalırlar, epey sün­ger avlarlar, gençlere dalgıçlık öğretirler. İki ay sonra sonba­harda İstanbul’a geri çağırılır­lar. Tosun Sezen’in niyeti artık Bodrum’da bir dalgıç okulu aç­mak, o okulda modern yöntem­lerle dalmasını bilen süngerci­ler yetiştirmektir. Dalgıçların vurgun yiyip kötürüm kalma­sını engellemek için bir basınç odası kurmak da planları ara­sındadır: “Demokrat Parti döne­miydi, EBK aşırı siyasallaşmış bir yerdi. Bu işleri yapmak için siyasete girmek lazımdı. O da benim işim değildi”.

Eski Bodrum’dan bir fotoğraf. Gavur Ali ve Baskın Sokullu esnafla sohbet ederken.

Yine de kurum bünyesinde gerçekleştirdikleri gezinin Bod­rum’a dolaylı bir faydası olur. EBK, balıkçılara hizmet olsun diye Bodrum’da bir buz fabri­kası kurar. O dönemde deniz balık kaynamaktadır ama balı­ğın ekonomik bir değeri yoktur. Çünkü tutulan balık sıcakta bo­zulmaktadır. Buz fabrikasından sonra balıkçılar tuttukları ba­lıkları buza yatırıp şehir dışına satmaya başlarlar. Böylece buz fabrikası sayesinde balıkçılık gelişir. Ama EBK’nin sünger­cilere bir faydası olmaz. Tosun Sezen artık bu işin devletle ol­mayacağını anlamıştır. İstifa eder ve Baskın Sokullu ile ortak olarak çalışmaya karar verir­ler. Ama önce vatani görevini tamamlaması gerekmektedir, 1959’da askere gider.

O yıllarda dalgıçlık yapmış olanlar Deniz Kuvvetleri’ne alınmaktadır. O da askerliği­ni yedek subay olarak Çubuk­lu Dalgıç Okulu’nda yapar. Hem erlere, hem de subaylara dalgıç­lık öğretir. Bu arada Tabip Yar­bay Ethem Bölen’in açtığı kursa katılır, Çubuklu’daki Amerikan yapımı basınç odasında ‘basınç odası operatörlüğü’nü de öğ­renir. 1961’de terhis olur, artık süngercilik hayaliyle arasında hiçbir engel kalmamıştır.

Aynı yıl Baskın Sokullu ile Bodrum’a yerleşirler, küçük pa­ralarla sünger avcılığına başlar­lar. Tosun Sezen pul koleksiyo­nunu 3.000 liraya satar. Baskın Sokullu’ya ise vefat eden baba­sından 5.000 lira kalır. O parayla 1961’de, 1995’e kadar yaşayacak olan ‘Sokullu-Sezen Deniz Dibi İşleri Kolektif Şirketi’ni kurar­lar. İlk olarak, İstanbul’da Ay­vansaray’da Pamuk Usta’ya altı metrelik bir sandal yaptırırlar, paraları ancak ona yeter. Tekne­ye altı beygirlik bir motor taktı­rırlar. Bu motordan kayış-kas­nak ile ayrıca güç alıp hava kom­presörünü çalıştırırlar:

“Oldu sana, nargile! Biz ‘nar­gile’ dediğimiz modern sistem­le dalıyorduk. Teknede mazotla çalışan kompresörden basılan hava İtalyan malı hortumla dal­gıcın ağzındaki regülatöre gidi­yordu. Böylece, tüpün yarattığı sınırlı dalış süreleri sorununu çözmüştük”. Böylece sünger çı­karmaya başlarlar. Taşları, sün­ger yataklarını iyi bilen Gâvur Ali de onlarla birliktedir. Sün­gerlerin parasıyla mazot ve ku­manya alıp daha güneye doğru devam ederler. Bodrumlu dal­gıçlar olan biteni hayretle sey­retmekte, onlara ‘deli’ demek­tedir:

Baskın Sokullu ve Tosun Sezen Bodrum’da …

“Kahvedeki dedikodu şuy­du: ‘İstanbul’da Bakırköy’deki tımarhane yanmış, deliler yur­dun dört bir tarafına kaçışmış, iki tanesi de Bodrum’a düşmüş’ diyorlardı. Bunu duyunca biz de teknemizin ismini Bodrum Liman Başkanlığı’na Tımarha­ne olarak tescil ettirdik. Kaptanı da resmen Gâvur Ali oldu”.

