3 Mart 1924’te TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen Tevhid-i Tedrisat (Eğitim Öğretim birliği) Kanunu, 4 yıl sonra gündeme gelecek Harf İnkılâbı’nın da habercisiydi. Bu kanunla bütün okullar ve vakıf gelirleri sömürülen harabeler durumuna düşmüş medreseler Maarif Vekâleti’ne bağlanacak; kaçak öğretim yapılması yasaklanacaktı.
Osmanlı Devleti’nin İstanbul’daki merkez örgütlerinde bir eğitim-öğretim kuruluşu yoktu. Medreseler vakıf kuruluşlarıydı. Din ve okuma-yazma eğitimi veren ilk aşama mektepler özel mekteplerdi. Başta askerlik, tıp, meslek eğitimi veren mektepler 18. yüzyıl sonlarında; Osmanlı Maarif Nezareti’nin örgütlenişi 1847-1857 arasında; İbtidai, Rüşdiye, İdadi, numune, tıp, hukuk, mülkiye, muallim, ziraat ve diğer mekteplerin kuruluşları da 19. yüzyılın ikinci yarısındadır.
Bu dönem ve sonrasındaki ilk ve orta öğretim aşamaları için örgütlü, programlı, sağlıklı yapılardan sözedilemez. Osmanlı topraklarında okullaşma esas olarak 2. Abdülhamid (1876- 1909) ve 2. Meşrutiyet (1909-1918) dönemlerindedir. Yabancı ve gayrimüslim okulları da dışa bağımlı, cemaat, kilise okullarıdır.
Türkiye’de her kanal ve düzeyde Türkçe eğitim-öğretim, Millî Mücadele ve cumhuriyetle doğdu; Tevhid-i Tedrisat (Eğitim-öğretim birliği) Kanunu ile anayasal güvenceye alındı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun 3 Mart 1924 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmesinin 100. yılında başta Atatürk’ü, Maarif Vekilleri Vasıf Çınar ve Mustafa Necati’yi saygıyla anıyoruz. Cumhuriyeti ilan eden devrim yasalarını gündeme getiren Atatürk ile asker-sivil, aydın, okumuş-okumamış vatansever kadrolar; milletvekilleri ve bunlara oy-onay veren ulus çoğunluğu 1919-1929 arasındaki 10 yılda önemli işler başardılar. Onlara borcumuz var.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 2. aşamasında, TBMM’nin ilk toplantısı 13 Ağustos 1923’te yapılır. Yeni meclis, 23 Ağustos’ta Lozan Barış Antlaşması’nı onaylar. İzleyen günlerde işgal devletleri askerleri İstanbul’dan ayrılırken, 6 Ekim’de de Türk Ordusu İstanbul’a girer. 13 Ekim’de Ankara yeni devletin başşehri ilan edilir.
29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilanından sonra, sıra inkılap kanunlarına gelir. 5 ay sonra TBMM’nin gündeminde 3 Mart 1924 Devrim Yasaları vardır. Bunlar arasında doğrudan Türk millî eğitimini ilgilendiren 431 sayılı kanun, Öğretim Birliği Yasası’dır. Anayasanın “değiştirilemez” maddeleri arasında yer alan Öğretim Birliği Yasası, cumhuriyetin ilanından sonra Türk toplum yaşamını, ulusal kültürü, aydınlanmayı ilk sırada etkilediği gibi, 4 yıl sonra gündeme gelecek Harf İnkılâbı’nın da habercisi olacaktır.