“Bodrumlu dalgıçlar olan biteni hayretle seyrediyor, bize
‘deli’ diyorlardı. Kahvedeki dedikodu şuydu: ‘İstanbul’da
Bakırköy’deki tımarhane yanmış, deliler yurdun dört
bir tarafına kaçışmış, iki tanesi de Bodrum’a düşmüş’.
Bunu duyunca biz de teknemizin ismini Bodrum Liman
Başkanlığı’na Tımarhane olarak tescil ettirdik. Kaptanı da
resmen Gâvur Ali oldu”

İşleri yolunda gider, gayet güzel sünger çıkartırlar, iyi pa­ra kazanırlar. Ayrıca Bodrum­lu birkaç genci de yetiştirmeye başlarlar. Maddi imkanları ar­tınca Bodrumlu Erol ile Meh­met Ustalara 10 metre boyunda bir tirhandil ısmarlarlar. Tek­nenin beyazı 7.000 liraya mal olur. Ziraat Bankası’nın 15.000 liralık donanım kredisiyle İs­tanbul’dan da Lister marka bir motor alırlar. Bankadan ayrıca 6.000 lira işletme kredisini de kullanırlar. Artık gerçek bir da­lış ve sünger tekneleri vardır, adını Ali Dayı koyarlar. Eylül ayına doğru denize indirdikleri teknenin tuvaleti yoktur: “Seyir esnasında büyük abdesti gele­nin işi zor olurdu. İki tane halka vardı. Bacaklarınızı küpeşteye koyup, arkanızı da denize vere­rek halkalara tutunarak işinizi görmek zorundaydınız. Zordu tabii!”.

1960’lardan bir fotoğraf: Tosun Sezen ve eşi Josette Sezen, Ara Güler, Perihan Hanim ve Baskın Sokullu.

Ali Dayı ile ilk olarak Fethi­ye Körfezi’ne giderler, Tersa­ne adasını kendilerine liman yaparlar. Ayrıca ismi Fok olan ayna kıç, eski bir tekne satın almışlardır, onu depo olarak kullanırlar. Dalgıçların sayısı yediye ulaşmıştır, kalabalıkla­şan ekibin bir kısmı o tekne­de yatar. Kaptanları Gâvur Ali, aşçıları Minnoş Dayı’dır. Tosun Sezen’in eşi Josette de ekipte­dir. Fethiye Körfezi’nde o kadar çok sünger vardır ki, sadece iki ay içinde 450 kg sünger avlarlar. Bu kadar çok sünger ile Bod­rum’a dönünce tabii kahvedeki­lerin kafası karışır. Gâvur Ali ve diğer dalgıçlar onlara nasıl dal­dıklarını anlatırlar.

Ekipten kimsenin vurgun yiyip sakat kalmadığını gören Bodrumlu süngerciler nihayet “bu işi bize de öğretin” diye ri­cacı olurlar. Bodrumlu tornacı kardeşler Mahmut ve Ali Kuru­taş da yeni dalgıçlar için nargile takımı ve bağlantılarını yapma­yı öğrenirler. Yerel süngerci­lere nargile sistemi için takım hazırlamaya başlarlar. Kompre­sörler de İstanbul’dan getirtilir. Eski dalış yöntemleri terk edilir, artık herkes balıkadam olmak istemektedir, birçok yeni tekne yapılır.

Tosun Sezen ve ekibi sonra­ki yaz, iki tekneyle Mersin Ta­şucu’na kadar giderler. Ali Dayı ve Fok ile toplam 2500 kg sün­ger avlarlar. Bu kez yanlarında yurtdışından transfer ettikle­ri yeni teknolojileri de vardır. Norveç’ten getirttikleri SIM­RAD marka hassas elek- tronik iskandil aleti, deniz zemininde­ki topografyayı yukarıdan çize­rek işlerini kolaylaştırır. Dalgıç­ların denizin dibi ile üzerindeki taşı renginden ayırt etmelerini, dalacakları yeri doğru belirle­melerini sağlar: “Taşa mı dalı­yorsun, yoksa kum tepesine mi dalıyorsun önceden biliyordun”.

Eski ve yeni yan yana: Geleneksel yöntemlerle dalan dalgıçlar ve nargile ile dalanlar.

Her yaz daha uzaklara gi­derler, İskenderun’da Arsuz sahiline kadar sünger peşinde koşarlar. Fakat 1962’de Türkiye kıyılarında süngerlerde hasta­lık başlar. Bu, deyim yerindeyse, bir tür ‘sünger kanseri’dir. To­sun Sezen ve arkadaşları sün­ger avcılığına devam edebilmek için ne yapacaklarını kara kara düşünmeye başlarlar. Sonun­da Yunanlı süngerciler gibi Li­bya’ya gitmeye karar verirler. Dışişleri Bakanlığı’na müracaat ederek, elçilik vasıtasıyla Lib­ya’dan resmî bir ‘sünger avlama izni’ alırlar. Dönem Kaddafi’nin darbesinden öncedir, iktidarda Kral Sunusi vardır.

“Fethiye Körfezi’nde
sadece iki ay içinde
450 kg sünger avladık.
Bu kadar çok sünger
ile Bodrum’a dönünce
tabii kahvedekilerin
kafası karıştı. Ekipten
kimsenin vurgun yiyip
sakat kalmadığını gören
Bodrumlu süngerciler
nihayet ‘bu işi bize de
öğretin’ diye ricacı oldular.
Eski dalış yöntemleri
terk edildi, birçok yeni
tekne yapıldı, artık
herkes balıkadam olmak
istiyordu”
“1962’de Türkiye
kıyılarında süngerlerde
hastalık başladı. Bu,
deyim yerindeyse, bir
tür ‘sünger kanseri’ydi.
Sünger avcılığına devam
edebilmek için kara kara ne
yapacağımızı düşünmeye
başladık. Sonunda Yunanlı
süngerciler gibi Libya’ya
gitmeye karar verdik.
Dışişleri Bakanlığı’na
müracaat ederek,
Libya’dan resmî bir sünger
avlama izni aldık”

İstanbul’dan bir çektirme alırlar. Onu biraz tâdilatla ge­liştirirler, içine su ve mazot tankları, kumanya depoları ek­letirler. Kumanyayı İzmir’de dü­zerler, 1963 Haziran’ında yola çıkarlar. Aralarında daha önce İskenderiye ile İngiltere’nin li­manları arasında sefer yapan gemilerde tayfalık yapmış, bu sırada Arapça öğrenmiş Gâvur Ali ile Tosun Sezen’in eşi Jo­sette’in de bulunduğu 17 kişilik ekip, Erkahraman adlı çektir­me ve Ali Dayı ile Libya’ya ge­cikmeli de olsa ulaşır. Bâkir de­niz balık kaynamaktadır. Onlar sünger avlarken, insan yüzü görmemiş balıklar şaşkın göz­lerle onları izler: “Sünger top­larken köpek balıkları, büyük çekiçbaşlar, orfozlar gelip me­rakla bakıyordu. Koca balıkları kulağından tutup torbaya atmak mümkündü”.

FOK isimli teknede Tosun Sezen ve Gavur Ali.

Libya sularında 1.200 kilo sünger toplarlar. Fakat yeni bir sorunları vardır. Av bereketli­dir ama, onu nasıl paraya dö­nüştüreceklerini daha önce hiç düşünmemişlerdir. Süngerleri Bodrum’a götürseler ithalat işle­mi yapılacağından ödeyecekleri vergi bütün kazançlarını sıfırlayacaktır. Sonunda dönüş yo­lunda Bodrum’a yaklaşık 20 mil mesafedeki Kalimnos adasına uğramaya karar verirler. Yunan adasında süngerleri gümrüklü sahadaki depoya koyarlar, sün­ger borsasının açılmasını bek­lemeye başlarlar. Tayfalar adayı biraz gezdikten sonra Erkahra­man’la Bodrum’a dönerler. To­sun Sezen ise eşi Josette ve yüz­me bilmeyen gemicileri Minnoş Dayı ile birlikte Ali Dayı tekne­si ile Kalimnos adasında kalır, Kristal Otel’e yerleşirler.

Tesadüf bu ya, o sırada Yor­go Papandreu-Dede (1888-1968) seçim kampanyası için adaya gelmiş, ada halkına bir balkon konuşması yapmaktadır. Giritli olduğu için çok iyi Rumca bilen Minnoş Dayı’yı olanı biteni öğ­renmesi için mitinge gönderir­ler. Usta aşçı Minnoş Dayı biraz sonra geri döner, eline aldığı bı­çağı eğelemeye başlar. “Ne ya­pıyorsun” diye sorduklarında “Ağabey, bu adam Anadolu’yu alacağız diye nutuk atıyor. Halk da ‘Anatoli’ ve Konstantinoupoli diye bağırıyor. Şimdi, bizi burada kesmeye kalkarlarsa, ben de hiç olmazsa birini götürürüm” diye cevap verir.