Yabancı okulların durumu, uluslararası antlaşmalar nedeniyle sonraya bırakılarak diğer bütün okullar ilk etapta Maarif Vekâleti’ne bağlanır. Yasa gereği medreseler de, Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırıldığı için Maarif Vekâleti’ne bağlanır. Ancak medreselerde öğretim dili Arapça (ve ezber) olduğundan, bunların Maarif Vekâleti kurallarına uyum sağlamaları olanaksızdır. Kaldı ki birçok medrese, adı var kendi yok, vakıf gelirleri sömürülen harabeler durumundadır. Bunlar, yasa yürürlüğe girdiği gün kendiliğinden kapanmış sayılır. Diğerleri ve işlevsel durumdaki Anadolu medreseleri de aynı gerekçeyle kendiliğinden kapanır; İstanbul’daki birkaç medrese ve pek çok özel okul da yasanın öngördüğü ilkelere uyamayacakları için kapanır. Buralarda kaçak öğretim yapılması yasaklanır; diğer özel okullar da doğrudan Maarif Vekâleti’ne bağlanır.
Cumhuriyetin 5. yılında, 1928’de de ulusal eğitim ve öğretimin bütün ülkede uygulanması için, yeni Türk alfabesi ve yazısı yasalaşacak; okullarda öğrencilere, kadın-erkek tüm vatandaşlara yeni alfabe öğretilmeye başlanacaktır.
BAŞBAKAN İSMET PAŞA VE EĞİTİM-ÖĞRETİM BİRLİĞİ
‘Yaptığımız işin dinsizlikle ilgisi yok; Müslümanlığın en hakiki şekli bizde’
Yeni dönemin yani cumhuriyetin ilk başbakanı İsmet İnönü, eğitim-öğretim birliği üzerine yaşanan gelişmeleri sonradan şöyle değerlendirecekti:
“Tevhid-i Tedrisat’ın bazılarınca yanlış yorumlanacağını, öncülük edenlerin dinsizlikle suçlanacaklarını, doğurabileceği sonuçları biliyorduk. Bir takım ıslah önerileriyle eski kurumların yaşatılmasını isteyenler de mutlaka çıkacaktı. Fakat meclis kararını verdi. Yavaş yavaş varılacak bir sonuca ivedilikle ulaşmak devrim yapmaktır. Gördük ki bütün ileri dünyanın yolu aynıdır. Uygarlığı yakalayanlar hep bu yoldan yürümüşlerdir. Tevhid-i Tedrisat, ülkenin bütün hayatında fikrî, fennî, ekonomik ve sosyal alanlarda başlıca temeldir. Yaptığımız işi dine aykırı görmek, yapılan işi görmemektir. Bunun dinsizlikle hiçbir ilgisi yoktur. Bu sistemde başarılı olalım, 10 yıl azimle yürüyelim, şimdi bize karşı olanlar, din adına endişe duyanlar göreceklerdir ki Müslümanlığın asıl en temiz, en saf, en hakiki şekli bizde yaşanacaktır. O noktaya varıncaya kadar, biz bu gerçeği kanunla ve cebren telkine ve uygulamaya devam edeceğiz… Hedefe varmak için her cahilane itiraz ve girişim önlenecektir (…)
Millî maarif istiyoruz? Bu ne demektir? Bunu zıddı ile daha doğru anlarız. Bunun zıddı, dinî terbiye ya da beynelmilel eğitimdir. Siz öğretmenler, dinî veya beynelmilel değil millî eğitim vereceksiniz. Dinî terbiyenin millî eğitime saldırı demek olmadığını, her iki eğitimin de kendi yollarında gerçekleşebileceğini göreceğiz (…)
Bütün bu topraklara Türk mahiyetini veren ‘Türk’var (…) Bir milliyet kütlesi içinde ayrı medeniyetler olamaz. Kendilerini başka camialara bağlı görenlere açıkça teklif ediyoruz: Türk milleti ile beraber olsunlar. Fakat ‘konfedere’ olmuş medeniyetler hâlinde değil, bir tek medeniyet hâlinde. Bu vatan, işte tek olan bu milletin ve bu milliyetindir. Bu siyaset, vatanın bütün hayatıdır. Yaşayacaksak, yekpare bir millet kütlesi olarak yaşayacağız. İşte ‘millî terbiye’ dediğimiz sistemin genel hedefi.” (Muallimler Birliği Mecmuası, sene 1, sayı 4, 1925)