Bütün bunlar olurken li­manda bağlı teknelerinde Türk bayrağı dalgalanmaktadır. Ama bir sorun çıkmaz. Çünkü, Lib­ya’da, Tobruk’ta sünger çıkarır­larken, yakınlarında avlanırken vurgun yiyen Yunanlı dalgıç Ro­doslu Manolis’i teknelerindeki basınç odasında tedavi etmişler, onu da yanlarında Kalimnos’a getirmişlerdir. Manolis, adadaki ziyaretçi Türkler hakkında iyi şeyler söylemiş olmalıdır.

22 Kasım 1963 tarihin­de Başkan Kennedy suikas­ti gerçekleşir. Aynı dönemde, Kıbrıs’taki çatışmalar (Kanlı Noel, 21 Aralık 1963) nedeniy­le Türk-Yunan ilişkileri iyice gerilmiştir. Borsa açılınca, Ka­limnos’ta süngerleri satıp Bod­rum’a dönerler. Ama artık Türk karasularında süngercilere ek­mek kalmamıştır: “Hastalık ne­deniyle bizim için Türkiye’de süngercilik bitmişti. Türkiye’ye döndükten sonra, Çanakkale muharebeleri sırasında batan zırhlıların peşine düştük”.

Tosun Sezen Çubuklu Dalgıç Okulu’nda yedek subay olarak askerlik yaparken.

1959’DAN OLAĞANÜSTÜ BİR SÜNGER AVI HİKAYESİ

Allah ve Gâvur Ali yardım etti

Tosun Sezen’in arkadaşı 80 yaşındaki dalgıç Berk Or, 1959’da Bodrum’da sünger avı sırasında yaşadığı inanılmaz hadiseyi anlattı:

“Yıl 1959. Baskın’la birlikte Bodrum’dayız. Yılların tecrübesi Gâvur Ali Kaptan bir gün önce “yarın gari seni fışıka atacağım” dedi. Fışık dediği denizin dibin­deki çamurlu ama zengin sünger yatağı olan bir yer. Sabah gün doğmadan Oraklar Mevkii’ne doğru yola çıktık. Derin su demir ipinden 60-70 metreye indim. Aletler iptidai, nargile var, hava kuvvetlerinin ıskartaya çıkardığı kompresörleri modifiye etmişiz ama su kaçırıyor, üfleyip dışarı atıyoruz sürekli. Tek kademeli regülatör kullanıyoruz, o da hava kaçırıyor.

Elimde apoş dediğimiz sün­ger fileleri var. Bir ara hava zorla­maya başladı, sinirlendim yukarı doğru çıkmaya başladım yavaş yavaş. Yüzeye 7-8 metre kala hava yeniden bollandı; bunun üzerine tekrar daldım ama mükerrer dalışa girdi. Aşağıda bir sünger daha gördüm. Tam alacakken bir anda hava tamamen kesildi. Hortum gam yaptı dedim ama durum değişmedi. Son havayı da üfledim. Yapacak bir şey yok, tek çözüm yukarı fırlamak. O sırada 58 metredeyim, vurgun ihti­mali neredeyse yüzde 100. Ölümle hayat arasında gittim, geldim. Tam pes ettiğim noktada teknenin siluetini gördüm ve son gayretle çıktım yukarı.

Boru kopmuş, farkına var­mışlar ama çok geç. Elim ayağım tutmuyor. “Hemen İstanbul’a tazyik odasına götürün” dedim ama, kendim de inanmıyorum. O zamanki yollarla, araçlarla İstanbul’a ulaşmak en az bir gün. Gâvur Ali “sana bişey olma­yacak, geç küreğe” dedi. Elim ayağım tutmuyor, moral sıfır. Kıyıya vurduk, “çık koş” dedi bu sefer. Düştüm, dizlerim, her ta­rafım parçalandı, ama farkettim o kadar kötü değilim. Düşe kalka koşmaya başladım.

Vurgun 6 saat içinde çıka­bilir. Bodrum’a dönüş yolunda hava patladı, sürekli su boşal­tıyoruz tekneden. Bodrum’a geldik, bir baktım 8 saat geçmiş üzerinden. Allah ve Gâvur Ali yardım etti, sağ kaldım, sakat­lanmadım”.

Berk Or (oturan) ve Tosun Sezen, 50’li yılların başında Bodrum’da.